Popülizm, bir öteki veya düşman oluşturarak, kendi destek kitlesini güçlendirmek ve mobilize etmek suretiyle kendi siyasal argümanlarını popülerleştirme yöntemidir. Avrupa ülkelerinde “Avrupalılık” veya “yerlilik” kavramları üzerinden yabancı düşmanlığı çerçevesinde kimlik siyaseti güden partiler ile Güney Amerika’da zengin ve üst sınıf elitlere karşı “ezilen” halk kitlesini savunan ve mobilize eden anti-elitist siyasi parti veya liderlerin ortak özelliği popülist olmaları. Bir taraf sağcı ve faşist, diğer taraf ise solcu, Marksist ve Sosyalist ideolojiyi temsil ederken, her iki örnek de kendisinin “gerçek halk” olduğunu, kendisinden olmayanların ise yerli olmadığını ve gerçek halkın çıkarlarının aksine hizmet ettiğini iddia ediyor. Dolayısıyla, her iki marjinal politik akımı bir araya getiren ortak nokta elit karşıtlığı, yerlilik ve millilik söylemi. Bu nedenle, farklı sebeplerle ve sosyal dinamiklerle ortaya çıkmış olsalar bile, popülistlerin kullandıkları ana söylem, “gerçek halk” ile “öteki”nin kutuplaşması üzerine kurulu.
Hayır "Halk nerede ben oradayım" değil. Halkı sadece ve sadece ben temsil ediyorum, sadece benim gibi düşünenler halktır anlayışı. Ernesto Laclau ve Jan-Werner Müller gibi yazarlar bu kinuda çok iyi yazılar yazmışlardır. Popülist liderler ağırlıklı olarak sağcı olur. Ama Hugo Chavez gibi sol popülist liderlerde vardır. Popülistler sürekli önceki bir tahakkümden bahsederler. Hep kendilerini demokrat olarak lanse ederler. Bol bol komplo teorisi kurarlar. Ve ülkenin tek kurtuluşu olduklarını empoze ederler. Karşıtlarını hep illegal yapılarla anarlar. Demokrasiye dayanıp demokrasiyi yok ederler.
"Hani popüler şarkılar vardır; ömrü bir mevsim kadardır ve mevsim geçince ne kimse o şarkıyı bir yerlerde duyar, ne de mırıldanır.
Popülizmin doğası böyledir. Fakat eğer konu toplumsal bir olay ve olaya tepkiler üzerinden oluşan bir gündem ise bu kalıcı olmalıdır.
Bizim ülkemizde de hepimizi yakından ilgilendiren toplumsal bir olay gerçekleşir, gündemleşir, o süre zarfında tepkiler verilir ve sonra kimse tıpkı o popüler şarkılar gibi ne duyulur ne de söylenir; unutulur gider.
Gelinen noktada acı bir gerçekle şöyle söyleyebiliriz: Berkinin türküsünü tıpkı popüler bir şarkı gibi bir mevsim söyledik ve sonra unuttuk o türküyü. Özgecanı da öyle, Somayı , Roboskiyi ve daha nicesini de öyle.
Popüler bir şarkı gibi bir ara söyleyip unuttuğumuz bu toplumsal acılar aslında toplumsal bir yüzsüzleşmenin kanıtıdır.
Türkiyede her hafta bir çok futbol maçı milyonlarca kişi için önemli bir gündemken işçilerin, kadınların, çocukların ölümü gündem değildir.
Dostoyevski, insan ya hatalarınla yüzleşir ya da yüzsüzleşir, diyor. Biz yüzleşmeye hazır mıyız?
Öncelikli savunmamız, Biz Özgecanı unutmadık olmamalıdır. Çünkü sorun unutmak veya unutmamaktan ziyadedir. Bu tür acılar ülkemizde hemen hemen hergün yaşanmaktadır.
Hepimiz Özgecanın ismi hafızamıza kazınsa da örneğin Fatma, Çiğdem, Hanım, Ayşegül isimleri bize birşeyleri anımsatıyor mu? Bunlar da ve hatta çok daha fazlası erkekler tarafından hunharca katledildi, ama yeteri kadar halk nezdinde gündemleşmedi.
Berkinin ismi de hafızamıza kazınmıştır fakat Berkinden sonra ibrahim, Kadir, Barış, Ümit, Nihat isimleri bize birşeyleri anımsatıyor mu? Bu isimler de tıpkı Berkin gibi, Berkinden sonra polis tarafından hunharca katledilmiş çocuklardır.
Soma, Roboski ve daha nicesi için de hiçbiri ne ilkti ne de son oldu.
susturma
Peki bunları görmemezlikten gelmemize sebep olan şey neydi? Yeteri kadar popüler değil miydi? Bir kez karşı çıktık, hepsine nasıl karşı çıkalım mı diyoruz? Zamanımız mı yok diyoruz? Acılarda seçicilik mi yapıyoruz? Değiştiremeyeceğimizi mi düşünüyoruz?
Evet; yeteri kadar popüler değildi, hepsine karşı çıkamazdık ya, zamanımız da yok üstelik, acılarda da seçicilik yapıyoruz, öyle ya bir çocuğun kırmızı akıyordur kanı, öteki çocuğun lacivert, değiştiremeyeceğimizi düşünüyoruz: yüzsüzleşmenin itirafı, yüzleşmeye açılan kapı.
Toplumsal bir olay yaşanıp buna toplumsal bir tepki gösterdiğimizde de tepkilerimizde gözle görülür bir sığlık var.
Ataerkiye karşı çıkmak için ille de bir kadının öldürülmesi mi gerekiyor? Kapitalizme karşı çıkmak için ille de yüzlerce işçinin ölmesi mi gerekiyor? Devlet faşizmine karşı çıkmak için ille de bir çocuğun ölmesi mi gerekiyor? Fakat bu ölümler yaşansa bile biz ne ataerkiyi, ne kapitalizmi ne de faşizmi tartışıyoruz. Sadece gündemleşen bir ölüme karşı çıkıyoruz. Bu ölümlerin hiçbiri bireysel nedenlere dayanmamaktadır. Hepsinin toplumsal bir koşulu vardır. Kadınlara yönelik cinayet, şiddet, tecavüz, köleleştirme ataerkinin bir sonucudur. işçilere sefil bir yaşamı dayatan, onları sömüren, öldüren kapitalizmdir. Karşı çıkmamız, yıkmamız gerek bunlardır. Ötesi, vicdan rahatlatmaktan, popüler olmasından kaynaklı tepki göstermekten, kendimizi aklamaktan öte birşey değildir.
Peki ana akım medyanın toplumsal olaylar ve tepkiler üzerindeki rolü nedir? Ana akım medya öncelikle sistemin kendini ayakta tutması için bir propaganda aracıdır. Genellikle toplumsal olaylar çok zorunlu olmadıkça gündemleşmez. Gündemleşse de medya bu olayın nedeni ve sonuçları üzerinden bilinçli bir çarpıtma faaliyeti yürütür. Bu faaliyetinde de oldukça başarılıdır. Toplumsal bilincin dumura uğraması bunun kanıtıdır.
Gündem olanlar genellikle toplumsal bir sorunun sonucudur. Bu sonuçları oluşturan nedenleri doğru bir şekilde çözümleyip bu nedenleri yok edecek programlar, teoriler geliştirip pratiğe geçmezsek daha çok Berkinler, Özgecanlar, işçiler ölecek. Bu toplumsal sorunlarla yüzleşmediğimiz sürece de yüzsüzleşecek; şiddet, tecavüz, ölüm haberlerini bile bir dizi izleyip popüler bir şarkı dinler gibi dinleyeceğiz.
anlam kayması yaşamıştır. kraldan çok kralcı olmak, popüler kültür kölesi olmak(ünlülerin, celebritynin yaptıklarını kopya etmek) gibi anlamlarda da kullanılmaktadır artık.
tdk: politik durumu dramatize ederek halkın ilgini uyandırmak amacıyla yapılan politika, halk yardakçılığı.
adnan menderes, recep tayyip erdoğan gibi siyasetçilerin retoriklerinden aslında popülist olduklarını görebiliyor musunuz? halk için yapılan hiçbir şey yok, her şey sermaye odakları için.. ama yapılanlar sanki halk içinmiş gibi gösteriliyor. tam anlamıyla halk yardakçılığı...
Popülizm, edebiyatı öldürür. Edebiyatın güzelliği; cümlelerin hissettirdikleridir. Her cümle, hissedilen anlamı kadar edebidir; ancak bir amaç-gelir ilişkisine bağlı olarak yazılmış metin, edebi değer taşımaz.
imkanların sınırsızlaştığı böyle bir dönemde, olgunun aslını korumak oldukça zordur. Dolayısıyla çoğu değer, popülist yaklaşımlara kurban gider.
üzerinden para kazanabileceğiniz tek şeydir.
siyasi popülizm, sanatsal popülizm... tüm bunlara baktığınızda birilerinin bundan nemalandığını görebilirsiniz.
akp ve chp'nin farklı açılardan güttükleri politikadır.
halihazırdaki chp yönetimi halkçılıkla popülizmi birbirine karıştırmaktadır. akp ise bu politikayı din eksenli yürüterek 10 yıldır iktidarı işgal etmektedir. bu politikaya kanan halka da herşey müstehaktır.
popo'dan yani halk arasında bilinen tabirle götten geliyor. popülizm de göttü destekleyen yada götten desteklenen halk yığınının kültürünü, değerlerini ve inançlarının yaşama biçimini tanımlar.