Pencere:Bir evin Gunes ısınlarindan ve ısısından faydalanabilmesi icin dizayn edilmis,uzerinde seffaf malzeme olarak camin kullanildigi gorunuste basit ama icerikte zengin olan bir mimari yapidir.
Pencere kıs mevsiminde bugusuna kalp cizdigimiz yaz mevsiminde macunlarini sokup solucan yaptigimiz en guzel oyuncagimizdir.Pencere,pislendiginde kolonya puskurtup gazete ile sildigimiz ve silerken dis gicirtisi gibi sesler cikaran en guzel enstrumandir.Pencere,mahallede top oynayan cocuklarin kirmaktan en cok korktuklari cam madenini kalbine civilemis,ilkokulda 4 bolmeden olusan ve iki tarafindan perde sarkitarak resmettigimiz samimi bir dosttur.
Plastik pencerelerde cift camlarda bu samimiyeti ariyorum.
Pimapen hayatimiza girdigin gunden beri pencereden disari bakasim gelmiyor.Ne sokakta top oynayan cocuklari duyabiliyorum,ne ruzgarin ıslıgıni dinleyebiliyorum ne de macununla solucan yapabiliyorum.
Sen benim gozumde bir monitorden farksizsin.
bir pencere, bakmaya
bir pencere, duymaya
bir pencere, yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi
tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan.
yalnızlığın küçücük ellerini
cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla
dolduran bir pencere
belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine
bir pencere, yeter bana
oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben
bir resimli kitap bahçesinde
kâğıt ağaçların gölgesi altından
toprak yollarında geçip giden
kurum mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin
sıralarında veremli okulların
alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan
ve karatahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar
ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak
uçup gittikleri
o andan
etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben
ve hâlâ başım
dopdolu
bir deftere toplu iğnelerle
çakılan
o kelebeğin yabancı sesiyle
asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle
ve bütün kentte
parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar
koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında
aşkımın çocuksu gözlerini
ve isteğimin acı şakaklarından
fışkırdığında kan
yaşamım artık
hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvar saatinin
tiktaklarından başka
anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
çılgınca sevmekten başka
bir pencere yeter bana bir tek pencere
bilince ve bakışa ve suskunluğa
işte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı
anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı
ve sor aynadan
adını kurtarıcının
ve işte senden daha yalnız değil mi
ayaklarının altında titreyen yeryüzü?
yıkıntı elçiliğini, peygamberler
kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza?
ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin
bu patlamalar art arda
bu zehirli bulutlar?
ey dost, ey kardeş, ey herkes!
yazın tarihini gül soykırımının
aya vardığınızda!
düşler
ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler
şimdi dört yapraklı bir yoncayı kokluyorum ben
eski düşüncelerin gömütünde boy atmış yonca
ve soruyorum saflığın ve bekleyişin kefeninde toprak olan o kadın
gençliğim miydi benim?
çıkabilecek miyim yeniden o merak merdivenlerinden?
merhaba diyebilecek miyim o iyi tanrı'ya çatılarda dolaşan?
seziyorum zaman geçip gitti artık
seziyorum an, tarihin yapraklarından benim payıma düşendir
seziyorum aldatıcı bir aralıktır bu masa saçlarımla o garip ve kederli
adamın elleri arasında
bir şey söyle bana
teninin tüm sevgisini sana bağışlayan insan
ne istiyor diri kalma duygusundan başka?
bir şey söyle bana
kıyısındayım pencerenin
ve güneşle bağlantıda...
bu adam (ogün sanlısoy) bu şarkıyı öyle bir çalıyor, öyle bir söylüyor ki sahnede canlı canlı..
insanın yıllar yılı en olmayacak insanlarda o'nu arayıp bulamayan ruhunu ateşe veriyor, yine de en alakasız adamlarda gerzekçe o'nu aramaya devam eden kalbini duvardan duvara vurup parçalıyor, kanlar içinde bırakıp bir köşeye atıyor adam resmen.
uzun yıllar boyunca unutulmaya çabalanan, hafife almaya çalışılıp da bir türlü becerilemeyen bilmem kaç yüz bin tane anıyla dolu beynini, evet evet doğrudan doğruya kendi beynini patlatma isteği uyandırıyor insanda bu şarkıyı sahnede söyleyen ses.
--spoiler--
baktım olmaz seyre daldım, anılardan bir tomardım.
çok yoruldum, çok daraldım, penceremden gir içeri.
--spoiler--
belirsizliklerle dolu bir iç dünyayla savaşmaktan bitap düşmüş, yıllardır 'o'na dönmek veya dönmemek' ikileminin daracık sokağında sıkışıp kalmış bir bünyenin böğrüne böğrüne saplıyor bıçağı hiç acımadan.
alkolün akışını hızlandırıyor vücutta bu şarkıyı sahibinden, canlı canlı dinlemek. kan akmasın, 'alkol' aksın istiyor insan damarlarında şarkının sonlarına doğru.
'öyle çok yoruldum, öyle çok daraldım ki.. o gelse, penceremden bi girse içeri, bi kendimden geçirse beni..' diye sayıklarken buluyor kendini insan şarkı biterken..
evlerin duvarlarına açılan kare veya dikdörtgen oyuklara yerleştiren ana maddesi cam olan ev gereci. amacı: haşeratlardan evi korumak.
evin iç tarafına pencerenin yan tarafına takılana verilen ad ise: (bkz: perde).
sıcak havalarda akşamları açılmaması gerekir. açınca sinek, kelebek vs girer eve. inat edip açılacaksa da allah rızası için biri o pervaza sineklik taksın!
insanın tüylerini diken, diken edecek nitelikte çarpıcı dizelere sahip, eksiksiz bir yılmaz erdoğan şiiri.
pencerem
boş bahçesine bakar gri bir lisenin
içimde servislere dağılır çocuklar
ve yürüyerek bitirir okulu
küçük esnafın çilli çocukları
pencerem on yıl öncesine bakar
müfredat dışı sevmeler içindir lise yılları
veya kötü şarkılar
ne zaman ıslak bir aşk düşünsem
içime saçların düşer
bir iç'e bir saç nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
açık konuşma benimle
penceredeyim
ağzında gevele sözcükleri
söz sanatlarından devşir gülmelerini
yalnızım, cenderedeyim
pencerem ağzıma bakar
ne zaman karlı bir akşam düşünsem
içime kırağın düşer
bir iç'e bir kırağı nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
suda yürüyebiliyordum bir aralık
her faninin kendi mucizesi vardır
kendini şaşırtır en azından,
herkes biraz elçisidir tanrının
ne zaman ölümcül bir aşk düşünsem
içime allahın düşer
bir iç'e bir allah nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
aslında hayata baktığımız ikinci göz.
her yerdeler pencereler.
her dört duvarın bir solukluk yeri.
bazen güzel bir kamuflaj, dışarıda olup biteni görmek için.
bazende bir sırdaş , arkadaş ,çıkılamayan dört duvardan hayatla üç beş laflamak için...
Albümün kapağındaki kişiler, albüme emeği geçmiş bazı insanlarla,ilhan irem'in o zamanki dostlarıdır. ilhan irem'in önünde oturan gözlüklü şahıs, "Pencere" albümünün aranjörü Melih Kibar. En sağdaki bordo kazaklı sakallı olan, albümün kayıtlarını ve miksajlarını yapan ihsan Apça. ihsan Apça'nın solunda pipo içen sakallı kişi,albüm arka kapağında (Müneccimbaşı) olarak tanıtılan,albüme herhangi bir katkıda bulunmadığı halde, kompozisyon gereği orada bulunan Engin Noyan. En solda, Engin Noyan'ın eski eşi Eser Noyan. Son olarak onun sağında gülen hanım, Melih Kibar'ın eşi Ethel Kibar'dır. Bence, "Pencere"nin kapağında, yüksekçe bir yerden dostlarına bakan ilhan irem'in yüzündeki ifade,albümün anafikri gibidir.
Unutmadan iki not daha:
1.Pencerenin dışında,sisler arasından camı tıklatan yaratık,albümün o zamanki simgesi olarak, tüm ilhan irem konserlerinde müzisyenlerin yanında sahnede oturan, uzaylı ziyaretçi "Tinkata Tunkata" imiş. Plastik makyaj sanatçısı Corci, kafaya geçirilen bu maskı,"Pencere" albümünün kapak fotoğrafı için iki ayda hazırlamış.
2.Eksi beş derecede,yeşile boyanmış çıplak vücuduna bu maskı takıp,pencerenin dışında bu kapak fotografı için saatlerce poz veren kişi de, ilhan irem'in o yıllardaki asistanı Abdullah Baykal'mış.
"Pencere" Long Play'inin tüm kapak tasarımı ilhan irem tarafından hazırlanmış. "Pencere" albümünün arka kapağındaki fotografta ilhan irem'in yüzü,ölümü çağrıştırması için,özellikle beyazlatılmış ve ilhan irem'in arkasında belli belirsiz görünen siyah nesne, dikine duran bir hıristiyan tabutuymuş!
ilhan irem'in 1983'te çıkardığı ve 2000'de uçuk mavi pencere adıyla ve yeni bir kapakla yeniden basılan albümü. bu uzunçaların iç kapağı, supertramp'in 1974'te çıkardığı Crime of the Century uzunçalarının kapağından esinlenmiştir. bu da ispatları: