yemin ediyorum ki size, bir tek kişi yok aklımda. babam olsa, ona dahi oy vermem şöyle bir süreçte.
şöyle bir şey anlatayım.
muhafazakar bir ailenin çocuğuydum. çocukluk dönemimdi. o dönem de bizim horlandığımız, dışlandığımız bir dönem. aslında bunu söylemeye bile utanır oldum,o kadar ayağa düştü ki bu mağduriyet... bunu şunun için söylüyorum, o zamanlar siyasetten ümidini kesmişti bütün ailem, akrabalarım ve çevrem. ben de her zaman siyasetçileri soğuk, inançsız, zalim ve gaddar insanlar olarak kurmuşum kafamda.
şehrimize bir siyasetçi geldi. miting miydi, neydi hatırlamıyorum. siyasetten hiç haz etmeyen, zerre kadar siyasetten anlamayan annem beni de kolumdan tutup götürmüştü oraya. bir baktım ki, tıpkı benim annem gibi, babam gibi, teyzem, amcam, dedem gibi konuşan, halkı selamlayan, selamlarken de gözlerinin içi gülen bir adam vardı. annemin kolunu çekiştirdim dedim ki "anne, bu adam neden cumhurbaşkanı olmuyor?" bunu söylediğim zaman kaç yılıydı inanın hatırlamıyorum. doksanlarda bir yıldı ama. fakat konuşan adamın kim olduğunu çok iyi hatırlıyorum. konuşan adam recep tayyip erdoğandı. necmettin erbakanın öğrencisiydi.
o yüzden artık sevdiğim, azıcık ışık gördüğüm hiç bir insanın siyasette başarılı olmasını istemiyorum. şerefli olduğunu düşündüğüm insanların insanlıktan çıkışını görmek istemiyorum artık. bırakalım da siyaseti en şerefsiz insanlar yapsın. her zaman da öyle oluyor zaten.
ama benim de öğrendiğim bir şey var ki, elin avrupalısı haklıymış. hakikaten de din ile siyaset bir arada yürümüyormuş. aslında bunu en iyi biz müslümanların bilmesi gerekirdi diye düşünüyorum. işin içine siyaset girince ilk halifelerin bile nasıl amansız bir savaşın içine düşebildiklerini, en iyi biz bilmeliydik.
demek ki olmuyormuş siyasetle din bir arada. demek ki, ya iyi bir müslüman olacakmışsın ya başbakan. ikisi bir arada olunca ters mıknatıslama yapıyormuş.