Herhangi bir günü Pazar kılan her şeyden uzak olmama rağmen nedense uyanır uyanmaz o günün Pazar olduğunu anlamamı sağlayan şeyler vardır. Misal; bitişik dairedeki piç kurusu.
Her Pazar sabahı bıkmak usanmak bilmeden bağırta bağırta aynı şarkıyı dinlemesi gibi:
Aaaaaaaaaghhh!
i don't need no arms around me
i don't need no drugs to calm me
i have seen the writing on the wall...
halbuki o günün Pazar olduğunu hatırlatacak böyle bir uğraşa girmesine gerek yok. Ben halihazırda kendisiyle zoru olan bir insanım. Bu yüzden istisnasız tüm Pazar sabahları ruyamda sık sık yüksekten düşerim. Düşerim ama bir türlü yere çarpıpta parçalanamam... bilinçaltım henüz uyanmadan takvimi önüme koymuştur.
sanırım çocuklukta kalma bir sevgisizlik bu, içimde büyüte büyüte koca bir duvar örmüşüm Pazar gününe karşı. Keyifsizce kendime hazırladığım kahvaltı sonrasında kızarmış ekmeği usançla çiğnerken bir Pazar günününde hızlıca bitip gitmesini düşünürüm. Çeyrek asırlık hayatımda kendisinde herhangi bir beklentim olmamıştır, zira neşeli başlasın ve öyle devam etsin diye gayret edildikçe insanı koyu bir yalnızlağa, anlaşılmaz bir kedere iter bu günler.
Dinlediğiniz albüm biter, okuduğunuz kitap sonlanır, içinde amaçsızca dolaştığınız evin odaları tükenir kendinizi sokağa atasınız gelir. Tv yi kapamadan evvel sunucunun mutlu pazarlar dilemesi üzerine siktir çekilir.
Sokaktaki durum farklı değildir büsbütün moralinizi bozar. Otobüsler daha seyrek geçer. Haftaiçinin o kendine has koşuşturması, kargaşası gitmiş, çoluklu çocuklu ailelerin akraba ziyaretleri için yollara düşmeleri, el ele tutuşmuş çiftlerin ulu orta cilveleşmeleri, şu yalın hayatın içinde insanların çoğu sahte çift kişilik mutlulukları, kavgaları gözünüze gözünüze sokuluverir Pazar günleri. Mağazaların kepenkleri kapalıdır yoksa insanlar mağaza vitrinlerine bakacak ve güzel hayaller kuracaklardır ancak Pazar günleri bunada müsaade etmezler.
Kısacası pek çok insan için hayatın intikam günleridir Pazar günleri.
çocukken her daim sinirli olan ve didişen anne-baba , o gün su kaynatılıp yıkanma zorunluluğu , gönlünce oynayamama ders yapma zorunda olma gibi sebeplerden nefret edilen ama yaş ilerledikçe deli gibi özlenen günler. artık pazarlarda bir zorunluluk , bir telaş yok. ama bir huzur da yok kendi içinde.
öğle uykuları,ürkünç bir pazar senfonisi, ütülenmiş çamaşır kokusu, bizimkiler (elini oynatma komşum, anaaam katil,cıvık bacım afedersin, maşuk'un makus talihi ve illaki onun adı cemil), parliament sinema klübü( all my life ,hadi yat bakalım oğlum geç oldu,ammaan yaa söz erken kalkarım sabah..)
vesaire vesaire ve gerçekten vesaire... yaş ilerledikçe ritüeller değişiyor çünkü...ama değişmeyen tek şey, tarif edilemez bir can sıkıntısı .evet.durmak yok,yola devam,tadında.
gani müjde'nindi galiba ,gazete köşesinde daimi bir sözü vardı:
"pazar günlerini sevmem, pazar günlerini sevenleri hiç sevmem"...
Eskiden uzun ve neşeli aile kahvaltısı, televizyonda açık bir kovboy filmi, arkasından bob ross'un palet ve boyalarla dans etmesi, büyük kedilerin günlüğü belgeseli ve günün maçları ile devam eden bir gündü. Ama Artık bu kültür de kalmadı. Birçok şey gibi pazar günü de değişime uğradı. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyen kişi kimse, tebrik etmek lazım.
arkadaş muhabbeti sevdiğinizin yokluğunu unutturmuyorsa, gezdiğiniz sokaklar üstünüze geliyorsa, arabaların gürültüsünden, sokakta kol gezen abazalardan, cafelerde fink atan kariyer sahibi orta yaş üstü erkeklerin sizi kesmesinden rahatsızlık duyuyorsanız evde kalmayı tercih ettiğiniz gündür.
her hafta insanın üzerine üzerine gelen, garip gündür. aileden uzak pazar kahvaltısında olmak ayrı koyar, aile ile olsan günün devamı yine sıkar, arkadaşlarla buluşsan yapacak şeyler ne hikmetse sınırlanır, yalnız başına oturup evden çıkmasan depresyone kadar giden yolu vardır. ah şu pazarlar yaptı beni böyle.