tc' deki çoğu müzede var olan bir uygulamadan yola çıkarak louvre müzesi' ne girerken cahillik yapıp bütün digital ekipmanlari içeri girmeyecek olanlara teslim etmemeniz gereken yerdir. *.
champs-elysees' te yürürken louis vuitton mağazasının vitrinindeki abuk çanta heykeline 1 saatten fazla süre bakmamanız gereken yerdir.
ayrıca akşam kızıllığında sean nehrinde gezintideyseniz ve özgürlük anıtı' nın küçültülmüş versiyonunu görünce millete kakalama istegiyle dolduysaniz, adam gibi fotograf cekip fonda eiffel kulesini kullanmamanız gereken yerdir.
ha bir de yakın zamanda gidecek ve hunchback of notre dame filmini izlemiş minik bir tanıdığınız varsa, kilisenin etrafında görmesi muhtemel sıradan bir kambur vatandaşa parmağıyla anne babasına işaret edip aaa quasimodo diye bağırmamasını tembihlemeniz gereken yerdir. *
disneypland' da şekerli patlamış mısır komasına girmemesi için uyarmanız gereken yerdir. tarzan müzikalini izleyince şayet minik bir kızsa yurda dönüşte kendini jane sanıp lambaya halat bağlamamaya çalışmasını öğütlemeniz gereken yerdir.
ve evet paris' te aşk başkadır çünkü herkes ikinin katıdır ve bu hadise tek sayı olanlara zıt kutup etkisi, çift sayı olanlara da kuvantum fiziği ayrılmazlık ilkesi ispatı yapmaktadır.
sacrifice ile birlikte anılabilecek en güzel k. iskender şiirlerinden biri..
paris
bu kartı sana paris ten atıyorum
çok türkçe bir aşkın ortasında
çok türkçe bir yağmurun mağarasında
çift kâğıtlının son dumanına sinen erezyonda
kelimelerden
beni aşağılayan, bir hiç yerine koyan kelimelerden
ve tehlikeli, korkunç hayvanlardan kurtulduğum,
kendime doğru
bir çıkış yolu bulduğum
güzel bir zamanda..
bu kartı sana paris ten atıyorum:
bugün mavinin ayrı bir havası
bugün rüzgârın özel bir şıklığı var,
bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim!
bugün kuşlarla senden, senin
o çok efkârlı ellerinden konuştuk uzun uzun
bugün kuşlarla senin resmini çizdik
bütün karakol duvarlarına
biraz sandviç yedik, biraz su içtik seni düşünerek
allahına kadar fırlamaydık senin anlayacağın
bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim
bugün kuşlara senin ismini armağan ettim!
gereksiz eklem ağrıları ve kriz değil midir
ışıksız gözlerime bir nebze kan
pul pul olmuş tenime enjektör kapanları kuran,
duran
sonra yürüyen
sonra bir daha duran
seyyah kalbime tüm ihtişamıyla boşalan
hap niyetine sıcak elektriğin doludizgin sersemliğinde
üşürken, açken
kolları kısa ceketimin yakalarını kaldırırken
sorgumda soruyorum bunları, hep soru kalanları:
niye ayrıldık (cevabı kullanılmış, aids riski taşıyor)
nasıl sustuk (cevabı, kalabalık getto masallarında)
niçin birbirimize çarpa çarpa bir suça ortak olduk
şimdi hangi dozda hangi ekolde zırvalıyorum
sokaklarda mora mor çalan dönme bir gitaristken
koşabiliyor muyum, nefes alabiliyor muyum, sıçabiliyor muyum
dehşetli yerlerimden
en karanlık gizlerimden çalakalem vurulmuşken
otuz üçünde kahpe bir anarşist
sırtında yetmiş yedi hançer yarası
bir polisten tokatlanmış magnum ve ben
gece camlarını, orospu .mlarını yumruklarken
ya da
çıplak ayaklarımla boş ilaç şişelerini ezerken
her yer, herşey kırmızıya boyanırken duruluyorum
ölmek üzere olan birin üstünde dönenen
puşt akbabalar gibi yüzümün üstünde dolanıyor ruhum!
bu kartı sana ben
sanırım
paris ten atıyorum!
mamafih,
niye gelmişim, nerden gelmişim, neden burdayım
sanki
ekmeğe karışmışken toprağı özleyen buğdayım!
sevgilim, ben ne soysuz bir adamım -ki
kopan mi telinin yerine kurumuş bir gözyaşı takıyorum
evet! evet!
koşuyorum, yuvarlanıyorum, bağırıyorum, ağlıyorum
faşizme yenilmişken
avla avcının mesafesi daralmışken
otuz üçünde bozguna uğramış bir devrimci
kıçında yetmiş yedi .azrak yarası
bu kartı sana ben
büyük ihtimal
paris ten atıyorum!
Kararlaştırdıkları gibi 6 ay sonra Viyana'da buluşamamış fakat 9 yıl sonra artık birer mutsuz-yetişkin olarak karşılaştıkları; yine hayata dair fikirlerini paylaşarak dolu dolu bir gün -kimbilir belki de daha fazla ;) - geçirdikleri ve birbirlerini yeniden buldukları şehir; Paris... (Before Sunset)
özellikle sarkozy'nin seçilmesinden sonra polis sirenlerinin hiç susmadığı şehir. önce olumsuz yanları:
- şehir gerçekten çok pis. bana istanbul'u andırdı. diğer avrupa şehirlerinin pekçoğunun aksine insanlar sokaklara izmaritlerini ve çöplerini atarken çok rahat.
- hırsızlık olayına şahit olmadım ama sık olduğunu zannediyorum, çünkü ufacık dükkanlarda bilr ile iri yarı korumalar sürekli nöbet bekliyor.
- yemek çok pahalı. aslında her şey pahalı.
- ırkçı değilim ama turist olduğunuz anlayan zenciler bileklik falan satmaya çalışıyorlar.
- binaların dışı gibi içi de çok eski, bu nedenle genelde bakımsız ve rutubetli. çok para vererek kaldığınız oteller bile bu nedenle eski.
- özellikle scooterlara dikkat etmek lazım mazallah ezilirsiniz.
- turizmin boku çıkmış, kiliselerde bile üç kuruşluk mum 2 ile 5 euro arasında satılıyor. müze fiyatları da kol gibi.
- hiç belli olmaz her an çılgın bir yağmura yakalanabilirsiniz
olumlu tarafları
- bu şehre romantik demeyen kör olsun.
- özellikle her taraftaki anıtlar ve harika korunmuş mimari inanılmaz bir atmosfer katıyor.
- alışveriş delileri için özel not her taraf mağaza, beni özellikle her köşe başını dönünce yok versace yok kıl yok tüy gibi acayip pahalı dükkanları görmek şaşırttı. daha da enteresan olan milyarlık ayakkabıların satıldığı bir dükkanın yanında 3-5 euroya çok rahat bişeyler alabilecek mağazalarda olması.
- şehir 24 saat yaşıyor, her an dansçı gençlere, sokak sanatçılarına denk gelebilirsiniz
- neden hoşlanırsanız hoşlanın bu şehirde onu garanti bulabilirsiniz.
- eurodisney süper eğlenceli. ama her şey gibi o da öküz gibi pahalı. 44 euro bir bilet. oha
tavsiyeler
- otelinizin şehir yakınında örneğin gare st lazare tarafında olmasına özen gösterin böylece hayvansı taksi paraları ödemekten, ya da gece binilmemesi özellikle tavsiye edilen metroyu öğrenmeye çalışmaktan kurtulursunuz.
- yemek masrafından biraz sıyırmak için sandwich dükkanlarını tercih edin. gerçi onda bile 2 kişi 13-15 eurodan aşağı kurtamazsınız.
- bütün müzeleri gezicem diye bi hırsınız varsa, japonlar 3 günlük ya da bir haftalık müze bileti alıyorlar, aksi taktirde loure müzesi mesala 13 euro.
- eyfel için en kötü saat 19:00a kadar sıraya gidin.
- paris'te herşey sırayla, o yüzden sıra beklemeye alışın.
- heryerde dağıtılan haritalardan bir tane bulun ve mutlaka kuzeyi güneyi neresi öğrenin aksi taktirde ( tabi denk gelirse çünkü fransız dan fazla turist var ) fransızlara sormak zorunda kalırsınız, bu da eğer ingilizcenize güvenerek geldiyseniz ve benim gibi fransızca bir kelime bile bilmiyorsanız size "fransızlar ingilizce konuşmuyor abi" atasözünün doğruluğunu gösterir.
- sen nehri turlarına mutlaka katılın.
Dunyanin en zeki kadin yazarlarindan birine 'the meaning of life' adli kitaba konmak uzere hayatin anlamini sorduklarinda verdigi cevaptir; 'hayatin anlami paris'tir ve de iyi bir erkek.ikisi bir arada tercihimdir.'
mina urgan, bir dinozorun gezilerinde 1937 yılındaki paris'ten; tatlı tatlı, benimle sohbet ederek bahsediyor, ben bir meraklı öğrenci edasıyla sayfaları gözlerim parlayarak çeviriyordum. :
"sokakların akıl almaz canlılığı bir yana, bunların zeminini döşeyen malzeme bile hayret ve hayranlık duymama neden oldu: buna inanması güç ama; o sokaklar taşla, toprakla ya da betonla değil; düpedüz ahşap parkeyle döşenmişti. yani güzel bir evin salonunda yürürcesine geziniyordunuz o sokaklarda. bu dikdörtgen parçaları, pırıl pırıl çelikten yapılmış, avuç büyüklüğünde yuvarlak çivilerle birbirine raptedilmişti. biz, barbar türk öğrencilerin başlıca eğlencelerinden biri, kaşla göz arasında bu çivileri yerden söküp evimize götürmek; onları tersyüz edip kültablası olarak kullanmaktı. 1948'de paris'e üçüncü gidişimde, ahşap parkeler ortadan yok olmuş; paris sokakları zeminleri açısından avrupa'nın öteki büyük kentlerine benzemişti. bundan sonraki bölümde uzun uzun anlatacağım paris'e bir insana aşık olurcasına vuruldum."
sokak cadde isimleri değişmediği için 120 yıl önceki şehir rehberi ile gezilebilen, kanalizasyon sistemleri şehri caddelerinin aynı olarak tasarlanmış, (yani üstündeki caddenin ismini taşır ve cadde genişliği kadar geniştir. dar caddelerin altında dar kanal geniş caddelerin altında geniş kanal.) olan ışıklar şehridir.
simetri hastası insanların kurduğu, yeni ulusal kütüphanesi 13 milyon euroya yapılan ve sömürgesindeki tüm ağaçları alıp burada harcayan adamların şehridir. ayşecik filmleri ile bizde süper bir şehirmiş gibi tanıtılmış olmasından dolayı çoğunlukla abartılan şehirdir.