bu sorunun cevabını ancak bir şekilde öğrenebilirsiniz. oda cennete giderseniz, allah karşınızdayken ona bu sorunsalı sorarak.. tabi oraya gidebilen hala dünya da kafasına takılan soruları hatırlayıpta sorarsa.
bu bir sorunsal değil. sanırım insan beyni sadece "var" ve "yok" tan anladığı için bunuda sorun olarak görüyor.
x y sayesinde var oldu.
y z sayesinde var oldu.
z nin varlığı a dan kaynaklanıyor.
a b sayesinde var oldu.
...
...
...
bu dizgi böyle sonsuza dek gidebilir. öyleyse uzatmanın anlamı yok.zamanı da içine alan mahiyetini bilmediğimiz bir Tanrı var.
(bkz: çok fazla düşünme)
yaratılanın yaratıcıyı sorgulaması ile oluşmuş sorunsal. bazı kimseler götüne zor geldiği için yerine getirmediği kulluk görevlerine bahane için kendi kendilerine böyle aptal tripler oluşturur ne diyelim birşey demeyelim. bazı inançlı insanlar gerçekten yaratıcının o muhteşemliğini araştırmak için de bu soruları sürekli kendilerine yöneltir. düşünmek güzeldir ama bir sonuca varılmadığında da ne lan bu saçmalık denilmemelidir. geçelim bu soruyu biz en iyisi. bakın cevaplanamayan bir soru daha. hadi inkar edin bunu da.
Allah, var olmak(hayat bulmak,ortaya çıkmak) gibi yaratıklara özgü niteliklerden münezzehtir. O akla ve düşünceye gelen herşeyden başkadır. Doğmamıştır, doğurmamıştır. Allah, evreni yaratandır. Herşeyin var oluş nedeni Allah'tır.
hiç bir insanın ne kadar düşünsede sonuca ulaşamayacağı sorudur. bir de şöyle bir boyut vardır; ilk madde boşlukta kendiliğinden, hiçlikten, nasıl var oldu ? madem herşeyin bir başlangıcı var bunuda düşünmek lazım.
sümerli rahiplerin uydurmasından önce madem böyle bir olgu düşüncesi var ilk insan olarak hz adem'e gidelim ve ondan bu yana gelen tüm peygamberlerin durumunu inceliyelim. her biri aynı durumu bildirmiştir. bir yaratıcının oldugunu bilin ve ona göre davranın diye. peki nasıl var oldu sorunsalı sorunsal degil sadece biraz araştırıldıgında insana verilen bilgi kadar oldugunu bilmek gerek. zaten nasıl oldugunu bilsek ne oldugunu bilsek sizce durum ne olurdu ? kuran da geçen bir çok ayette öncesinde de insanların bunu istedigi belirtilir ama buna karşın biz onlara melekleri gösteririz o anda tüm işleri biter denir. yani kısa öz olarak sadece verilen bilgiler kadarını bilebiliriz.bu kimine göre aptallıktan öte bişey degildir. bir çok iman etmiş insan birşeyleri görmüş bilmiş ki hiç bir zaman maddi olarak ya da dünyevi duruma el salmamıştır. bu korku ölüm degil sonrası oldugu korkusudur. yani bir insan neden bunu uydursun düşüncesine karşın peki bir insan neden olmadıgını uydursun ? siyaset ve maddi kazanç için mi ?
beyinleri üşütmek gibi bir amacımız yok ama destur!
şimdi bu soruyu derinlemesine irdelediğimizde haşa "allah'ı insan var etti." sonucuna varmak düz mantık ile mümkün ve muhtemel sonuçtur. kabul edilir birşey olmasa da hadi diyelim ki bunu kabul ettik genelgeçer bir bilgi olarak. peki bu noktada birileri bana "ilk insan nasıl varoldu." açıklayabilir mi? açıklayamaz sanırım...
bilimadamları ve bilimkadınları bu noktada gezegenimizin bundan bilmemkaç milyon yıl önce güneşten koparak soğuyan bir yapı olduğu konusunda hemfikir. peki bu durumda insan gibi taş ve topraktan çok bağımsız bir metabolizma nasıl varoldu dersiniz doğa üstü bir gücün etkisi olmadan?
bilimin aydınlığına, yol göstericiliğine inanmak gerektiği konusunda ateist birçok arkadaşla hemfikirim. zira benim inançlarımda da esas alınan şey bilimdir. fakat dikkatli baktığımızda bilimin vardığı sonuçlar gerçeğin kopyalanması ile ortaya çıkmaktadır. misal "tıp gelişti" diyoruz ve tıp anlamında çağdaşlarından önce seviye atlayanlar "mumyalama" ile uğraşan mısır'lılardır. organlarla içli dışlı olan insanlar bu organların yapılarını çözmeye kafa yormuşlar ve bunu kısmi de olsa başarmışlardır. teknoloji desek hakeza öyle... icadlar, varolmayan birşeyi ortaya çıkarmak değil; varolanları kullanarak bir sonuca ulaşmak anlamını taşır. haliyle de tüm bunların bir "varoluş" süreci olmalıdır. elbette ki insanın aklının almadığı şeye "insanların uydurması, olur mu lan öyle şey" demesi mümkündür. ancak bilindiği üzere dogma olan bazı şeyler vardır hayatta... ve bu, bana göre ne namaz kılmaktır, ne oruç tutmaktır. dogma, bir yaratıcının varlığını kabul etmektir. elbette ki onun nasıl varolduğunu da düşünebilirsin, kafa yorabilirsin ama bunun yerine "allah'ın sıfatları" gibi bir rehberden yararlanarak sorgularsan kârlı çıkan, yol kateden sen olursun. yoksa önümüzdeki otuz sene düşünürsün "nasıl varoldu?" diye...
yukarıda da belirttik bunun bir cevabı yok. cevapladığın anda "kısır döngü" süreci yeniden başlıyor. ama bilimin aydınlattığı yolda ihtimalleri gözönünde bulundurunca varolduğunu görebilmek çok da çaba gerektiren bir durum değil.
tren vagonları ve lokomotif örneği de bu noktada insanı "dinden çıkartacak"(tırnak içinde çünkü bu şahsımın veya herhangi bir insanın varabileceği bir yargı değildir.) türden olabilir. çünkü lokomotifi sürükleyen şey içindeki motordur ama bu durumda böyle birşey söz konusu değildir.
kimilerinin kafalarındaki bu sorunsalı çözmenin birbirinden basit iki yolu vardır...
1- "allah'ı insanlar yarattı" demek.
ki bu noktada da tekrar ediyorum "ilk insan nasıl varoldu sorunsalı" baş gösterecektir.
2- "allah, doğurmaz ve doğrulmazdır" demek.
bu işte herşeyi açıklıyor. mantığını arayacak olursan da sana bol şanslar... dilersen beni kabullenmiş, aptal ilan edebilirsin ama bu da sana birşey kazandırmaz bu noktada sorularına cevap bulabilmen için.
doğuştan müslüman olanlardanım. hatta kafama büyük gelen, kulaklarımı bile kapatan namaz takkesi ile mahalle arkadaşlarımla beraber yazları cami hocasından sopa yemişliğimde vardır.
aşağıda yer alan sorgusal yapımın inanç sistemimi sorguladığımdan kaynaklandığı düşünülmesin. iyi veya kötü inanıyorum kendimce. agnost, ateist, diyalektik metaryalist, deist ve diğer görüşe sahip arkadaşlarım da var ve saygı duyuyorum. inanç zaten iki kişiliktir. inanan ve inandıran. diyor ve alt parağrafa geçiyorum.
bana öğretilenler arasında allah'ın dünyayı 6 günde yarattığı vardır. sonsuzluğu, öncenin öncesini düşünmeye başlamadan "neden 6 günde" sorusu hep aklımda oldu. sonra, gençliğinde taka ile balıkçılık yapan 80 yaşlarında bir dede vardı mahallede. severdi bizi. çukulata karşılığında dua falan ezberlerdik. bildiğin misyoner işte. o anlatırdı;
"bizden önce bu dünyada yaşayan kavim vardı. adem ve havva yaratılmadan önce. onların kıyameti koptu. helak oldular. kimisi ödüllendirildi. onlar bizim gibi insan değildi. daha farklı fiziksel özellikleri vardı. yine erkek ve dişi olarak yaratılmışlardı. allah onları dünya üzerinden sildi, onların yaşadığı dünya ya havva ve ademi gönderdi. bizler oluştuk..."
tabii çocuk aklı, sordum o can alıcı soruyu. aslında korkutulmuştuk. duvar örülmüştü bazı şeyler konusunda. örneğin şimdi gidip babanneme desem ki "allah bizi yarattı dimi, -evet? peki onu kim yarattı babanne..? bakın samimi söylüyorum, o yaşlı kadın ayağındaki terliği çıkarıp ağzımın ortasına vurması matrix hızında olur. saliseler asır gibi gelir. bahsettiğim şey "tabu". yıkılamayan, bebekliğin çocukluğa geçiş yaptığı devirde zihinlerimize aşılanan tabu..
neyse,
hacı dayı sorduğum soruyu büyük bir metanetle karşılayıp hiç unutmayacağım cu cümleyi söyledi. "bunun cevabı yalnızca ölüler verir" yok lan şaka şaka. gerilim oluşunca o havayı dağıtayım dedim.
şöyle dedi; "bunları sorgulamamızı istemiyor allah. yalnızca ona gaybi iman etmemizi ve güvenmemizi, inanmamızı istiyor. biz bunları yapıp gerisine karışmıcaz. tamam mı? anlaştık mı?" he anlaştık da dayı, gün gelip uludağ sözlük'e üye olup seni deşifre etmeyeceğim anlamına gelmiyor bu. aha işte sorguluyorum. deseydin ki, "yok evlat bilmiyorum. bilen varsa onu da tanımıyorum..." bende bakardım başımın çaresine. en azından lisedeki din kültürü hocasının ahlakını bozup okey oynamaya götürmezdim.
hayat işte. ya içime sinmedi dayanamıycam söyliyecem,
rıfat hocam hazır yeri geldi, çok acemice taş çalıyorsun ve ben bunu görmemezlikten geliyordum.
her şeyi sorgulamış zaman kavramını sorgulamamış insan sorunsalıdır efendim. zamanın hep kendi bildiği şekilde işlediğine inanır. kavramların sadece işine gelen kısmını sorgulaması ne acıdır. hayatının kalanında ona kolay gelsindir.
Teselsülün muhal olduğuna dair bazı misaller takdim edelim:
On-onbeş vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan herbirisini bir önceki vagon çeker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık "lokomotifi kim çekiyor?" diye bir soru sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.
Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasındaki âletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgâhları gösterilecektir. Sonunda mes'ele bir zatın ilmine, iradesine ve kudretine dayanmazsa, tezgâhın da tezgâhı sorulacak ve teselsüle gidilecektir.
Diğer taraftan bir elma, tabiri caiz ise, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kâinatın da yapılması sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kâinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika gerekecek ve çıkmaza girilecektir.
Bir asker emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır. "Ya padişah kimden emir alıyor?" şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da asker derecesine iner ve emir aldığı zât padişah olur. Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki: "Padişah kimden emir alıyor?" diye bir soru sorulabilsin. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir hükümdar akla gelir.
Bu misâllerden anlaşıldığı gibi, bu kâinatın yaratılışının; zâtı, esması ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî olan Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanması zaruridir.
"Cenâb-ı Hakk'ı -hâşâ- kim yarattı veya nasıl oluştu?" diye firavunâne soru soranlar “teselsülün muhal oduğunu” bilmediklerini ve nefisleriyle bir demogoji yaptıklarını açığa vurmuş olurlar.