bugün

her gördüğünde o nun hissetmediği ama senin heyecanlanıp kalbinin kütür kütür atmasıdır.
süründüren aşk da denebilir.tavsiye olunmaz.
amma velakin gammazcı arkadaşlar sayesinde herşey ortaya çıkabilir.
kalbının gokkusagında rengını bulamadıgı tek derın sırrı...soylenemeyen bırcok sozcuk bogazında dugumlenen ve bırcok sevgı yuregınde haykırmayı hakeden.
(bkz: platonik seks)
Platonik aşkta, insan bir kişiye aşık olurken, önce onun güzelliğine aşık olur, sonra bu güzelliğin tanrıdan geldiğini anlar ve artık herkes güzel görünmeye başlar çünkü herkes tanrının verdiği o güzelliğe sahiptir. Son aşamada kişi tanrıya aşık olduğunu farkeder. Yani bu kişinin aşkı artık seküler değil, tamamen tinseldir
gerçek aşktır.
arkadaşlarınıza, ailenize olan davranışlarınızın istemeyerek te olsa değişmesine yolaçan ızdıraptır.onu düşünmededen yapamazsınız düşündükçe ağlarsınız. gözyaşlarınız ise yanan bir kor gibi yüreğinizde derin çizikler bırakarak ilerler..
hiçbir zaman özel olduğunu unutturmayacaktır. insanın en saf duygularla aşk denen olguya adım atmasıdır. kalp çarpıntısından ibarettir öteye geçemez.
en çok acı veren ama en anlamlı aşktır. aşkın tanımını yapabildiğiniz dönemin ismidir.
ne kavuşmak, ne iyilik, ne iltifat bekler.. Almadan verir, kazanmadan kaybeder görünse de kazanır..*
karsiliksiz ask ile karistirilmaktadir. oysa ki ikisi birbirinden cok farklidir. karsiliksiz askta asik olunan kisinin bundan haberi vardir fakat bu askin karsiligini vermez. platonik askta ise asik olunan kisinin bundan haberi yoktur. hatta bazi durumlarda kendisine asik olan kisinin varligindan bile habersizdir. neresinden bakarsan bak pis bir durumdur. hayat gelmis geciyor saldirin gitsin derim.
üstad fuzuli ne güzel anlatmıştır şu dizeleriyle platonik aşkı..

"payın sadası gelse de sen hiç gelmesen,
men dinlesem, kıyamete dek vuslat istemem,
bulsam izinle semtini, ol semte ermesem,
aşsam zamanı hasretin encamı gelmeden.."

sen hiç gelmesen, ayağının geliş sesini kıyamete kadar dinlesem yeter; ayrıca vuslat istemem. senin izini takip ederek mahalleni bulsam ama o mahalleye bir türlü ulaşamasam. ve ayrılığın sonuna ulaşamadan, bütün zamanı aşıp başka bir boyutta, aşk boyutunda yaşamaya başlasam..
yine bir pazartesi sabahı...
sabahın köründe kalkmak hiç bu kadar güzel değildi, bu kadar heyecanlı değildi
ama şimdi acele ediyorum
bir an önce otobüs durağına gelebilmek için
onu görebilmek için...
"6.40 ekspresindeki kız"ı görebilmek için...
sonunda geldim işte durağa, yine oradasın,
saat 6.32 gibi gelmişsin her zamanki gibi
benden 2-3 dakika evvel
yine nike çantan ve siyah beyaz converselerin
yine kumral saçların ve ela gözlerin
güneş tepelerin ardından yükselirken parıldırıyorlar..
ah keşke yanına gelip "günaydın" diyebilsem
o aramızda kalan üç metreyi yürüyebilsem..
neyse otobüsün kapıları açılmış...
keşke oturabilsem yanındaki koltuğa, olmaz işte
hemen arkana oturdum bende
belki saçlarının kokusunu alırım diye
o da ne ?
cebinden neden çıkardın telefonunu ?
Allahım korkuyorum...
neyse.. saate baktın herhalde..
ne de güzel bakıyorsun camdan dışarı
saçların nasıl parlıyor güneşin ışığında
artık duyulmuyor 86 model otobüsün motorunun gürlemesi
"arkalara doğru ilerleyelim" diyen şöförün sesi
kulaklarımda sadece güzellğinin ninnisi
biliyorum, hayatım boyunca tek kelime konuşamayacağım seninle
bir kez olsun dokunamayacağım eline
ama olsun varsın, böyle de güzel seni sevmek..
bu arada nasıl geçti istanbul'un trafiğinde bir saat..
geldim işte durağıma...
kalktım ayağa, inmek üzereyken dönüp son bir kez daha baktım yüzüne...
sen ise sadece güzeldin..
ve masum..
bir melek gibi...
yarın sabah görüşmek üzere hoşçakal...
hoşçakal "6.40 ekspresindeki kız"...
adın her neyse,
hoşçakal...
bok gibi bişeydir.
acı verir.
insanın kendini üzmekten başka birşeye yaramayan, karşınızdakinin sizi umursamadığını her hissettiğinizde daha da çok acı çekmenize neden olan, yalnız, çaresiz, ümitsiz hissettiren berbat durum.
aşkın hallerinden biri, olsun buna da razıyım..
saftır, sadedir; temizdir, kirlenmemiştir kirlenememiştir çünkü insan ruhuyla yaşar aşkı, içten ağlar, her şarkıda gözleri dolar, ufukta onun silüetini yaratana kadar dalar gider uzaklara, gece yatağına yattığında her duasında onun ismi geçer, bir kerecik görebilmek bir kerecik konuşabilmek için yapamayacağı şey yoktur, uzaktan sever onu delicesine, yeri gelir kendinden vazgeçer hiç bir şey beklemeden...
siz onu hayal ederken, rüyalarınızda onu görürken, sabahları uyandığınızda aklınıza gelen ilk şey onun yüzüyken, onun bambaşka bi dünyası vardır içinde sizin olmadığınız. bunu kabullenmek zordur, bu gerçeği bilip vazgeçmek zordur, ondan başkasını isteyebilmek zordur ama belki de en zor olanı siz onun için bunca şey hissederken onun bunu hiç umursamamasıdır.
ergenlik dönemindeki cocuklarin yetiskinlere göre daha cok yasadigi sey.
sıkıntı, dert, tasa, kafa yormak, ağlamaktan başka bir bok sağlamayan, acı çektiren boktan bir şey. açıl gitsin. eğer kabul etmezse kendi bilir. sana kız mı yok lan!
biz,
inatçı bir bahçıvanız.
siz,
yedi yılda bir açan gülümüzsünüz.
erişilmez oluşunuz yıldırmıyor bizi,
bilhassa bu yüzden
makbulümüzsünüz..
genelde arkadasliklarda gorulur, onu kaybetmek korkusundan asla soyleyemezsin... ona platonik ask denir iste evlat.
ifade etmenin zorlugu bir kere duman eylediyse, zordur bu.
yaşamaktan yaşamak.

(ne oluyor?)

kendime not : bu haftayı unutma.
Olgun yaşta inanın çok zor platonik aşkın sizi vurması. Ya da bende hiç olmadı, anlayamam. Ancak, bana olan platonik aşkı dinledim yakın zamanda, buz kestim. Ve çocukluğuma gittim.

ilk çocukluk aşkımı ben de platonik sevdim, yaşadım, 5 yıl hem de...
Her yazın köye gitmek için deli gibi can atardım. O yaz tatili hiç bitsin istemezdim. Okumaktan hiç haz almadığım, anlamanın esamesini bile bilmediğim o arapçaya, bana ölümü anbean hissettiren ve beynime naşkeden cami köşelerine, ona daha yakın olmak için giderdim, katlanırdım. Ruhumdan çok şey eksilirdi, psikolojimi alt-üst ederdi bu med-cezirler ama, o aşk için kendimi alabora ederdim, ettim, pişmanlığını da hiç hissetmedim.

O yeşil gözlerinin renginde olan bilyelerini en çok bunun için sevdim. Ve hala yeşil bilyeler bana onun gözlerini hatırlatır. Kendisi bir poşet dolusu bilyeleri ile köyümüzün evinin avlusuna gelirken, ağabeylerimden çaldığım diğer renkli bilyeleri çıkarırdım ben de. O gelirdi bahçemize, ben dökerdim önüne bilyelerimi. Belki de kazık kadar kız olduğumda, hala erkek oyunları oynamamın yegâne sebebiydi platonik aşkım.

O öyle bir aşktı ki bana kalan, bende olan; Ortaokulun ikinci yılında (ben 5 yılda bitirdim ortaokulu ) ona çok benzeyen bir çocuğa aşık olduğumu sanmamın etkisi, onu hala çok sevmemdendi.

Bir gıdımcık cüsseme inat, benden büyük bidonları alıp evlerine giderdik yeğenlerimle, su almaya. Bir dakikacık onu görmek kâfiydi benim için.
Bazen hayallerimi dolduran gül cemalini göremezdim, ellerim dolu su bidonlarına kuvvet, beynim onun hayaline emanet, patika yollarda tabana kuvvet, eve yollanırdık.
Yolda da az dalga geçilmezdi benimle. Kırılan kalbimi hep onun aşkı, hayali telafi eder, kırgınlığımı alır götürdü.

En çok da bunun için ağlattılar beni. Belki de bu kadar katı olmamın nedenidir bu! Hep tehdit ettiler, bildikleri mahremimi ona açmakla sindirdiler beni. istemiyordum bilmesini. Hem nasıl olacaktı istanbul-Sakarya sevgililiği?

Şimdi, onu görmenin imkânı var, her köye gidişimde ona bir adım daha yakınım, büyüdüm, adımlarım da büyüdü ya; o zamanlar yüz seksen adım olan yol artık doksan adım kadar kısalmış vaziyette.
Ama öyle kalsın istiyorum. Karısı ile, bir oğlu ve oğulcuğunun vurmuş olduğu kızının yanıklığı ve hasreti ile.