filmlerden ve rus romanlarından aşina olunan, ister istemez hayali kurulan/kurulabilen masalsı durumdur. türk dizilerinde piyanonun yeri bambaşka; merdiven altında boş yer kalmasın diye dekor amaçlı kullanılıyor, onu boşver.
bir düşünsene, 3-4 yaşlarında peltek peltek konuşan, rengi hiç farketmeyen, cinsiyeti daha da farketmeyen, uslu, saygılı bir genç-ergen olma yolunda emin adımlarla ilerleyen, şirin mi şirin, size sarılışı daha bir şirin çocuk, üç tekerli bisikletini sürdükten sonra sütünü alıp, piyano sandalyesine oturduğunu. işin boyutunu, klasik eserleri ilk dinleyişte çalan, doğa üstü yeteneklere sahip çocuklara çekme. daha yalın düşünelim.bahsettiğim, evde müzikle uğraşan bir bireyin var olması nedeniyle, aileye katılmasının üzerinden çok yıllar geçmeyen henüz üyelik kartı çıkmamış bir yaştaki çocuğun, bu enstrüman sevgisi ve biraz da bilgisiyle eğitilebilmesi. neticede, her şey ilk olarak ailede başlar; konuşmak, şakalaşmak, gülmek, ağlamak, saymak, yalan söylemek, şarkı söylemek, dans etmek vs. neden enstrüman çalmak bunlardan geri kalsın, değil mi ? kendi halinde bir şeyler yapmak tam da bu durum için. biraz olsun çocuğun hamurunda müziğe dair kırıntı varsa, kendini böyle bir ebeveyne sahip olduğu için çok mutlu hissedebilir; hissetmese de canı sağ olsun tabi.
bazı teknik direktörler var, hayatında profesyönel olarak top oynamamışlar; adını hatırladın bak! ama onlar, topun peşinden nasıl gidileceğine dair dahice fikirlere sahipler. belki o denli yüce makamlara ulaşılmaz ancak hayatta ilk şart, '' yapabileceğinin en iyisini yapmak '' ise, uğraşmaya değerdir.
neticede bu bir hayal, bir hedef. zaman bir şeylerin ilacı, diğer şeylerin de hastalığıdır. bekleyip görelim, amin.