kabus görmüş, son bir haftadır cehennemi yaşamış yazar.
11. nisan gecesi malum stresli kupa maçı vardı, penaltılar atıldı fenerbahçe'm yarı finale çıktı.
mutlu mesut eve döndüm, babamın sesi kısılmıştı.
her stresli maçta yaşardık bunu, babamın sesi kısılırdı.
şekeri çıkardı ama sarı- laci aşkı ve mutluluğu ile bir süre sonra sakinleşirdi.
bu sefer daimi senaryoya uymadı babam, olmadı.
gece yarısı odama gelip, beni hastaneye götür dedi.
bu onun kuracağı bi'cümle değildi, ilk kalp krizini de meşhur trabzonspor- fenerbahçe maçında geçirmişti.
üstelik maç sırasında odasına gidip uzanmıştı, taa ki şampiyonluk turuna çıkmak için ''babam nerde'' diyene kadar hiç birimiz fark etmemiştik.
böyle aşıktı fenerbahçe'ye..
ambulans içinde marş söyletecek kadar deliydi.
evden çıkmamız, koşuyolu kalp ve damar hastalıkları hastanesi aciline girmemiz beş dakika sürdü sanırım.
babamı direkt olarak acil servis de aletlere bağladılar ve bekletmeye başladılar.
annem yanındaydı.
dışarda üç kardeş, anlamsız, korkulu, bi sigarayı öbürü ile yakarak beklemeye başladık.
gece dört gibi o korkunç sesi duyduk karşımızdaki beyaz önlüklü adamdan ''kalp krizi çok ağır''.
sonrası kabus..
sabaha karşı altı ''bi kalp krizi daha''.
damarlar tıkalı, toplam 8 damar kapkara.
acil operasyona dediler, tamam dedik, ne diyeceğiz zaten.
aşağıya indim, güneş beni çarpsın da uyanayım bu kabustan diye.
telefonum çaldı o sırada kız kardeşim avaz avaz bağırıyordu ''abla koş, babamı yoğun bakıma aldılar, yetiş''.
yetiş!
yetiş, ne demek!?
neye yetişeceğim, neye gidiyorum, bu merdivenleri kim bin tane olarak döşedi buraya, bu koridor neden bu kadar uzun!??
yoğun bakım ve babam aynı cümle içinde.
herkes orada.
kimse göz göze gelmiyor. sanki o zaman bi'şey olacak gibi.
bir an ayaklarımın beni taşımadığını farkedip amcamın koluna girdim, sonra hemşire dil altı verdi bana tansiyonum on altıymış.
''dayan'' dedi birisi de neye kime dayanacağım?
ben hayatım boyunca babama dayandım..
haber bekliyoruz..
bekliyoruz.
bekliyoruz.
saat durmuş sanki.
doktor geliyor ''kalp ritmi kötü, yoğun bakımda kalacak'' diyor ve dönüp arkasını gidiyor.
aramızda buzlu cam şifreli bi'kapı var.
babam orada, biz burada.
buz gibi sanki dünya.
içim üşüyor, yukardaki ile hesaplaşıyorum.
dua ederken isyan etmeyi o anda öğreniyorum.
onu değil diyorum, şimdi değil, sakın!
ertesi sabah sabah altı.
hastane bile kapalı.
kafası koparılmış tavuklar gibiyiz, oradan oraya koşturuyoruz.
babamı görmeliyiz.
saat sekiz.
yoğun bakımın kapısındayız.
ve sonunda kardeşim dayanamıyor.
yoğun bakım kapısını açıyor ki bunu kelimelerle ifade etmem imkansız sanırım.
ona doğru koşan güvenlik görevlisine tek bir şey söylüyor '' içerde yatan babam''.
yoğun bakım hemşiresi mudahale ediyor, ''gelsin, göstereceğiz'' diyor.
giydiriyorlar, maskesini takıyorlar ve giriyor evimin küçük sıpası içeriye.
iki dakika sonra geliyor yanımıza.
sarılıyor bize ''babam dedi, sar ablanları benim için, iyiyim dedi'' diyor.
üç kardeş belki de ilk defa aynı anda ağladık, omuzlarımızda birbirimizin gözyaşları.
böyle geçen beş gün..
kanamalar, kalp atakları, ritm bozuklukları, şeker yükselmeleri, ara yoğun bakımlar, bayılanlar, ayılanlar, sevkler, kavgalar, heyet kararları.
ve bugun bitti.
babam üç hafta sonra bir operasyon daha geçirecek ama evimizde nefesi var şu an.
çok şükür..
boynunda bir takım kistler tespit edilmiş, lenf bezlerine önceki hafta biopsi yapılmış yazar.
bugün itibariyle de çıkan sonuçlara göre hiçbir kanser hücresine rastlanmamış, ve gece gece güzel bi' haber almamıza vesile olmuş yazar.
çok sevindim. yemin ediyorum sevinçten burnumu elektrikli sobanın tellerine dokundurasım var. . en başından beri bir şey çıkmayacağını söylüyorduk zaten. siliksin miliksin ama yine de buraya yazma ihtiyacı duydum. eğer varsa merak edenlerin, sevenlerin;
vesileyle de akıbetini öğrenmiş olur.
bir gün bu cümlenin bu kadar anlam kazanacağını tahmin edemezdim:
(#7372029) sayesinde babasının, amcasının ve dedesinin asker oduğunu öğrendiğim ve böylece gözümde daha da kıymetlenmiş, atalarımızın aynı topraklarda doğduğu, aynı acıları çektiği ayni bayrağın altında huzur bulduğu, aklı başında, sözlükte iyi ki var dediğim, hemşehrim olan yazar.
sözlüğe girdiğim ilk günlerde beni sıcak bir şekilde karşılayan insan. zevkle takip ediyorum kendisini.
malum yollar karlı, trafik sıkışık ancak yazabildim. * hoşgelmiş.
öğlen kahvede söylediler. peakseasonsurcharge silik dediler.
ne kolay söylediler.
sanki dev bir taş ocağını,
kökünden dinamitleyip, üstüme devirdiler!
ahh dostum... o kocaman nickine
o beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
o zalim tabutun tahtalarını,
senin üzerine nasıl böyle çivilediler?
yani sen şimdi gittin!...
yani bir daha olmayacak mısın?
yani bir daha şuku vermeyecek,
rakı ısmarlamayacak mısın?
peki, beni kim kızdıracak?
kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
peki, beni bu köhne dünyada
senin anladığın ka...
tamam tamam...
sayın peakseasonsurcharge abla. dün gece itibariyle intihar ederek kendini sildirdin.
sebeplerini bildiğim için sana bunun yüzünden kızamıyorum.
fakat giderken yanında nick altımı da götürdün çok ayıp ettin.
ama;
seni iyi ki tanımışım. kısacık sürede inanılmaz güvenimi kazandın. kısacık sürede bile olsa sana o kadar ısındım ki;
gelecekte bir kız çocuğum olursa nick'ini senin nick'inin aynısını yaparak, seni ölümsüzleştireceğim.
şimdi bunları adeta mezarının başında anlatıyormuşum gibi hissediyorum. zamansız gidişinle hepimizi yıktın.
arkanda bıraktığın yazarları hiç merak etme, hepsi iyiler.
daha fazla burada kalamayacağım.. bilirsin beni böyle anlarda hep gözlerim dolar.
seni çok özleyeceğiz dostum...
gittiğin sitelerde rahat uyu. kardeşlerin seni asla unutmayacak.
hoşçakal peakseasonsurcharge,
hoşçakal...