--spoiler--
Adanayı ikiye bölen Seyhan Nehrinin kenarında oturmuş, güneşin keşke daha uzun sürseydi dedirten güzellikteki batışını seyreden üç arkadaş ; Pire Nuri, Asil Ahmet ve Bit Ahmet..
Asil ; Ne düşünüyorsun Pire kardeş
Nuri ; ;Hacıhüsrevli Melahatı bizim tarafa çekmek lazım.
Bit Ahmet ; ;Tanır mısın ki?
Nuri ; Tanımam.
Asil ; Lan kardeşim, tanımadığın avrat gelir mi sana?
Nuri ; Bir çaresi vardır elbet. Şimdi, bu avradı biri getirdi buraya. Önce, kimin yanında onu bulmalı.
Bit Ahmet ; Olsa olsa Çapırt Mehmetin yanındadır. Veya, Malatyalı Sabrinin.
Nuri ; Hepsini düşüneceğiz. Bu gece, bu karıyı bulmalı.
Asil ; Bulsak bile, verirler mi bize? insan nafakasını kolay kolay kaptırır mı?
Nuri ; ;Önce tatlılıkla, güzellikle isteyeceğiz. Verdi, verdi. Vermedi, çökeceğiz tepesine. Zora dağ bile dayanamamış.
Yılmaz Güneyin askerliği öncesindeki son filmi. 1972 yılında Aykut Düz yönetiminde tekrar çevrilecektir ; ‘Kadersizler
60’lı yılların Adanası.. Hadırlı Köyü (Sarıçam semtindeki gecekondu mahallesi). Geçen taşıtların ayırtına bile varmadan, yol kenarındaki çöp yığınlarında [yoksa Manila (Filipinler) yakınlarındaki ‘Smokey Mountain; adlı devasa çöplüğe benzediği için,dağlarında mı demek lazım] bir şeyler arayan çoluk çocuk onlarca insan.
[‘Gitmesek de bizim dediğimiz bu yerlerde, okyanusun ötesinde kurulan Barış Gönüllüleri Örgütü (Peace Corps), iyiliksever(!) pek çok çalışma yapmıştır mutlaka.] Biraz içerlerde, tek katlı, basık, büyük olasılıkla bir odalı, sahipleri gibi eğri büğrü evler. Her tarafta çamur, çocuk, çamaşır. Biraz uzakta Yılmaz Güney filmlerindeki umut ; Beyaz yaka ve siyah önlükleriyle okula giden iki kardeş. Her seyredişte başka bir ayrıntısını gördüğümüz film, bu mahalleden üç arkadaşı, istanbullu Parlak Selaminin Hacıhüsrevden getirdiği, piyasaya her çıkışında en az 3-4 cüzdanla dönen Melahatı (ve daha nice kişiyi) anlatıyor.
(Rıza Tüzünün sesi ile) Bit Ahmet.. Pire ve Asilden farklı olarak, karısı, dört çocuğu ve filmin başında kucağından indirmediği horozundan oluşan bir ailesi var. Belli ki, Sıtkının Horozcular Kahvesindeki dövüşlerden para kazanıyor.
(Sadettin Erbilin sesi ile) Asil Ahmet.. Resulün (açık hava) Kahvesinde, mahalle kemancısının ‘müziği ile bir tepsi halka tatlısını hapur hupur yerken tanıdık onu. Kemancıya, teşekkür için, yarısı yenmiş bir tatlı
veriyordu. Bit Ahmetin, içinden çıktığı eve benzeyen giysileri gibi Asil Ahmetinkiler de önadıyla uyumlu. Çok eski ama ona yakışan bir palto. Ceketinin göğüs cebinde bir mendil. Arkasına basılı pabuçlar ve beyaz çoraplar. Uzun ve beyaz bir atkı. Doyduktan sonra, elini ve ağzını sürahideki suyla yıkayıp bu atkı ile kurulamıştı. Hep, çok sevdiği ama hiç olmamış ve olmayacak dostundan söz ediyor.
(Nedret Güvençin sesi ile) Melahat.. işe çıktığı zamanlar mutaassıb. Cüzdanların saklanması için çarşaf giyiyor. Keçi ve koyun dolu hayvan pazarında, o giysiyle bile ne kadar alımlıydı. Filmin sonlarına doğru söyledikleri ; Benim bir babalığım vardı. Anamın üçüncü kocası. Çok akıllı bir adamdı, tımarhanede öldü. Rahmetli derdi ki Arkadaşlarından kuvvetli olduğun zaman onlardan kork, onlardan bir kötülük beklederdi. Günlerin sayılı artık Nuri. Seni ya öldürürler ya deliğe tıkarlar. Tetikte ol. Leblebiden nem kapman lazım.
(Abdurrahman Palayın sesi ile) Pire Nuri.. Lastik çizmeli ve parkalı. Kendisini, Selamiye şöyle tanıtmıştı ; Bana Adanalı Pire Nuri derler. 19 senem var. Diyarı gurbet gezmişim, mekân tutmamışım. Bir bıçakla adamı ikiye bölerim.” Filmin başında, sokakta bir iskemleye oturmuş davul zurna eşliğinde sakal tıraşı yaptırıyordu. Hapisten ‘tahliye olduğu gün, dış dünyaya uyum gösterip Arabacı Cabbar’dan 300 liralık ‘olmayan alacağını istemiş, direnince de iki zumzuk atarak’ sorunu çözümlemiş. Eskiistasyon Karakolunda Komiserin Cabbar’la ilgili olarak yaptığı konuşma sırasında Hacıhüsrevli Melahatın Adana’da olduğunu öğreniyorlar. Pire ilk değil ama ikinci denemesinde Melahat’ı istanbullu’nun elinden alır almasına ancak başlarına da gelmedik kalmaz.
Sonradan “Seni kaçırdık ama yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Bir hayal uğruna hayatımızı felç ettik” diyecektir.
Filmden, güzel bir türkü ; “insanoğlu bir binadır // Dokunmayın taşına // insanoğlu yaşayamaz // Dünyada tek başına //**// Mert isen namerdin yeme // Ekmeğini aşını // Düşersen kaldıran olmaz // Taşa vursan başını.”
Uçsuz bucaksız sahil (Karataş Plajı) ve soluğumuzu sıklaştıran deniz..
Asil ; Denize mi bakıyorsun?
Melahat ;Hayır, denize bakıyorum.
Asil ; Deniz iyidir, ha.
Melahat ; Bir şey mi diyeceksin?
Asil ; ..Benim canım sana çok ısındı be. Niye dersen, benim bir dostum var tıpkı sen..
Melahat ; Öyle mi? (Uzaklardaki Pire Nuriye bakarak) Çok mu seviyorsun dostunu?
Asil ; Çok da söz mü yani?
Melahat ;(Hâlâ Nuri;ye bakarken) O da seni seviyor mu?
Asil ;Abov, hiç sevmez olur mu bacım? Beni görmediği gün ölür kahrından. Beni hep tertemiz yataklarda yatırır. Kokular, esanslar sürer. Başımı, ayaklarımı yıkar. Beni çocuğuymuşum gibi sever. (Bit Ahmet gelince toparlanır) Diyeceğim deniz iyidir ha. Ben çok severim denizi. Bir defasında ırmağa düştüm ben.. Ehh, bana müsaade.
Bit ; Ne anlatıyordu bizim Asil?
Melahat ; Dostu bana çok benziyormuş
Bit ; Kimin? Asilin mi? Onun dostu yoktur ki. Ama, Asil öyle zanneder. Yalanına kendi de inanmıştır. Biz beraber büyüdük. Bütün arzusu dost sahibi olmaktı. Olamadı.
Melahat ; (Bakışları hep çok uzaktaki Pirede) Nurinin dostu var mı?
Bit ; Yok. Hapislerde yatmaktan karılara vakit ayıramadı.
--spoiler--