2006 yapım gizem/macera filmi. adı yüzünden splatter/gerilim tarzı bir şey bekliyordum. jean baptise adında bir genç var ve dünyanın en iyi burnuna sahip. kadınları öldürüp onlardan bir parfüm üretmeye çalışıyor ve başarıyor. sonunda yakalanıyor ama ürettiği parfümle herkesi etkisi altına alıyor. 18.yüzyıl fransa'sında geçiyor. o zamanki fransızların kıyafetleri, perukları ilginçmiş. bir de garibime giden böyle mükemmel derecede ingilizce konuşan fransızlar. film 2 saat 23 dk sürüyor. Filmin uzunluğu ve akmayışı sıkıcı olmasına sebep olmuş. 4/10.
patrick süskind'in, yanlış hatırlamıyorsam basımı can yayınları'na ait kitaptır.
Sene 2015 koku kitabını okuma girişimim başarısız sonuçlandı. Hikaye ana hatlarıyla çok güzel. Konu muhteşem ama gel gelelim o kadar detaya giriyor ki kitap sanırsınız kitabı okuyan herkes parfümcü olacak. Parfümcülüğe giriş 101. Bıraktığım iki kitaptan biri. 100. Sayfadan sonra yavaşlayıp bırakmıştım. Filme değinmek gerekirse güzel ama o kitaptaki fikri tam anlamıyla yansıtabilmiş değil. Kitabın dili, anlatımı karamsar, o karamsarlığı filme nazaran kitaptan çok daha net alıyor insan.
10 yıl önce izlediğim film. gösterime girmeden yaklaşık 1 ay önce düşmüştü korsana. o zaman ticaretini yapıyorduk. neyse muhteşem bir film. kesinlikle izlemeyen herkese tavsiye olunur.
Hayatım boyu en çok gerildiğim filmlerin başında geliyor, her bitişinde umarsızca elimi kolumu kokluyorum. Kitabında şöyle böyle değildi yavşaklığına girmeyeceğim, sadece film hakkındaki hislerimi yazacağım. Arşivimin en nadide parçalarından biridir, bana göre bir filmden daha ötedir.
Ben kokulara ve seslere karşı çok hassasım, bu yüzden bir sürü takıntım var. Mesela kokusu kaçar diye kapağını açıp okuyamadığım kitaplar/defterler var. Çekmecelerim sabun parçaları ve parfüm şişeleri ile dolu, bakınca çöplük gibi görünüyor. Bir zamanlar üzerine tuhaf bir koku sinmiş elbisemi yıllardır yıkamıyor ve giymiyorum, kendimce kokuyu hapsetmeye çalışıyorum. Koku hafızam da çok güçlüdür, mesela ders kitaplarını kokladığım an ağlayasım gelir, berbat okul yıllarımı canlandırmakla kalmıyor adeta yeniden yaşatıyor. işte bu filmle aramdaki bağı pekiştiren esas neden koku hassasiyetimdir, tabiki jean'ın yanında esamem bile okunamaz..
Görselliğinin, mekanlarının, müziklerinin, anlatımının şahaneliğini tarif etmek için satırlarca yazmak mümkün, fakat tek kelime ile "mükemmel" demekle yetiniyorum. Oyunculuklar da harikaydı. alan rickman o meydan sahnesinde, duvarın kenarında durup sakince bakıyordu ya, bir an severus snape bakıyor sandım. Rahmetli müthiş bir oyuncuydu ve değerli karakterler bırakdı ardında. dustin hoffman en tatlı haliyle oyunculuğunu sergiliyor, o pudralı yüzü, allık sürülmüş yanakları ve peruğu ile çok şekerdi.
Ve ben whishaw.. jean karakteri için muhteşem bir seçim olmuş, fevkalade oyunculuk sergilemiş. Kokuyu kaybettiği an dolu gözlerle bakması, içine çektiğinde gözlerinin açılış ve kapanışı, o bakışları anlatılamaz.. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1222110/+
--spoiler--
Jean sapık ve katil değildi, sadece benlik arayışı içinde olan biriydi. kendi kokusunun olmadığını anladığı an, ona çok üzüldüm çünkü gerçekten acı çekiyordu. Canlı ve cansızların kokusunun esanslarının alınmayacağını öğrendiğindeki halleri içimi burktu, oyunculuk budur işte dedirtiyor!
Jean doğum dışında, resmi olarak ayrıldığı insanlar ölüyordu, Bu çok güzel işlenmiş. Son olarak filmden "sadece güzel kadınların güzel koktuğunu öğrendik"*
Filmde olmamış dediğim tek yer, insanların kokudan etkilenme anında verdiği tepkilerdi. Oldukça yapmacık hareketlerle ayılıp bayılanlar mı dersin, o ana kadar karizmasını korumuş jean'ın bir anda saçma el hareketleri yapmasını mı! Ayrıca uzakta olanlar kokuyu nasıl aldı? Oysa Balkonda duran insanlar da etkilenmişti.
O nasıl bir koku ki, insan insanın kemiğini bile yiyor(insan kemiği dişle parçalanamaz) Oysa şişeye dokunmadılar bile, ben olsam kokunun gazıyla şişeyi de yerdim. Kemik yiyorum lan! Şişe de bir şey mi..
--spoiler--
Patrick süskind'in orjinal adı das parfume olan kitabından uyarlanan filmdir. Başrolün oyunculuğu olsun, hikaye olsun bence çok sağlamdı. Kitabı ayrı başarılı,film ayrı başarılı.izleyin,okuyun diyorum efenim.
Hem kitabını okumuş hem de filmini izlemiş biri olarak ikisinin de çok güzel olduğunu düşündüğüm eser.
Diğer filmler gibi kitaptan sonra izlenince hayal kırıklıği yaratmıyor en azından.
az buçuk sinema seven, film izleyen birisi için tahmin etmek zor değil. Ancak filmi güzel kılan, ne olacağını bilmeniz ama nasıl olacağını tahmin edememeniz.
alt mesajında fazlasıyla cinsellik olması eleştirilebilir. düz bir izleyici; "bolca meme var. bonus olarak public group sex var" diyebilir. haklıdır da.
alt mesajında dönemin fransa'sını fevkale eleştirmiştir. sınıf farkı, güvenlik güçlerinin yetersizliği, yönetimlerin yavşaklığı vs. vs.
gereksiz detay: bir inşaat mühendisi olarak beni; "köprünün üstüne o meskenleri nasıl yaptılar ki?" diye de düşündürtmüştür. *
--spoiler--
koklayarak bulduğu mağaranın, tamamen kokusuz olması pek oturmadı kurguda. uyandığında saçlı sakallı adama dönüşmesi de haftalarca uyuyakaldığına mı delalet, yoksa içten içte küçük tanrı rolü mü verildi bilinmez. Belki kitapta daha ayrıntılı işlenmiştir ama filmde buralar ve bunun gibi bir kaç sahne hava da kaldı.
--spoiler--
Sonu kötü veya vasat diyen insanlara anlam veremememe neden olan film. bir konu bu kadar güzel işlenebilir, bu şekilde insana hissettirilebilirdi.
sürekli koklanan birşeyi burnunuzun bir süre sonra duyamamasına bağlı olarak, jean baptisein bu nedenle kendi kokusunun olmadığına inandığını düşünüyorum. gerçekte de her insanın kendi ten kokusunun olduğunu biliyoruz ki ten uyumu da %85 bundan kaynaklanan bir şeydir. bir insanın kendi kokusu olsun/parfüm olsun farketmez, güzel koktuğunda son derece çekici geldiğini de biliyoruz. insan kötü koktuğunda kendinden nefret edebilir, güzel koktuğunda sürekli endorfin salgılayabilir. filmde de ifade edildiği üzere güzel koku sevgi doğuran bir şeydir.
o halde birbirinden güzel kızların teninin kokusu damıtılıp saklandığında dünyanın en muhteşem kokusunun elde edilmesi saçma değildir. bunun insanlarda sevgi uyandırması, mendilden dağılan koku kanalıyla mest olan insanlar konsepti saçma değildir, kokunun üzerlerine sinmesi ve havada dolanıp durmasıyla -ki infaz edilecek meydanın etrafının duvarlarla çevrili kapalı bir alan olmasını da buna bağlıyorum- insanların birbirleriyle sevişmesinde hiç bir mantık hatası yoktur. esansın 1 damlası insanlara bunu yaptırabiliyorsa, tüm bir şişe jean baptise in üzerine boşaldığında insanların üzerine saldırarak onu yok etmesi de kesinlikle saçma olamaz.
tek kelimeyle, baştan sona muhteşem bir baş yapıttır. insanların vasat bulduğu son sahneler benim için özellikle filmin en doruk noktası, en güzel sahneleri ve ana fikrin en net açığa çıktığı sahneler oldu. biraz etraflıca düşünmeye, hobi olarak film izlememeye davet ediyorum sizleri.
filmin başı çok güzel, pekala merak ediyorsun ne olacak diye, sürüklüyor o balık hali ve yetimhanedeki sahneler falan iyi hoş, çocuğun başına ne gelecek bu hikaye nereye gidecek diye dalıyorsun, ama ilerledikçe o baştaki tat kayboluyor, son sahnelere yaklaştıkça abuklaşıyor baya bir. ama yine de akılda kalan farklı bir film.