izmir de uyarınca kızıyorlar hacı.
Sanane o zaman bakma diyorlar. Millet bi rahat ki sorma.
Töbe bi daha yolum düşerse. Ar, edep kalmamış.
Münasip yerlerini bile örtmüyorlar.
eğer yozgatlı ise şu şekilde bir uyarıdan daha naziği beklenmemelidir:
- ulan dal daşşah dışarda çıkıyon yola ulan olum gocaman adamsın arada bi iki yanına bah.*
sabun kokardı elleri,
karşılıksız hiç bi iş yapmazdı a**na kodumun ipnesi
oysaki terk edişlerinden sonra dahada görmemişti atladığı rusları,
şuuruna kan tesir etmiş ellerinin nasırlaşmış avuç içlerinden alamamıştı gözlerini,
ve kollarımda ağlardı en edepsiz hikayesi;
karısızsızlığa ağlardı balkonumda,
ve yine kolları ağrırdı sabun kokulu çavuş tokatlamalarında...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben at yar raaa.
ne de güzel bir gündü oysaki...
ufunet organlara sahip dişilerden uzak, birtakım erken boşalmaların kaosuyla halvet olmaktan heder olduğumuz, cumhuriyet altını için götünü vermeye razı bedavacı totoşlarla paso oynarken, taşak geçerken. şen kahkahalar attığımız, penceremize üst kattan silkelenen halının ucu "çıttaak çıttatak" diye vururken, evde karafatma besleyip farelerle papaz olmuşken, kimi zaman tencerenin dibinde kalan son menemen kırıntılarına ekmek banarken gülümsediğimiz, muktedir abinin yüreklerimize afrodizyak etkisi yapan pembe gömleğini giydiği bir gündü o gün...
yine her pazartesi olduğu gibi ekseriyetle bir araya geldiğimiz, beş dönümlük arazi üzerine inşa edilmiş olan, şenyuva keranesi'nde en sevdiğim godoşlarla birlikte ödetmesine attırmaca oynuyor, fırsattan istifade etmeye çalışan yancı kevaşelere de usulca suni teneffüf ediyorduk. tanrım ne de güzel ediyorduk...
muhabbetimizi sonlandırmamızın ardından, herkes yanında getirdiği ekmek arası salçalı sandivicini yemeye koyuldu.
yanımdaki sikkolar yavaş yavaş ellerindekini kemirirken, ben çoktan bitirmiş sigaramı kaymış tuvaletin yolunu tutmuştum bile.
keranenin tuvaleti fevkaladenin fevkinde pis olduğundan mütevellit kendimi sokağın yosma koynuna bırakmış, acil tarafından siğdirmek için bir yer bakar olmuştum. öylesine ısrarlı bir bastırmaydıki bu mesaneme adeta yerkürenin tüm kevaşeleri pipimin ucundan emikliyordu. duvarın dibinde kendimden geçmiş bir hald uyandığımda saat sabahın bilmem kaçıydı. gözlerimi hafifçe araladım laciler içersindeki yurdumun emekçi memuru utana sıkıla o sihirli sözcüğü söyledi "çok afedersiniz ama beyefendi, sanırım pipiniz gözüküyor".
o kibar ses tonu bile yetmemişti kasıklarımdaki ağrıyı almaya.
tanrım sanki harabeye dönmüştü vücudum...
o'nların yedikleriyle benim yediğim aynıydı bağırsaklarımda olması gereken bu illet neden pipimde sirayet etmişti?
ve ağlamaya başladık polisle beraber,
durduramıyorduk da üstelik inci tanelerini.
ağlıyorduk işte.
biz ağlıyorduk yine...
evini geçindiremeiğinden hayatın zorluklarından bahsetti bana, bende ona derin abazanlığımdan.
dereler çağlardı gözlerimizde,
sabun kokardı ellerimiz,
karşılıksız hiç bi iş yapmazdı a**na kodumun ipneleri!
oysaki terk edişlerinden sonra dahada görmemişti atladığı rusları,
şuuruna kan tesir etmiş ellerinin nasırlaşmış avuç içlerinden alamamıştı gözlerini,
ve kollarımda ağlardı en edepsiz hikayesi;
karısızsızlığa ağlardı balkonumda,
ve yine kolları ağrırdı sabun kokulu çavuş tokatlamalarında...