hep fast-food, hep fast-food... "bu böyle gitmez" dedim ve bugün pazara gittim ev arkadaşımla birlikte. alacaklarımızı aldık. sıra geldi taze soğana. tezgah tezgah gezerken bir yandan da taze soğan arıyorum gözlerimle. sonunda buldum bir tane. yaklaştım tezgaha ve "teyzecim kolay gelsin. taze soğanın ne kadar?" dedim. "ne taze soğanı evladım?" dedi. gözlerinin altındaki kırışıklıklar neredeyse 65 yaşına merdiven dayadığını söylüyorlardı. i̇çimden "yazık." dedim. "teyze iyice yaşlanmış herhalde, ara sıra kafası gidip geliyor..." parmağımla taze soğanları işaret ederek "i̇şte orda ya teyzecim." dedim. "ne kadara satıyorsun?" diye yineledim...
"evladım onlar taze sarımsak" demesiyle dünyamın yıkılması bir oldu. hemen yanımızda duran benim yaşlarımdaki kız ve annesi çoktan bıyık altından sırıtmaya başlamışlardı bile. bir şey söyleyecek gibi oldum ama tıkanmıştım. yüzüm yavaş yavaş kızarmaya başlarken kızın annesi "evladım nerede büyüdünüz siz hih hih?" dedi. bu lafın altında kalmamalıydım. okkalı bir cevap verip hem taze soğanla taze sarımsağı birbirinden ayırabildiğimi hem de hazır cevap bir kimse olduğumu anasına ve kızına ispatlamalıydım. üstelik 4 yıldır biyoloji okuyordum. gerçi tohumlu dersini 3. kez alıyordum ama olsundu. onlar bunu bilmiyordu. bilmemeliydiler de zaten! fakat o kadar heyecanlanmıştım ki cevap olarak "eee buralarda?" deyiverdim birden. tam manasıyla sıçmıştım. gittikçe batıyordum. acaba telefonum çalıyormuş gibi yapıp, açıp konuşsam, önemli birisiymiş gibi yapsam yutarlar mı diye düşündüm ama sonra bu fikrimden vazgeçtim. artık tutunacak dalım kalmamıştı. gözümü teyzeye çevirdim. kesinlikle bu işte bir yanlışlık olmalıydı. 4 yıldır bilfiil aldığım taze soğanı tanımıyor olamazdım. "ne demek teyzecim taze sarımsak? basbaya taze soğan bu!" dedim. bu sert çıkışımla teyzenin pes edip "yavrıım sen haklısın. son günlerde iyice hastalandım, yaşlılığım başıma vurdu, beni perişan etti. al bunları, bunlar taze soğan." demesini bekliyordum. "i̇nanmıyorsan kokla yavrum!" dedi. artık iyice sinirlenmiştim. çırpındıkça batıyordum. son bir umutla yere doğru eğilip taze soğanları burnuma götürdüm ve kokladım. soğan falan değillerdi. basbaya sarımsak gibi kokuyordu. yıkılmıştım. dizlerimin bağı çözülmeye, boğazım düğümlenmeye başlamıştı. gözlerim de birazcık sulanmıştı. kafamı kaldırıp yanımızda duran kıza ve annesine baktım. hala bıyık altından gülüyorlardı. sanırım bıyıklarını en son 2 ay önce falan aldırmışlardı. kafamı tekrar teyzeye doğru çevirdim. "yavrum ağlıyon mu sen?" dedi. "yok." dedim. "sarımsaktan."
bu utançla daha fazla yaşayamam. ya da yaşarım. ama artık pazara gitmem. sen kaybettin pazarcı teyze. sen kaybettin bıyıklı kız ve annesi. sen kazandın kapitalizm. sen kazandın burger king...
hayata dair iç burkan detayların başında gelen hadise. kişiden kişiye değişir tabi, ama benim için tam bir zulümdür. daracık aralardan geçip, ter kokuları arasında bir o yana bir bu yana salınmaktır. birde pazarda pazarlık yaparak alışveriş yapan teyzeler vardır ki, tam ibretlik şahıslardır. genç erkekler, pazara gitmeyin. durumunuz az biraz iyiyse, gidin manavdan hepsini alın çıkın. *
Sebze meyve peynir vb. gibi ürünlerin kokularının birbirine karışıp daha da iğrenç bir koku oluşturduğu , gitmekten nefret ettiğim , hele yazın izmir sıcağında hiç çekilmeyen bazen zorla yollanılan yer. Ayrıca çocuk pazar arabasını çekmek için yapılmıyorsa ne olayım. Arada gidersem sebze tarafına girmeyip , giyim taraflarında takıldığım ve nefret ettiğim yer mekan.