kelime anlamına bakıldığında dahi mesele anlaşılabilir bir hal alacaktır. bergman'ın tanrı'yı bir kenara bırakıp toplum ve insan, kişi ve kendisi gibi konulara yönelmesinin sonucunda ortaya çıkan bir filmdir. elbette "sessiz kalan tanrı"yı da unutmamıştır yer yer ancak genel hatları ile film bahsini ettiğim konu etrafında dönmektedir. filmde ontolojik kaygıların varoluşsal sancılara dönüşü ve insanın kendisi ile olan-evren ile olan çatıması yansıtılmaktadır bir tutam heidegger bir tutam sartre katılmış ve film sonlarına doğru "farkına varma" durumuna geçmiştir. insan bir bakıma olanı kabul etme ve çatışma sürecini sindirme eğilime girmiş, us ile saçma (absurte) arasında köprü kurup kendisini en baştan tanımlamıştır. işte filmimiz de buna benzer bir durumu anlatmaktadır.
Hayır bunu yapamazsın ama hareket etmeyi reddedebilirsin, konuşmayı reddedebilirsin,o zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun.
--spoiler--
varolmanın umutsuz düşü. var gibi olmak değil, var olmak. her an bilinçli, aynı zamanda kendin için olduğun insanla diğerleri için olmanın farklılığı. baş dönmesi hissi ve sonunda yorgunluktan ölme isteği. içinin görülmesi, kesilip biçilmek, hatta hatta yok edilmek. her ses bir yalan, her jest sahne, her gülümseme bir tuzak.intihar mı? hayır!(...) ama gerçek kan kırmızıdır, saklandığın yerde kalamazsın. hayat her şeyin içine sızar.
--spoiler--
--spoiler--
böyle olmak zorunda mıydı? Yalan söylememek, gerçeği söylemek, dürüst davranmak gerçekten bu kadar önemli mi? insan aklına geldiği gibi konuşmadan yaşayabilir mi? Yalan söyleyip kıvırmadan, bahane bulmadan. insanın kendisini biraz bırakması, boşvermesi, yalancı olması, daha iyi değil mi?
--spoiler--
Bergman ın gitgide sindirilen sindirildikçe sevilen filmi. Hele bi tokat sahnesi vardır ki holywood ın testere gibi şiddet istismarı yaptığı filmlerdeki sahnelerden bile çok daha etkilidir, sıkıcıdır çünkü bergman olayları çekmez psikolojiyi çeker, duyguları çeker şiddeti çekmez acıyı çeker.
carl gustav jung'un ortaya attığı maske psikanalitik teoremi okunmadan, hakkında yüzeysel tanımlamalara gidilmesinin yanlış olduğu film. bunla beraber, başarılı ama sükse sahibi bir yapım değildir.
persona teorisinde jung, bireyin toplum tarafından kendisine yüklenen gelişim ödevleri ve rolleri hasebiyle geliştirdiği ve sürdürmek zorunda olduğu bir üst benlikten söz eder. bu benlik, yapmacıktır ve zorunludur. sosyallik barındıran bu maske, bireysel içselliği törpüler. öte yandan aslolan doğanın içerisinde toplum tarafında izole edilmeye sebep olacak pekçok nüans barındıran diğer benlik ise, bastırılmaktadır. insan doğası, bu iki tabiattan, toplumca yaşatılması istenenin hükümranlığı altındandır. jung'un maskesini ingmar bergman'ın metrajından izlerken de, bu içsel benliğin haykırışı daha filmin başında açığa çıkıyor.
filmdeki başrol oyuncumuz olan elisabet,(liv ullmann) toplumca kendisine dayatılan oyuncu doğasını artık daha fazla taşıyamaz ve anormal bir kahkaha patlatıverir. bundan sonra açığa çıkan ikincil benliğini, sadece susarak etrafını kavramada kullanır. bu yolda tedavisini üstlenen hemşire alma( bibi andersson) da, kendisine yardım etmeye çalıştığı evrelerde, samimice içini döker. kadınlardan birinin farklı bir yaşamı dinlemeye, diğerinin de içindekileri dökmeye ihtiyacı vardır.
ne var ki, elisabeth'in mektubu ikilinin arasını açar. takibenki pasajlarda, 66 yapımı bir film noir'in sadeliği ve detaycılığı izleyici içine çeker. teoreme vakıf olunduğu takdirde: "ne yapıyor bu kadınlar yahu?" denmeksizin, filmin ambiansına adapte olunabilir.
bergman'ın izlediğim ilk filmi ve tabi ki son filmi olmayacaktır.
güçlü görünenin aslında nasıl yardıma muhtaç olduğunu, geçmişte yapılanların aslında içten içe insanı nasıl rahatsız ettiğini ve kendine döndüğünde bunların nasıl gün yüzüne çıktığını açıkca sunmuştur bergman bu filmde.
Bir insan iki ruh kadar kısa bir dille anlatılamayacak kadar derin kelime.Aynı anda masumiyet ve erotizm,şiddet ve sevgi,sıcak ve soğuk ne ise persona da odur.Aynı zamanda varoluşun girdabında sürüklenen iki kadının hikayesi.
mozilla firefoxun kişiselleştirilebilir temalarına verdiği isim. toolbarların ve ana kontrollerin olduğu arka planı daha önce hazırlanmış veya custom olarak tasarlanabilen tema eklentileriyle değiştirmek mümkündür. bu eklentiler persona'lar olarak geçer.
http://getpersonas.com adresinden edinilebilir. metallica fanları için "metallica old band" isimli personayı tavsiye ederim.
şimdi sizlere filmden yaptığım çıkarımları sunacağım, uzun zamandır izlediklerimin en iyisiydi kesinlikle tavsiye ediyorum.
--spoiler--
Film birbirinden alakasız görsel gösterimlerle başlar, kadın tüm zerafeti, güzelliği, yeteneği, vizyonu ve şöhretiyle durmaktadır ama yetmez, yetmez çünkü bunların hepsi yalandır bunların hepsi bir maskenin içinde yaşayan toplum tarafından kodlandırılmış oluşumlardır, kadın gerçek ve sahte olanın ayrımına vardığında susar, konuşmaz sahte olan'a karşı verdiği tepkidir ve bir nevi kendi pasif direnişini gerçeklştirir susarak işte bu yüzdendir ki yanan vietnamlı rahip'i görürüz kadının gözünden, kadın bu pasif direnişi gördüğünde dehşet'e kapılır korkar, ürperir çünkü toplum bunu kodlamıştır insanlara ve bu sahte olandır çünkü kadın aslında kendi içinde kendi pasif direnişinde kendini yakmaktadır, gördüğümüz hemşire alma bir aynadır, gerçektir, kadın'ın maskesini çıkardığında kendi olma biçimidir, maskeyi çıkarmak ve yalanı bitirmek için kendini susturur ve maske sustuğunda gerçek benlik konuşmaya, anlatmaya, pişman olmaya, kabul etmeye, zarar vermeye, itiraf etmeye başlar ve bu başlangıç toplumda ki iyileşme sürecini müjdeler.
--spoiler--
'Sinema var, o halde düşünüyorum diyor Jean Luc GODARD..Persona nasıl yorumlanabilir? Alfred Hitchcock' a göre gelmiş geçmiş en iyi film', Slavoj Zizeke göre gerçeklikten daha gerçek bir filmdir. Ama her şeyden önce herkesin üzerinde ahkam kesemeyeceği, Bergmanın en iyi, dünyanın en etkili filmlerinden. Neredeyse üzerinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen, bir türlü aşılamayan, düşündükçe düşündüren, sorguladıkça katman katman çoğalan bir dipsiz anafor..En azından yorum demesek de filmin içine girip, herkesin denediği raksı ben de yapmaya çalışayım. Her şeyden önce kendi hesabıma eklemeliyim ki Liv Ullman beni en çok etkileyen karakter oyuncusu.. O yeşil gözlerindeki derinlik, insanın girip içine kaybolmak isteyeceği cinsten. iyi dikkat edilirse yüzü hiçbir makyajı kabul etmeyecek bir estetik bütün. Eğer makyaja zorlanırsa o ruhani gizem bozuluyor. .Bergmann değişmez görüntü yönetmeni Sven Nkvist, yine fotoğraf kareleriyle bizleri büyülüyor. Evet, yaşamımızda hangimiz toplum içinde kullandığımız maskelerden şikayetçi olmadık? Yalan ve sahte gülümsemelere karşı aynı yapmacık zorlama gülümsemeleri fırlatmadık mı? inanılmadığını bildiğimiz halde hep yalanlara başvurmadık mı? Bazen her şeyden vazgeçip kendimizi dağlara vurmak istediğimiz olmadı mı? Bazen o kadar hassas olduk ki, kimseyle konuşmadık, hayata küstük, yalan söyleyen tüm insanlardan nefret ettik. Bergman bir söyleşide filmin doğuş öyküsünü anlatırken şöyle diyor : Bir gerçeklik krizi beni düşüncemi açıklamaya yöneltti. Gerçek nedir ve kişi ne zaman gerçeği söylemelidir? Cevabı o kadar güç geldi ki, sonunda gerçekliğin tek biçiminin sessizlik olduğunu düşündüm. Sonunda bir adım daha ileri giderek, bunun da bir rol, bir cins maske olduğunu keşfettim. Film hepimizin günlük yaşamda maskeler (persona kısaca maske demek) kullandığını, gerçek davranış ve düşüncelerimizi sergilemediğimizi ve zamanla bu role alışarak kendimize yabancılaştığımızı veya içimizdeki gerçek ben ile maskenin çatışmasından kurtulamadığımızı imgeler. Oysa cesur ve güçlü kişilik sahipleri (bu filmde Elizabeth in suskunluğu seçmesi) kendinin gerçekte kim ve ne olduğunu fark edip, maskeleri bir yana atarak sahteliğe direniyor. Birçoğumuz buna cesaret edemiyor, toplumun bize tüm dayatmalarına karşı ya yaşam boyu içimizde çatışıp duruyoruz, dışarıya karşı her şey normalmiş gibi davranıyor, ya da ilerde bir şekilde kafayı yiyoruz. Elizabeth bilinçli olarak suskunluğa gömülünce doktoru o meşhur replikte şöyle der : "Anlamadığımı mı zannediyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü.Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte, aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlıkla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma, baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık. Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta yok edilmek. Her kelime yalan, her jest sahne, her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi.. intihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç. insan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir, hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz. Birkaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere inanır insan. O gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlamdı. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin, yoksa yalan mısın demiyor. Alma ile Elizabeth gittikleri adada zamanla roller değişir ve aynı maskede erirler. Sinemanın o ender sahnesinde, Alma ile Elizabethin yüzleri birleşir. isimlerinin anlamları da tesadüf değil: (Alma =ruh, Elizabeth= tanrının kızı)..Artık Alma anlatır Elizabeth dinler. Topluma göre günahlarını Elizabethe itiraf eder. Kimilerince dünyanın en erotik öyküsü kabul edilen 4 kişilik grup sex, hamile kalış ve çocuğun aldırılması. Elizabethin de tam simetriği, sanatçı kişiliği ve sorumluluk duyguları nedeniyle doğan kendi çocuğunu bir türlü kabul edemeyişi ve sevgisizliği.. Alma bir mektup nedeniyle Elizabethin bu sanatçı kibrinin ve sevgisizliğinin kendine de gösterildiğini görünce tepki duyar. Elizabeth, adaya gelen kocasını, Elizabethin maskesi olan Alma nın görüntüsüyle karşılar. Gerçek maskesiz Elizabeth ise yanlarında dinlemektedir. Yine o müthiş sahnede, önce Elizabethin dinlemesini izleriz sonra aynı replik başa sarar. (hayır film kopyasında bir kayma yok) bu kez Alma konuşurken yani Almanın yüzünü görürken, aynı repliği tekrar dinleriz. Çünkü Dinlenilen ve anlatılan şey aynı değildir. Uzatmazsak, filmde bir çok tartışılan sahne de var: Açılış jeneriğindeki erekte olmuş penis, filmin sonundaki erkek çocuğun Elizabethin çocuğu olup olmadığı, nelerin düş nelerin gerçek olduğu vs.. Maskeleri düşürelim, bir de öyle deneyelim; belki gökkuşağı dünyaya doğar..