6.nesil siliktir kendisi. hazırlık okurken tıpçıyım diyebilen tiplerdendi kendisi. basit bi yazardı, allah taksiratını affetsin, ama salça affetmemiş heralde.
piyon denilen taş satranç oyununda adamı rezilde eder vezirde...
işte bu sana kalmış bir durum oyuna göre rezillik ve vezirlik durumu tamamen stratejine bağlı o yüzden satrancı yüzyıllardır yaşatan şey strateji oyunu olmasıdır.
Piyonlar en önemli taşlardır. Şahı saymam taştan çünkü; şah bir taş değil oyunun kendisidir. Piyonlar ise oyunda 'sadece var olan' taşlardır. Var olmaya çalışmazlar. Dertleri olmak ya da olmamak da değildir. Onlar sadece vardırlar. Orada bulunurlar. Ve ''asla'' bir yere varmaya çalışmazlar. Ama buna rağmen ''daima'' ilerlerler. Piyonun bir taşı yemesi ise; var olma çabasından değil ilerleme özelliğindendir.
Piyonlar bir yere varmaya çalışmazlar çünkü; bir yere varamazlar.Bir piyon tahtanın sonuna kadar ilerleyebilir ama o zaman da benliğini kaybedip piyon olmaktan çıkar ve başka bir taşa dönüşür.
Piyonlar o kadar güzel becerirler ki tahtada var olmayı; önü boş ise ilerler doluysa bekler, varacağı bir yer yoktur çünkü. Zaten piyon olması ile bütün taşlardan öndedir. Sonradan kendisini bir çırpıda geçenler ise ya yok olur gider ya bir köşede sıkışır yahut herkesin sonunu hazırlarlar. Bu nedenlerledir ki tam bir ilerleme ustası oldukları gibi aynı zamanda beklemenin de pîridirler.
Oyunda kazananlar sadece piyonlardır. Çünkü vardırlar. Var olmaya çalışmazlar. Varlıklarını bilirler ve varacak yerleri olmadığı için ilerlerler. Çünkü asıl varacak yeri olan yerinde durur. Gitse de o gidene kadar varmak istediği yer mutlaka değişmiştir. Bu yüzden 'yalnızca' piyonlar ''sadece ilerlerler''.
güçsüzdür. hayatı bir satranç tahtasına benzettiğimde bazen üzüntülüyken piyon olduğumu hissederim. mutluyken bazen vezir. ama hiç arasını hissetmedim. ya en iyi ya en kötü. ya hep ya hiç.
michael sikkofieldın yazdığı enfes kitap. açıkcası beni şaşırttı çünkü blog tadında dandik bir kitap bekliyordum. ama tüyaptan eve dönene kadar 106 sayfayı su gibi okuyunca adama hayran kaldım. lan adam meğerse siklemediği için blogda dağınık anlatıyormuş. o ne güzel olay örgüsü, o ne güzel anlatım tarzı lan.
hiçbir edebi değeri olmayan, olaylar arası kopuklukların bulunduğu devamlılığı kurgusal olarak sağlayamayan kitap.
bu gibi cümlelerle sikko'nun romanının amına bile koyarım ama ne yazık ki şurada okuyacağımız sik kafalı bi adamın sikten yorumları ile o kitabı almadan, okumadan fikir sahibi olabilecek potansiyele sahip insanlarız. alın okuyun, sonra beraber olmamış diyelim. ama bu adama bir şans verelim, güzel düşünüyor. bir gün güzel de yazar belki.
sikko'cuğum, sen güzel bir kardeşimizsin, lakin tutarsızlık sana göre değil. mutlaka buna hakkın var lakin seni sen yapan kafamızdaki gerçeklik seni bu halinle kabul etmiyor, sikeyim edebi eser olmayışını, kitap olayı farklıdır, valla billa farklıdır, bir dahakine ham meyveyi koparma dalından.
olay kurgusu ve bağlayıcılığı çok iyi değil. tespitler ve betimlemeler şahane. başlarken beklentim çok yüksekti belki de ondan çok çekici gelmedi hikaye. bazı yerlerde tamam bu sefer oldu, mantıklı diyorum ama 3-5 sayfa sonra şizofren birini mi okuyorum hissine kapılıyorum. belki de okuyacağımı beklediğim şeyin bu olabileceğini düşünmediğim için hikaye çarpıkmış gibi geldi. blog yazılarını tercih ederim. neden mi? çünkü orada anlatmaya çalıştığı şeyler ve çabası daha samimiydi. şimdi kitabı beklentiyi karşılayamayınca bir değişik oldum.
beklentimi karşılamayan kitap. sürükleyiciydi de ben bunu beklememiştim ki. klasman içi şeylerle dolu bir kitap beklediğim için beklentimi karşıamadı belki de. betimlemeleri güzeldi ama bir süre sonra her şeyi aynı yolla betimlediğini fark edince soğudum sikkodan. *