Öcelikle sıradan bir sözlük yazarı için ismi hayatta en kutsal anlamı en kutsal olan 2 kişiden biridir. Babadır. Hayatta olmayanı ve Özlenenidir.
4 eylül 1962 tarihin de Kargıya bağlı Avşar köyünde Resim öğretmeni olan Mansur Ovacıkaşı ve eşi Hanife Ovacıkaşı'nın ikinci çocukları olarak dünyaya geldi. ilk ve orta öğrenimini Kargıda tamamladı. Bir çok erkek çocuğunun aksine çocukluktan gelen çalışma azmine sahipti. Bizlere zaman zaman anlattığına göre henüz lisedeyken kendisi gibi arkadaşlarıyla toplanıp belediyenin işlerini yaparlarmış. Çam dikme, boru döşeme ve küçük yerlerde akla gelebilecek ne varsa. Yaş biraz daha ilerleyince askerlik görevi için önce Diyarbakır'a sonra ise hataya er olarak gitti. 18 ayını tamamlarken aklına yıllar sonra oğlunun da aynı yerde askerlik yapacağını ve daha sonra atanacağı yerde henüz 15 ayını doldurmasına 18 gün kala onun vefat haberini alıp yıkılacağını hiç getirmemiştir kuşkusuz.
Askerlik bittiğinde babasının kendi gibi öğretmen olan arkadaşının kızıyla evlenir. Vaktiyle bu kızla lisede birlikte okumuşlardır. Kızın adı Nurşen. Nurşen de o dönemin sağ sol davalarının içinde küçük bir kazada biraz kayıp bir gençlik geçirmiş ve Olcay gibi üniversiteyi okuyamamıştır. Olcayın ailesi o askerdeyken Nurşeni başka bir çocuğa istemeye gitmiş, cevap alamamış ve sonrasında Nurşeni kendi oğullarına istemeye karar vermişler. 1983'te evlenirler. Olcay istanbul'a gelir, Halk Bankası Kapalı Çarşı şubesinde memur olarak işe başlar. Bu sırada kızı dünyaya gelmiştir ve 3 aylıkken o da annesi ile birlikte istanbul'a yerleşir.
1988'de bir de erkek çocuğu babası oldu. 28 senelik memuriyet hayatının son 8 yılını Marmara Üniversitesi öğrenci işleri daire başkanlığında çalışarak geçirdi. Belki de kendi kızının üniversite yaşamı boyunca öğrenci işlerine gittiğinde yaşadığı problemleri bildiğinden yardım edebileceği herkese kendini adadı. Taziyeleri aldığımda onun 'yardım etmek' fiilin neden bu kadar yanı başında durduğunu daha iyi anlıyorum. Ve belki de tanımadığım bir çoğunuz daha önce yaşadığı şeyleri yaşıyorum.Bu kadar iyi bir kimse iken, herkesin hayır duasını alırken, herkes onu minnetle anarken ve yapacağı çok şey varken neden onu almıştı Allah?'
Başlığı tanımlayacağı üzere, o bir evladın sahip olabileceği en iyi babaydı. Ailesine ve arkadaşlarına adamıştı kendini. Yenilikçiydi. Olmayan ingilizcesine rağmen fringe ve dexter dizilerini kızının indirip hadi birlikte izleyelim demesini severdi. Büyüklük taslamazdı, 27 yaşındaki kızının sabah işte yemek üzere götüreceği sandivici hazırlamak, boş zamanında aile bireylerinin ayakkabılarını cilalamak onun için angarya değil zevkti. insanları sevindirdiği oranda sevinirdi. Balık yemeyi değil tutup dağıtmayı severdi, bir de tamirat yapmayı. Hayat onu arkada bırakıp akmaya devam etmeden önce sık sık bırakmaya çalıştığı sigarayı severdi birde. Dua etmeyi, şükretmeyi. Bir de pilavı. Yeryüzünde kimsenin sevemeyeceği kadar.
Arabada şöför koltuğunda oturduğunu bildiğimizde hissettiğimiz güvendi. Akşamları kapıdan içeriye yorgun giren, evin neşesi. Ezberden çevrilebilen tek telefon numarasının sahibi idi. Sabah olduğunda herkesten önce adımları duyulandı. Soğuk günlerde ayaklarımın ısınıp ısınmadığını umursayan, hastane raporlarımı , kullandığımız ilaçların reçetelerini itinayla dosyalayıp koruyan. Ailede yazısı en güzel, en düzenli olan.
Sırtını yaslayabilmekti, gözünü yumabilmek, rahatça soluk alıp verebilmekti. Parçamdı, ve yeri hiçbir şekilde dolmayacak olan.
06.02.2011 Pazar günü Nurşenin yaş gününde ona acı bir surpriz yaşatarak 48 yaşında yumdu gözlerini dünyaya. 1 ay sonra olacak kızının düğününü görmeye, 18 gün sonra terhis olacak oğlunu alanda karşılamaya fırsatı olamadan.
Onu Çok özledim.