1947 doğumlu amerikalı yazar. hemingway' den sonra amerika' nın en önemli yazarı olarak kabul edilebilir. aslında hiçbir şey anlatmadığını düşündürüp çok fazla şey anlatma konusunda ustadır. en becerikli olduğu şeyse modern zamanın olaylarını nerdeyse eski rus yazarları tadında psikolojik betimlemelerle anlatmasıdır. birileri tarantino için:"halay çekse izlerim" demişti. işte auster onun edebiyat karşılığıdır.auster alışveriş listesi yazsa okunur.
hep sakindir yazıları.karmakarışık bir dönemin içerisinde yer alıyorken,auster tüm karmaşıklığı o yalın diliyle basitce önümüze sunuyor.auster kendi ifadesiyle;bulanıklaşmış, arka odaların pencerelerini usulca aralamakta..
hayatın örgusu akmakta satırlarında,ritmi ağır bir havada ilerleyen kurgu,birden balkan ezgileri hızına ulaşabilmekte.derinden kavrayarak yakaladığı her bir kişi ve sey,mutlaka sıradanın basitliğini kuşanarak okuyucuya aktarılmakta.gunumuz edebiyatının en derin ve en basit karakterlerini yaratabilen bir dehadır kanımca.
tum akışkanlık içerisinde,kendinizi kaptırdığınız kurgudan ayrılırken mutlaka geriye bir tamamlanmamışlık,bir eksiklik kendini ele verir.
çünkü yaşam devam etmekteyken ve söylenecek onca söz varken,auster bir eserde tüm sırrı ifşa edecek kadar bilgiçlik taslamaz.
toplumun değişik kesimlerinden insanları, eserlerinde ustalıkla bir araya getiren amerikalı yazar. new york' u avucunun içi gibi bilmektedir. smoke adlı eserindeki yazar, auster' in kişiliğine benzerliğiyle dikkat çekmektedir.
son eseri yazı odasında yolculuklar ile, kariyerinin bir dökümünü ortaya koymuştur bir anlamda. karakterleri onu sorgulamıştır.
auster, dünya edebiyatında özgün bir kalemdir, hayatın içinden küçük detayları başarıyla yakalayıp eserlerine serper.
Paul Auster beyazperdede ilk kez Philip Haas'ın yönettiği 'Şans Müziği'yle boy gösterdi. Ama, filme temel olan romanı yazmak dışında bir sinemasal faaliyeti olmadı. Kendisi, filmden hoşnut kaldığını söylüyor. Sonra Auggie Wren geldi. Sadece bir talep sonucu. New York Times'ın 'Op-Ed' bölümünün başına getirilen kişi, bölümü daha ilginç yapma adına, oraya ilk kez bir hikâye koymayı düşünmüş. Noel günü bir Noel hikâyesi. Paul Auster'ı aramış. Yazar, "Yapmak isteyeceğimi düşündüm, ama ne yapacağım hakkında hiç fikrim yoktu" diyor. Sonra tam gazeteyi arayıp da yapamayacağını söylemeye hazırlanırken, gözü masasının üstündeki Shimmelpenninck purolarının teneke kutusuna takılmış. "Brooklyn'de onları satın aldığım adamı düşünmeye başladım." Aklına, büyük şehirlerde kurulan benzeri ilişkiler gelmiş. Dostça davranan, ama dostum demediğin insanlarla kurulan ilişkiler. Auggie Wren'in hikâyesi de böyle doğmuş işte.
Auster, hikâyeyi yazdı, San Francisco'da yaşayan yönetmen Wayne Wang Times'da okudu, etkilendi. Auster, önce senaryoyu yazmayı aklına bile getirmemişti. Wang'ın hikâyeyi beğenmiş olmasından hoşnuttu. Ama yönetmen yavaş yavaş onu kandırdı, işe dahil etti. 'Duman'ı tamamlayana kadar hayli bir süre birlikte çalıştılar. Ortak yanlarını keşfettiler. ikisi de, bir yönleriyle ciddi adamlardı, ama bir yönleriyle de saçmasapan şeyleri ve vodvili seviyorlardı. Auster, Auggie Wren'in Brooklyn'deki puro dükkânındaki doğaçlama olayları izleyen bir sonraki filmleri 'Blue in the Face' için, "Ben onu bir tür modern vodvil olarak düşünüyorum," diyor.
Auggie Wren'e gelince, Auster'a sonradan film haline getirilmiş hikâye için esin kaynağı olan adam, puro satıcısı, ne yazık ki beyin kanseri olup dükkândan çekilmişti. Sonra da genç yaşta öldü. Yazar, film piyasaya çıkınca dükkâna gittiğini hatırlıyor. Ortakları filmden çok memnunmuş. 'Daily News'dan biri gidip onlarla söyleşi yapınca, Auster'ın eski dostunun ortağı, "Herkes bunun anlamsız bir iş olduğunu düşünüyor, tamam mı?" demiş, "Sadece tezgâhın arkasında oturuyorsun. Ama herkes geliyor buraya ve en şaşırtıcı hikâyeleri dinliyorsun!" Auster, "Tıpkı Auggie gibiydi," diyor.
Adı jenerikte geçmese de Wayne Wang ile birlikte yaptığı 'Duman' onun için başlangıç oldu. Hemen ardından, 'Blue in the Face'i onunla birlikte yönetti. Sonra kendi yönettiği ve kızı Sophie'nin de oynadığı 'Köprüdeki Lulu' geldi. Başrolünde, 'Duman'ın Auggie Wren'ini oynayan Harvey Keitel oynuyordu gene. Şu sıralarda da, 'The Inner Life of Martin Frost'u tamamladı, Sophie onda da oynuyor. Paul Auster Cannes'a bir seferinde jüri üyesi olarak gitmişti.
Kim bilir, belki de artık yönetmen olarak katılır, hatta ödül bile alır. *
Kehanet Gecesi isimli kitabı gerçekten çok ilginç.Ancak karakterleri ve onların hikayesini bir kenara bırakıp romana devam etmesi çok tuhaf bir stil.Okuyucu olarak roman boyunca merakla bekliyorsunuz acaba ne olucak diye.Roman bittiğinde ve o hikayeye ait bir son bulamamak da hayak kırıklığına sebep oluyor.Ama okunduğu zaman insana iyi gelen bir kitap.