Şiir şiir olalı böyle şiirsizlik görmemişti....Güneş sisteminden uzaklaşan bir gezegen gibiKarnımdan çıkan şiirleri yazacağım.Ve göbek deliğime basıp şiiri kapatacağım.
...ben kırmızı tırtıl dili gördüm. bize geldi. siren sesleri arasında. her şey bir arada ve aynı anda olmuştu. yangın çıkmış, yaralananlar olmuş, su basmış, ölen ölmüştü. aynasızlar vardı, tutuklamalar vardı. ey beni dili kesik bir korku filmine esas kız yapan hayat! bak küfrün sokaklarında lambalar yandı. ben sesleri birbirine uyduğu için yalnızca perşembeleri endişelenen bir şair değilim. bilesin ki devamlı endişeliyim. bilhassa pazarları. izmir'deyken eski günlerde. benim eski günlerim izmir'de kaldı. işte o günlerde pazarları pazara çıkıp sebze ve meyveleri rengârenk bir eski düğme kutusu gibi karıştırır ve rahatlardım. bilhassa inanmaya inanırdım. ümitvardım. ümitvarların acısı büyüktür. o zamanlar inanan bir ümitvar acısı ile ağlardım. dilimdeki tutuklama istanbul'da başladı. bazı geceler dilimi tutan pası ovar ve inançlarımı geri isterdim. ümitvar acılarımı geri isterdim. benimle konuşmalarını isterdim. bana söyleyin derdim. "beni böyle çaresiz, beni böyle derbeder" bırakmayın derdim. ben söyledim. böyle söyledim. kısa ve sert söyledim...
didem madak ve izmir . kendimi bu iki kelimede birlestiriyorum. sanatiçe .kelimetiçe gibi türetmeler yapmaktan da kendimi alamıyorum.
bu kitapta altını çizmeden okuyabileceğiniz yerler çok az. en sevdiğim şiirini yazmakla yetineceğim ve tabi ki siz de canlarım . gidin edinin. tabiki grapon kağıtlarını da unutmayın..
sf 97 / yağmur ve çilingir
güneşin kelimeleri yuvarlayarak konuştuğu bir
sabah.
manzara kesat
radyoda eski bir şarkı eski ve tuhaf
kedilerin hasılatları topladığı bir çöplük.kavga,kıyamet
şimdi fotoğraf çekilsek gözlerimiz bulutlu çıkar
baharın en hırpani kadrosu arkamızda:uçurtmalar,kediler ve aşk
şimdi her fotoğrafta defolu bir kelebek uçar
şimdi her fotoğraf bizi dışlar
nisansız ve insansız bir sabah.ne yapsa,
anlamaz insanın dilinden yağmur.ne yapar
açamaz kilitlenen aşkları bu zavallı çilingir,
ücra günler büyük harfle başlar
insan ıslansa biraz aklından kuş sürüleri mi
taşar?bıraksak biz,belki bir fesleğen anlar.
marifetli bir şişenin dibi bizi yedi renge
boyar.tenimiz sefil.oysa aklımız ağrır
bir çocuk balkondan sarksa,ölüm pejmurde
elbiseyle ayaklansa..otobüsler suskun
yüzümüz gaste kağıtlarından bu sabah
zam,kira,kaza,yakıt,umut. gözlerimiz
denizler altında yirmi bin fersahta.
lenslerimi çıkarıp kedimi taktım.
şimdi daha iyiydi, sanki halktan biriymişim gibi.
2.75 miyoptum ve çizdirmeye de hiç niyetim yoktu.
göz görmeyince gönül katlanırdı insanlığa doğru.
hakkında bir yazı:
Bülent Usta, Pulbiber Mahallesi'ni bilen var mı, Birgün, 20 Haziran 2007
Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?"
"Şurada bir yerde olacaktı. Şu arka taraftaki raflarda... Biliyorsunuz, şiir kitapları artık kitapçıların en arkadaki raflarına konulur oldu. Yok hayır, şiir kitabı az basıldığı için değil. Şiir, hâlâ yürümekte... Ama bugünlerde şiir kitaplarına talep azaldı. Neden azaldı bilmiyorum. Halbuki şiir olmazsa edebiyat olmaz derler. Hele ki Türkçede, şiir amiralidir edebiyatın derler.
Amiral battı diyenlere inat, birbiri ardına şiir kitapları yayınlıyor birileri. Sanki hiç satmasa yine de basacaklar o kitapları. inanmışlar bir kere şiire. Düşün, iki yüz tane şiir dergisi varmış. Ama iki yüz tane satan şiir kitabı bulmak bile zorlaştı bugünlerde. şiir basanlar değil, almayanlar utansın. Tamam, işte oradaki rafta. Didem Madak'ın kitabı. Metis'ten çıkmış..."
"Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?"
"Hani Şu devamlı darbuka çalan mahalle mi? Deli onlar deli... ilacını içmeyi unutmuş delilerin mahallesi orası. Kaç zamandır karantinada, mahallenin talih kuşları, kuş gribine yakalanmış. Uzak durmalısınız oradan, uzak..."
"Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?"
"Bilmez miyim? Ben o mahalleye yerleşmeden evvel orası bu kadar eskimemişti. Pulbiber Mahallesi'nin vakanüvisiyim ben. 'Hayaletler için masumiyet karineleri icat etmektir işim.' Aslında sadece vak'a... Neydi ya, hah vakanüvisi de değilim üstelik.
Bana öyle tuhafmışım, çocukmuşum gibi bakmayın lütfen. Vakanüvisleri vardır her mahallenin. Sadece kolay kolay ortaya çıkmazlar. Ama vardırlar ve hepsi de tıpkı benim gibi 'büyü'müş çocuklardır. Zengin evlerindeki Harry Poter gibidir bu çocuklar.
Peki sen Tomtom Mahallesi'ni bilir misin? Bilirmiş gibisin... Hatta sen Tomtom Kaptan Sokak'tan da geçmiş gibisin. Bir filmde vardı o sokak, 'Hayallerim, Aşkım ve Sen' filmiydi galiba. işte sen o filmdeki senarist çocuk gibisin.
'Birçok Şarkının ortasında yürürken istiklal Caddesi / Tomtom Mahallesi'ne taşıyor beni / Ben yürümüyorum Füsun cadde yürüyor / Bir cadı olduıumu buradan anlıyorum'. Cadı mı dedim. Biraz cadıyım da üstelik. Bizim mahalleye gelsen Füsun'u bilirsin, Zeyna'yı, Keltoş'u, Burcu'yu, Leman'ı, Raif Bey'i, şiirin ortasında striptiz yapan kadını, Efendimiz'i, Yürüklerin ibram'ı, mahallemizin Hz. isa'sını, Miss Marpple'ı ve daha kimleri, kimleri... Ama belki de bilmezsin. Bu sana kalmış.
Kim kendi mahallesini yeterince biliyor ki, mahallelerin vaka neydi, vakanüvisleri hariç. Ama 'bana artık büyü diyorlar / Bütün renkleri mezun etmişler hayatlarından / Karanlığa emekli öğretmenler gibi sanki insanlar.' 'Artık büyüyüm, bilmiyorlar. / Ülkemin yürüyen caddelerinde acılarımızın kaynağını araştırıyorum'. Bilir misin, bizim mahallede hiç acı yok, ama 'Mahalleli pulbiber ekiyor suyumuza / Nilüferler gibi açılıyor taneleri.'
Sen Pulbiber Mahallesi'ne gittin mi hiç? Mahallemizin sprey boya kusan duvarlarını gördün mü? Biliyor musun ben aynı zamanda 'Kelimelerin mezarlığında gece bekçisiydim. / Dirilecekleri günü bekledim.' 'Rahmin kadar konuş diyorlardı bana / Hamile kalıyordum oysa durmadan roman kahramanlarından'. Sonra bir gün, 'Ben kırmızı tırtıl dili gördüm, bize geldi, siren sesleri arasında.' 'Tutuklamalar vardı. Çünkü o zaman kırmızı tırtıl dilini kim / kaybetmişti ki ben bulayım. / Yakup da bulmamıştı, beni tutuklamalar vardı, beni nereye / koyacaklarını bilmiyordum, bilmiyordu, bilmiyorlardı, içimde dönüp duran gezegenleri seyrederken, gezmeyegen olmuştum.'
Ya işte öyle... Seni sevdim. Hiç konuşmuyor, ne söylesem anlıyormuşsun gibi bakıyorsun. Ben, bir şair miyim? Sana söyledim ne olduğumu, 'bir şair değil şiir ithafkârı'yım" ben.
"Siz Pulbiber Mahallesi'ni bilir misiniz?"
"içinden çocuk romanları geçen mahalleyi mi söylüyorsun. Hiç okudun mu çocuk romanları? 'Pal Sokağı Çocukları'nı mesela. 'Küçük Karabalık'ı...
Bence yeniden okumalıyız çocukluğumuzun romanlarını, çocuk romanlarını. Şimdi sen o mahalleyi soruyorsun ya, benim için o mahalle bir roman taslağıdır her zaman. Adı Pulbiber olmayabilir, Tomtom da olabilir, hiç önemli değil. O mahallenin mora boyanmış bir kütüphanesi olmalı mutlaka derim. içinde sadece çocuk romanları olan bir kütüphane... Ben de o kütüphanenin memuru olayım mesela. Bütün gün çocuk romanları okuyup çocuklaşayım isterim.
Şimdi sen bana o mahalleyi sordun ya, sakın Pulbiber Mahallesi'nin mısralardan yapılmış işaret tabelalarına güvenmeyesin. Yoksa o mahallenin içine düşer, bir daha da çıkamazsın çok istesen de. Sonra yalvarırsın "Beni çöz Miss Marple / içimden çıkmak istiyorum artık." diye. Sen, çocuk romanlarında ve masallarında sadece iyi şeyler olduıunu mu zannediyorsun? O canavarlara, kırmızı başlıklı kızları yemeye kalkışan kurtlara ne demeli? O yüzden küçümseme içinden çocuk romanları geçen bu mahalleyi. Acıyı oyunlaştırmamıza aldırma.
içten içe büyüyen bir sıkıntı kemirir içimizi. Depresyona girmeye vakti olmayanların, aslında depresyonu ertelediklerini ve ilk fırsatta içine balıklama dalacaklarını da unutma derim. Önemli olan depresyona girmek ya da girmemek değil, nasıl ve niçin girdiıinizdir.
Siyasal ve sosyal meselelerden de olabilir, aşk gibi siyasal ve sosyal meselelerin özelleştirilmiş hallerinden de. Şimdi sen bu mahalleyi bana sorarak, başka bir şey sorduğunun farkındasındır herhalde. Ben de sana bu mahalleyi anlatayım derken, başka şeyleri anlatıyorum başından beri. iki ucu açık mahalle dedikleri böyle bir şey olsa gerek.