sizlere erzurum palandöken'de karşılaştığım merhaba ben pembe tolga'nın selamlarını getirdim. aşağıdaki yazı tolga ile geçen bir anımdır.
ne de güzel bir kış ayıydı bu. huzur, sis ve kar. sert kalbime yadsınamaz ömürler ekiyordu siyah ferrarimle birlikte. renk çelişkisi içerisindeydim. bir yandan bembeyaz kar, bir yandan simsiyah ferrarim. bir yanda fakirlik belirtisi kış, diğer yandan 5 günlük bir masrafım; yeni aldığım arabam.
kayak tatili için gittiğim erzurum'da karşılaşmıştım onunla, uzaklardan bir solo gitarist eşliğinde bir ses geliyordu. yavaşça o sese doğru yaklaştım. gitarist ve pembe sandalyesinde oturan adama dikkatle baktım. evet bu onun ta kendisiydi; merhaba ben pembe tolga idi.
pembe tolga'nın bir elinde garip bir hayvan çırpınıyordu. yanlarına gidip selam vermeye korktum. uzaktan bir yere gizlenip sese kulak vermeye çalıştım;
al mühürlü öfkelerimi birer birer dök sabahına,
çelişen umutlarımı izle; kendini satıyorlar adı konulmamış yarınlara
bir ayrılığın hilafına kurban ediyorum bu sevgiyi...
halvet kokuyor ruhu kaybolmuş her bir çiçeği
dokunma!..
dokunursan yeniden kanatırsın bu şiiri...
fırtınanın dinmesi ile sesi artık çok net duyabiliyordum. sisin dağılması ile birlikte artık çok net görebiliyordum. sandalye de oturan adamın bir elinde pembe maket bıçağı parlıyordu. diğer elinde ise az önce gırtlaklamış olduğu can çekişen bir kedi vardı.
tolga'nın beni fark etmesi ile tüylerim bir anda diken diken olmuştu. tolga'dan korkmuyordum, sadece onu incitmekten korkuyordum. selam dedi bana;
ben ise biraz ürkek bir sesle selam dedim, selam. fakat sesim o kadar cılız çıkmıştı ki ben bile duyamamıştım. pembe tolga korktuğumu anlayabilir, eline yem olarak düşebilirdim. gelsenize dedi, gitaristin ve pembe tolga'nın yanına usulce yaklaştım.
o kibar sesiyle efendim merhaba ben pembe tolga dedi. merhaba dedim bende; omrum tribunlerde gecti. tolga bunu söylediğime inanmıyormuş gözlerle bana bakıyordu. bir gözü pembe tornavidasında idi. gerçekten dedim, gerçekten benim.
bu sefer afallama sırası pembe tolgaya gelmişti. ama dedi nasıl olur sizin burada ne işiniz var diye sormaya kalkerken ben ondan önce davrandım. gördüğünüz gibi tolga bey, sadece gezen siz değilsiniz.
tolga o afallamış halini çok çabuk atlatmış, bana güvenmişti. kim bilir yine neler düşünürken, karşısında sözlükten bir yazar arkadaşını görmüş, işini daha da çabuk bitirmesi amacıyla kendisine bir suç ortağı bulmuştu.
harika bir gitaristiniz var dedim tolga'ya. teşekkür etmesine fırsat bile vermeden ben hemen bir sonra ki cümleyi söylemiştim: '' ama bu gitarın rengi pembe değil.''
tolga mağlubiyetin verdiği yenilgiyle elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi üzüldü. ilk defa yenildiğini kabul etmeliydi. evet dedi bozuntuya vermeden, bu gün değişik bir renk yapmak istedim, biliyorsunuz cenaze siyah rengi sever.
bu sefer afallama sırası bendeydi, korkmuştum. hayır korkmamıştım. tolga ilk defa pembe'den başka bir renk tonu söylemişti. tolga'ya korktuğumu belli etmemek için kahkaha attım. evet dedim tam cenaze marşı çalınacak sisli bir akşam. tolga, vermek istediğim mesajı çok çabuk almıştı, zavallı gitarist şaşkınlıklar içerisinde bir yandan bizim konuşmalarımıza kulak veriyordu, diğer yandan da can çekişen kedinin son seslerine kulak veriyordu.
ekmek parası için çıktığı yolda, o fakir montuyla utanmadan erzurum palandöken dağlarına gelmişti. bir de tolga'ya inat olsun diye üzerinde hiç bir pembe renk yoktu. bunu tolga'dan önce ben kaldıramazdım. haydi dedim tolga'ya, gidelim. artık hainlerin hesap verme vakti.
200 metre yol yürüdükten sonra benim siyah ferrarime bindik. tolga çok temkinli bir üstad olduğu için öne binmek istemedi, tolga duvardan başkasını arkasına almak istemezdi. tolga'nın arkama geçmesine bende izin veremezdim. ilk önce kendime tecavüz ettirip, sonra da ruhumun bedenimden çıkmasına izin veremezdim. haydi dedim pembe tolga biz seninle yoldaşız ve aynı yerde yazarız. tolga yoldaş kelimesini duyduğunda artık bana tamamen güvenmişti. onu becersem bile bana bir şey demezdi.
yol boyunca tolga'nın sözlükten neden silindiği konusuna pek fazla değinmedim, tolga'nın da kendine haklı bazı nedenleri vardı ki ben pembe tolga'ya soru soracak kadar dimağımı sütten yapılan peynir ile yememiştim. tolga'ya ters bir hareket, canınızdan olmanıza yeterdi. ama tolga beni öldüremezdi. benim sözlükteki yokluğum hemen anlaşılacak, tolga'nın üzerine yürüyeceklerdi. her ne kadar silik bir üye olsada o baskıyı yaşamaktan korkuyordu yada bana öyle geliyordu.
bugün ikimiz açısından da çok değişik bir gündü. ben otelin günlüğüne 150 dolar vermektense 200 dolar bu basit ve fakir kulübeye para vermiş, tolga ise günlüğü 100 dolardan çadır kiralamıştı. aslında bu kadar da etmezdi ama daha fazla kendimizi alçaltamazdık. bu kadar fakir oyunu yapmak yeterdi. belki de bu yüzden karayip adaları yerine palandöken dağlarını seçmiştik.
10 km yol gittikten sonra kiraladığım bir kulübenin önünde durduk. aşağı iner inmez; burnumuzun içindeki sümüler donmuş, götümdeki baasur fırtınadan içeri kaçmıştı. yanmakta olan şöminenin içine daha önce fakir ve köylü bir adama kırdırmış olduğum odunları attım. o zavallı soğuktan odunları kıramazken bende zevk ile gülüyordum adama, hava o kadar soğuktu ki baltanın sapı adamın ellerine yapışmıştı. o adamı öyle görmek gerçekten çok zevkli idi.
pembe tolga ile odunları ateşe attıktan sonra içerisi harlanan odunlar sayesinde iyice ısınmıştı. kemiklerimiz ısındığında tolga bir kahkaha patlattı: ''biz de fakir piçler gibi olduk, kendi ateşimizi kendimiz yakıyoruz'' diyince açlıktan nefesi kokan fakir gitarist ağlamaya başlamıştı. ben, pembe tolga ile hunharca gülerken, fakir gitaristin ağlaması daha da artıyordu. artık o fakir gitaristin hesabının görülmesi gelmiş, geçiyordu. bu kadar fakir edebiyatı yeterdi. birde o iğrenç fakir sesiyle ağlaması iyice sinirlerime dokunmuştu.
tolga ile konuşmadan bir anlaşma yaptık. göz göze gelmemiz yetiyordu. tolga, kendisine suç ortağı bulmuş sevinirken ben ise, fakir bir gitaristi yok etmenin sevincini tadacaktım.
fakat tolga bir anda gerçeklerin farkına vardı. evde hiç bir tane bile pembe eşya yoktu, pembe eşya olmayan evde tolga iş göremez, ilham alamaz, bir de bana engel olabilirdi. bir an için fakir gitaristi öldürmekten vaz geçmiştim. tolga hızlı düşünüyor, kendi kendine konuşuyordu. pembe maket bıçağı bile çadırın önünde kalmıştı.
haydi dedi tolga, haydi gidiyoruz. ben nereye gideceğimizi gayet iyi anlamıştım. heyhat! pembe tolga acele edelim diyerek ondan önce davrandım, benim bu hızıma pembe tolga bile gülmüş, sen bu yolda beni de geçeceksin demişti. fakir gitarist hiç bir anlam veremeden peşimizden geliyordu, gelmek zorunda idi. tolga kendisine tam 2000 dolar vermiş ve o gitaristi kulanma hakkı bugün tolga'ya aitti.
siyah ferrarimize tekrar bindiğimizde, tolga ile ispanyolca sohet etmeye başladık. ilk başta şarkı söyler gibi takıldığımız ispanyolca, gitaristi yanıltmak içindi. ama cinayet planı ne bana göreydi, ne de pembe tolga'ya göreydi. biz aklımıza geldiğimiz gibi yaşardık, kurbanlarımızı düşünmeden öldürürdük. pembe tolga ile yol boyunca bütün fakirleri öldürme kararı almıştık. ben bu işte tolga'nın yoldaşı idim.
tolga'nın benim eve göre fakir ve mütavazi çadırı rüzgardan yıkılacak gibi duruyordu. tolga hemen pembe sandalyesine kurulmuş, solo gitaristine istediği şarkıları çalmasını emir ediyordu. pembe sandalyesine kurulduğunda en sonunda pembe maket bıçağını fark etmiş, keyfi yerine gelmişti. benim keyfim zaten yerinde idi, tolga gibi renk takıntım yoktu. tolga ile beni ayıran özelliklerden birisi de buydu.
tolga mpt yani (minik pembe tolga) sı ile oynuyor, bir yandan beni süzüyordu. bana bir şey yapmayacağını, yapamayacağını biliyordum. çünkü ben onu yoldaşı idim, suç ortağı idim. aynı yastığa baş koymasamda, aynı tas sudan içmesemde aynı yollardan geçmiştik.
tolga eline aldığı pembe levyesi ile bir insan girecek boyutunda buz kırmıştı, hemen oradan kocaman bir levrek balığı tutup balığı temizlemeden ateşe verdik. tolga bugün fakir edebiyatı yapıyoruz diyerek gülüyor, ben temizlemeden ateşe attığımız balığı çiğ çiğ yiyordum. tolga beni hayran hayran izliyor, levrek balığının pembe etini görünce o da dayanamayıp soluğu yanımda alıyordu. karnımızı doyurduktan sonra işimizi artık görmeliydik. fakir gitaristin son bir kere nefes almasına izin verdiktan sonra tolga gitaristi ensesinden tuttuğu gibi, suratını kor ateşe bastırmıştı. ben bir yandan balığımı piç eden gitariste küfür ederken bir yandan da tolganın bir kaç saat önce öldürmüş olduğu kediyi pişirip yemenin hayalini kuruyordum.
havaya yanık insan eti ve balık ve ölmüş kedi kokusu karışmış, pembe tolga'nın zevk naraları ve fakir gitaristin acı dolu feryatları gök yüzünü dolduruyordu. yeter dedim tolga'ya yeter. balığımın tadını bu fakir insanla bozun dedim, tolga ilk defa bana ürperen gözlerle bakıyordu, haydi dedim şunu açtığın suyun içine at gidelim. ama dedi hayır, benim bu insancıkla işim bitmedi daha diyerek mtp'sini gösterdi. tamam dedim ne yaparsan yap, yeter ki şu fakir piçi balığımın tadını bozmasına izin verme. daha o öldürdüğün kediyi yemeliyiz.
hava o kadar soğuktu ki bırakın tolga'nın mpt'sini kaldırıp sokmasına, işemesine bile zor bulurdu. tolga bir gözüyle adamın götüne, bir gözü ile kendi minik tolga'sına bakıyordu. hayır dedi, yapamayacağım soğuk tam fakirlere göre dedi, burada yapamayacağım.
nihayet pembe tolga bunu kavramış, soğuğun ve açlığın fakirlere göre bir kavram olmasını anlamıştı. ben ve pembe tolga siyah gitarın içine 5 'er adet 10 dolar, toplamda 100 dolar sokarak, gitaristi sonsuza uğurlamıştık. daha önceden hazırlamış olduğu pembe kapağı buzun üstüne kapatarak, gitaristin buz olarak donmasını hayal ediyorduk.
oradan ayrıldığımız gibi, hemen benim kulübeye siyah ferrarim ile yola koyulduk, karnımız toktu, birazdan ısınacaktık. artık bu fakir hayata bir son verilmeliydi. ateşi tekrardan hortlattık, klübenin için artık sıcacıktı. pembe tolga çaldığı saksafonun sesi ile zevke gelmiş, bana saksafon çalarken bir yandan da şu dizeleri mırıldanıyordu:
al mühürlü öfkelerimi birer birer dök sabahına,
çelişen umutlarımı izle; kendini satıyorlar adı konulmamış yarınlara
bir ayrılığın hilafına kurban ediyorum bu sevgiyi...
halvet kokuyor ruhu kaybolmuş her bir çiçeği
dokunma!..
dokunursan yeniden kanatırsın bu şiiri...