Geçtiğimiz hafta Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin hakkında soruşturma açılarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca görevden alınması, Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera ve Balesi çalışanlarının yoğun protestolarına neden oldu. Genel müdürün görevinden alınmasına, bakanlığın söz konusu kurumlara siyasi atamalar yapmak istemesi karşısında genel müdürün olumsuz tutumunun neden olduğu söylendi. Yapılan gösterilerde 'AKP'nin sanata ve sanatçıya düşman olduğu', 'devletin bu kurumlarda kadrolaşmaya çalıştığı', 'halkın sanatsız bırakılmaya çalışıldığı' yönünde söylemler vardı. Karşılık olarak Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, 'Bu kurumlarda 15 yıldır sahneye çıkmayan sanatçıların, 110 kilo ağırlığında balerinlerin mevcut olduğunu, personel arasında hem devletten 2-2.5 milyar TL maaş alıp hem de oynadığı dizilerden haftada 30 milyar TL kazanan sanatçıların bulunduğunu' belirtti.
Üzerinde durmak istediğim konu tiyatro, bale ya da opera gibi sanatların faydalı veya gerekli olup olmadığı kesinlikle değil. Bir iktisatçı olarak tiyatro, bale ve opera gibi sanatların devletçe sunumunun ekonomik olarak rasyonel olup olmadığını tartışmak istiyorum.
Bazı toplumlarda ebeveynler çocukları üzerine aşırı boyutta titremekte, çocuklarına tercih hakkı vermeyerek, onlar adına tüm kararları almaya çalışmaktadırlar. Bunun altında yatan arguman, ebeveynlerin çocuklarının kısa görüşlü olduğu uzun vadede en iyi çıkarlarının ne olduğunu bilmedikleri ve dolayısıyla kötü tercihler yapacakları yönündeki inançlarıdır. Bu tür toplumlarda devlet-vatandaş ilişkilerinde de benzer bir yapının hakimiyetinden söz edilebilir. Bu anlayışa göre vatandaşlar kendileri için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilemezler ve kendi çıkarlarına uygun davranamazlar. Dolayısıyla, devlet müdahalesi için hiçbir gerekçe olmaması durumunda bile devlet bu gerekçeye sığınarak bireylerin kendi çıkarına uygun davranması için çaba harcamalıdır. Devletin kişilerin en iyi çıkarının ne olduğunu onlardan çok daha iyi bildiği için ekonomiye müdahale etmesi gerektiği görüşü 'paternalizm' olarak adlandırılır. Bazı ülkelerde devlet bu rolüne o kadar sarılır ve bireylerin kendi çıkarlarını onlardan daha iyi bildiğine o kadar inanır ki; prototip bir vatandaşın nasıl hareket etmesi gerektiğine, neyi tüketmesi, nasıl yaşaması gerektiğine onlar adına karar verir ve onları bu davranışlara zorlar. Aslında buna karar veren devlet değil devlete ve siyasi otoriteye hakim bir seçkinler grubudur. Türk siyasi geleneğinde de kendine oldukça geniş yer bulan bu anlayış, bir baba olarak devletin birey olarak bizlerin çıkarını bizden daha iyi bildiği ve bizim adımıza karar vererek bizleri bu şekilde davranmaya zorlama hakkına sahip olduğu inancına temel oluşturmuştur. Bu mevcut yapı 'erdemli mallar' adı verilen belli mal ve hizmetlerin tedariki de dahil olmak üzere aslında tamamen özel mahiyette olan bir sürü mal ve hizmetin devlet faaliyeti olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Üstlendiği bu rol sayesinde devlet, ideal vatandaş prototipini kendince tanımlayarak, iyi bir vatandaşın tiyatroya gitmesinin, opera ve bale izlemesinin gerektiğine karar vermiş ve bu faaliyetleri üzerine alarak 'Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü' ve 'Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü' gibi kurumlar oluşturarak bu tür faaliyetleri vergi mükelleflerinin ödediği vergilerle finanse etmeye yönelmiştir.
Devlet bütçe gelirlerinin en önemli kalemi vergilerdir. Devlet vergiler yoluyla insanların çabaları sonucu elde ettiği kazançların bir kısmını onların elinden alır. Dolayısıyla gerektiğinde zora dayanarak toplanan bu vergi gelirlerinin kamu hizmeti özelliği gösteren kamu giderlerinin karşılanmasında kullanılması etkinlik ve adalet açısından bir gerekliliktir. Aksi halde vergi mükellefleri ödedikleri vergilerle kamusal niteliğe sahip olmayan ve belki de hiç yarar sağlamayacakları birtakım faaliyetleri finanse etmiş olacaktır.
Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü'nün 2005 yılı bütçe verilerini incelediğimizde, özel bütçeli kuruluş olan Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün toplam giderlerinin 78.885.068 YTL iken, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün giderlerinin 91.634.800 YTL olduğunu görüyoruz. Söz konusu kurumlar bu giderlerin oldukça az bir miktarını bilet satışı gibi öz gelirleri ile sağlıyorken, büyük bir kısmını Hazine yardımı olarak sağlıyorlar. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü'nün öz gelirleri 3.500.000 YTL, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün öz gelirleri ise 2.750.000 YTL. Özel gelirlerinin giderlerini karşılama oranı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü için % 4,4 iken, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü için bu oran % 3,0. Yani piyasa koşullarında bu kurumlar mali anlamda çoktan iflas etmiş kurumlar. Ülkemizdeki mevcut durum, hem piyasa ekonomisi mantığı ile hem de kamu fonlarının etkin kullanımı ile çatışmaktadır. Tiyatro, opera ve bale gibi sanatlar piyasada alınıp satılabilen özel mal ve hizmet yapısındadır. Dolayısıyla, bunların tamamiyle piyasaya bırakılması hem mali hem de iktisadi etkinlik açısından bir gerekliliktir.
Diğer bir açıdan, kurum personelinin savunduğu 'hem devletin olalımı hem devlet bize dokunmasın, müdahale etmesin, özgür bıraksın' anlayışı öncelikle devletin ve siyasi otoritenin doğasına aykırıdır. Devletten baba olmasını isteyen, babanın giderek artan bir şekilde kendi özgürlüklerini kısıtlayacağını, kendilerine giderek özgürlük alanı bırakmayacağını ve sürekli müdahale edeceğini bilmelidir. Thomas Hobbes boşuna devleti bir Leviathan'a (su canavarı) benzetmemiştir. Sanat ve sanatçılığın en olmazsa olmaz temeli özgür olmasıdır. Devletin sanatçısı ünvanı bile sanatın devletçe kontrol edildiği güdümlü sanat ve sanatçılığı ifade etmez mi? Eğer devlet sanatçılarının aldıkları ücretleri, bir kısım sanatçının ifade ettiği gibi bir tür devlet desteği veya bir tür teşvik olarak görürsek bu durum sanatçılar arasında da bir adaletsizliği (devletçe kayırılan sanatçı-kayırılmayan sanatçı gibi) ifade etmez mi? Devlet tiyatrosuna, operasına veya balesine bağlı olmaksızın -devletten geçinmeksizin- eserler üreten ve bunları başarılı bir şekilde doğrudan tüketicilere sunan sanatçılara haksızlık edilmiş olmuyor mu?
Tiyatro, opera ve bale sanatları devlet rol üstlenmezse ortada kalacak ya da ortadan kalkacak sanatlar değil. Devlet bu alanda fonksiyon üstlenmediğinde vatandaş daha da kültürsüzleşecek, sanat sevgisi ve sanata olan ilgi azalacak değil. Tersine! Tüketici tercihlerine duyarlılık ve saygı, ticari ilkelere ve piyasa sistemine güven ve bağlılık sadece ülke düzeyinde değil, evrensel düzeyde sanatsal ve ekonomik başarıları getiriyor. 'Dansın Sultanları' ve 'Anadolu Ateşi' bu durumun övündüğümüz birer örneği değil mi?