akedemik bir ünvandır,
fakat hayatımda daha da önemli bir anlamı vardır;
ankara gençlik caddesinde konuşlu gece gündüz açık olan meşhur bir kokoreççinin adı. ssk çıkışı,tunalı dönüşü,bahçeli geçişi uğranılan yerdir.kuzenin, aynı caddeyi paylaşmaları sebebiyle ev değiştirmeyi düşümesine neden olmuştur,her gece yenen kokoreç bünyenin fiziksel görünüşüne pek de olumlu katkılar yapmamaktadır ne de olsa.
lezzetlidir,kokoreç deneyimi olmayan ve hayatta yediremezler bana o kuzu bağırsağını şeklinde direnci olanlara, ilk deneyimlerini yaşamalarını önerdiğim yerdir.
doktora, yardimci docent, docent kademelerinden geçtikten sonra ahı gidip vahı kalan, degil bir başkasına genellikle kendine bile yararı olmayan, fosilleşmiş, beyni durgunlaşmış ve fikir üretmekten aciz; buna ragmen turkiyenin gelecegi olan genclere üniversite seviyesinde birşeyler vermeye cabalayan garibim insanlardır. eger yaşlanmış ve hala frof olamamışsa durum daha da vahimdir. bu tipler ders alatırken ya tavana veya ayak bileklerine bakarlar ve ogrencilere faydalı bilgiler verirler.
her işini asistanına, yaptırıp, kendi antin kuntin işlerle uğraşan insan. genelde, yorgundur. mausu oynatmaya bile takati yoktur. mausu doğru noktaya getirse bile tıklama noktasında asistanından yardım ister...
tecrübeyle sabit olduğu üzere hepsi burnunu herşeye sokan tipler değildir. bazıları sadece kendi alanı ile meşgul olmakta ve sadece bu konu doğrultusunda yorum yapmaktadırlar. aksini iddia edenlerin dersine ya hiç prof. girmemiştir ya da şanssızlıklarından olsa gerek hep bahsettikleri karakterde prof. tanımışlardır.
bana ilk çağrıştırdığı kelime "ego" olan şey, ünvan. öyle ki, bu insanların yanında, uzmanı olduğu bir konuda konuşmak amaçlı bulunulduysa hele vay o kişinin haline. dahası, malum türlü tripleri(bilhassa öğrencilerle), "o öyle değil böyle!" lafları vesairesi. yıllarca verilen o emek(tezler, asistanlıklar...) bu kötü davranışların içine sokuyor bu insanları, zannederim ki. şimdi düşününce; normal, alelade bir insan için de geçerlidir ya; bir konuda hemen bir-iki bir şey öğrense, bilse, onu satar, onu konuşur, savunur. senelerini -belki de hayatını- bu işe vermiş adam nasıl davransın gel sen düşün artık. sen bilmem kaç sene saç baş ağart, jürilerin önünde götünden şıpır şıpır terlerin akışını hisset, asistanken hocalarının ağız kokusunu, bilimum tafrasını çek, sonra da normal biri ol. yok olmaz işte. anlıyorum. adamların davranışlarının yanlış olduğunu her türlü biliyorum ama, kendim daha olsam o tavırların içinde olacağımı da biliyorum. garip.
hayatını üniversitede çalışarak kazanmış, en üst kademeye gelebilmiş ancak ne yazık ki sıyırmış kişilerdir. en azından çoğu, hepsi üstüne alınmasın. sayfalarca yaz yaz yaz, gecelerce sabahla çalış ter dök, bir kelimeyi unut ya da yanlış yaz, komple silsin üstünü. yok, öğrencileriniz bunları haketmiyor sayın profesörler.
saygı duyulması gereken, üstadın fevkine ulaşmış insanlardır. içlerinden en merak ettiklerim ise beden eğitimi ve spor yüksekokulundaki profesörlerdir. üçgen vücutlu profesör oluyorlar zaar.
iyisi vardır kötüsü vardır
yaşlısı vardır orta yaşlısı vardır*
çirkini vardır o yaşa rağmen hala karizmatik olanı vardır
kaprislisi vardır anne-baba gibi sizi her dakika düşüneni vardır
vardır da vardır.
moda tabirle fildişi kulelerinden çıkmazsalarsa eğer uzun süre, not için itiraz edemeyen öğrenciler ve yalaka asistanlar yüzünden kendini her konuda otorite sanabilen zatlardır.
kısacası her konuda önemsememeli profesörü ve doçenti. genel kültürleri iyi olmalı diye bir emir, yaptırım yok ki. hatta sair konuları geçin, anayasa hukukçusu ticaret hukukunu normal düzeyde bilir, aşırı merakı yoksa. vergi hukukçusu, bütçe hukukunu (devlet bütçesi) hiç bilmeyebilir. özetle abartmamalı bir profesörü. ancak, konuştuğu konuda profesörse ve de aşırı taraflılığı yoksa saygıda kusur etmemeli. her kelimesi içerdiği önem itibariyle tek tek dikkatle analiz edilmelidir.
türkiye'de çok değerli profesörler olmakla birlikte bir boka yaramayan birçok profesör vardır. özellikle resmi ideolojiye yaslanıp türlü hırsızlıklarla profesör olmuş ve atatürkçülük sayesinde bu ünvanı almış olanlara yazıklar olsun. öyle profesörler gördüm ki güne gelen kokoşlar gibi. nerdeyse utanmasa çantasından ip ve şiş çıkartıp örgü örecek. ders de anlatmaz. sonra bunlardan sorumlusunuz der gider. işin kötü yanı sınavda sadece onun konularından %50 soru çıkar. emekliliklerini bekler dururlar. zamanları gelsede 12 eyül'ün, 28 şubat'ın yarattığı haksız yere ortaya çıkan profesörler emekli olsa. türkiye'nin ve bilimin önünü tıkamaktan başka işe yaramıyorlar.
yurdumuzda bu payeye erişmek isteyen akademik çalışmacı adayları, söz konusu bu terfi için, makale; dergi ve bilimsel alanlarda, makale; tez, tanıtıcı yazı yazarlar. bir yılda 10 tane vereni bile vardır. bu payeye eriştikten sonra ise, ortalıktan kaybolurlar. bilimsel alanda hiçbir emek sarfetmezler.
ancak bu durum dünyada çok daha farklı. orada profesör olmak için değil; bilim adına çalışmalar düzenleniyor, deneme sonrasında ortaya çıkan iyi veya kötü sonuçlar gözlemleniyor. bizdeki gibi; profesörlük sonrası hayatını kaybetmişcesine ortadan kaybolan profesörler yok. elbette; bu durum gerçekten bu alanda emek sarfedenler, tenzih edilerek dile getirilmiştir.
bakmayın sizlere en fazla 5 dakika ayırdığına, günlük yaşam hakkında-güncel olaylar hakkında iki muhabbet edemez. tabii bu söylediğim sadece türk profesörler içindir.
ayrıca geçen gün londra-istanbul güzergahında -muhtemelen almanya hava sahasında- şöyle bir olay yaşanmıştır.
b: ben
ya: yaşlı amca
yanyana oturuyoruz derken bir sohbet gelişti ve şuralara kadar geldi.
ya: sen dil öğrenmeye mi geldin yoksa... (ne ayaksın bakışları)
b: arkadaş ziyareti
ya: arkadaşın dil öğrenmeye mi geldi?
b: hayır, öğrenci.
ya: (iç çeker) benimkiler de okumadı. çok uğraştım ama okumadılar işte.
b: kısmet
ya: yok yok benimkilerinki tembellikten.
b: doğru (şark kurnazlığı, biran önce elindeki dergiyi karıştırmak için sabırsızlanıyor)
ya: (bir iç daha çeker) türkiye'de olsalardı hiç değilse profesör falan olurlardı.