yaşamıyor kimse hayatını.
insanlar tesadüflerden ibaret, sesler, parçalar, günlük hayatlar, korkular,
birçok küçük mutluluklar,
daha çocukken kıyafet değiştirmiş,
mumyalanmış, maske olarak geçerli, suskun suret olarak.
mademki bir öğüt için başvurdunuz bana, size bu tür girişimlerden tümüyle el çekmenizi salık vereceğim.
gözlerinizi dışarlara çevirmişsiniz; ama işte en başta vazgeçmeniz gereken şey.
kimse akıl veremez, yardım elini uzatamaz size, hiç kimse.
tek çıkar yol, gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir.
korkunç çirkinleşmiştir insanlar,
yüzlerinden damla damla akan ışıkla,
ve gece toplanmışlarsa bir arada,
sallantıda bir dünyadır gördüğün,
ne varsa karışmıştır birbirine.
görmeyi öğreniyorum.
bilmiyorum neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. her şey şimdi oraya gidiyor.
orada neler olup bittiğini bilmiyorum.
...kitaplarda yaşayın, içlerinde öğrenmeye değer göreceğiniz ne varsa öğrenin hepsini, ama her şeyden önce onları sevin.
bin kat karşılığını göreceksiniz.
bizlere gereken şudur: yalnızlık, büyük bir içsel yalnızlık. kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak...
işte erişilmesi gereken şey bizler için.
“tanrı diyorsam içimdeki o yüce ama öğrenilmemiş inancımdan bahsediyorum.”
şair, tanrı’ya adeta “inanmıyor”; onu tastamam hissederek yaşıyordur.
ünlü alman ilahiyatçı otto benz’e göre rilke bir yolcudur. tanrı’dan tanrı’ya tanrı’yla seferdedir.
öyle uzağım ki şimdi ben
dünyadan
ve öyle büyük onun karşısında
gecikmiş görkemiyle
kendimi süslüyorum
evet Yalnızlıktan
sahici bir yalnızlıktan bahsediyorum
adımı elimden aldı bir el
usulca Öyle ince ki öyle narin
utanca mahal yok
anladım
ben artık isimsiz de yaşarım.
rainer maria rilke
''anladım
ben artık isimsiz de yaşarım.'' güzellik ötesi... şahane bir ifade!
budur benim çabam, bu:
adanmak özlem çekerek
dolaşmaya günler boyu.
güçlenip genişlemek derken,
binlerce kök salarak
kavramak hayatı derinden-
ve ortasından geçerek acının
olgunlaşmak hayatin ta ötesinde
ta ötesinde zamanın!
sensin yalnızlığımın tek sebebi.
tek seni karıştırabilirim.
bir süre sensin o, sonra yine uğultu
ya da iz bırakmayan bir koku.
ah, kaybettim hepsini kollarımda,
bir tek sensin, sen, tekrar tekrar doğan:
sana hiç bir zaman sarılamadığımdan,
vazgeçemiyorum senden.
yatıyordu.
çehresi, hafifçe yükseltilmiş,
solgun ve dargındı dik yastığında,
dünya ve dünyaya ait bildiği ne varsa,
artık duyularından koptuğundan bu yana,
hepsi de umursamaz bir zamanda yitirilmiş.
Onu öylece yaşarken görenler, bilmemişlerdi,
ne kadar da bütünleşmiş olduğunu bütün bunlarla;
çünkü bunlar: o derinlikler çayırlarda
ve sularda, bütün bunlardı çizen o çehreyi.
onun çehresiydi aslında bu enginler,
onlar ki, görücüye çıkmışlardı şimdi şaire;
korkuyla ölmekte olan maskesine gelince,
sanki havayla temas ettiğinde bozulan bir meyvenin
içi gibiydi, öylesine kırılgan ve ince.
yabancısıyız esrarı bize kapalı kalan bu yolculuğun.
yok hiçbir nedenimiz, hayranlık, sevgi veya nefret göstermek için,
maskeli bir ağızdan trajik bir tonla çıkan,
bir ağıtla çehresi şaşılası bozulmuş ölüme.
halâ oynadığımız rollerle dolu dünya.
biz, hoşa gidiyor muyuz diye kaygılandıkça,
ölüm de oynamakta, aldırmaksızın beğenilmediğine.
(...)
biliriz aşkın vadisini,
çanların eşlik ettiği mezarlığı,
tekrar ve tekrar,
kederli isimleriyle
ürkütücü bir uçuruma
düşenleri,
tekrar ve tekrar
gökyüzüyle baş başa,
seriliriz altına
unutulmuş ağaçların
tekrar ve tekrar.
oysa ki sen terkettiğinde,
değersizleşti bu sahne,
yeşil,
hep taze ve gün ışığına
doymuş hakiki ağaçlar;
gerçekliğin görünüşü
zayıfça sergiledi kendini,
yokluğunda.
devam ediyoruz,
hala çırpınıyoruz,
rollerimize gerekenleri
vermekten aciz bir
şekilde; ama varlığın,
tam ortasında kayboldu
oyunumuzun.
ama zamanla,
hakkımızdan geliyor,
gerçekliğinin anlamı;
o kadar boğulmuşuz ki,
alkışlamayı unutup
kendi hayatlarımızı yaşamışız,
rollerimiz yerine.
bu vedayı,
anlamaktan yoksunuz.
ölüm pazarlık yapmaz
bizlerle,
ne bir hayranlık,
ne bir özlem,
yada nefret
sergilemek zorunda değiliz.
matem ve trajedi dolu,
sahte maskesi bizi
aldatıyor.
dünya sahnesi,
oynamakta olduğumuz
rollerle dolu,
ve eğlendirme endişesiyle
çırpınırken biz,
ölümde kendi rolünü
oynar,alkış beklemeden.