paris sendromu

entry11 galeri1
    11.
  1. bir şehrin kişilerin beklentilerini karşılamama durumu.
    2 ...
  2. 10.
  3. paris sendromu mu?

    bunlar daha yozgat'a veya adana'ya gelmediği için paris sendromunu bir şey sanıp önemsiyorlar.
    eğer gerçekten bu sendromdan rahatsızlık duyan olursa onları yozgat'a adanaya'ya getirin.

    bak yemin ediyorum, şarapsızım hiç birinde paris sendromu kalmaz.

    hoş, bu sefer de sendromdan kurtulup depresyona girip hepsi daha sonra intihar eder.
    zaten adamlar genetik olarak intihara meyilli.
    0 ...
  4. 9.
  5. paris sendromu, özellikle japonların yakalandığı garip bir psikolojik rahatsızlık… paris’e gelmeden önce şehirle ilgili büyük beklentileri olan kişiler, şehrin gerçek yüzüyle karşılaşınca depresyona giriyorlar.
    3 ...
  6. 8.
  7. Paris'e tatile ya da çalışmaya gelen Japonların, kültür ve dil farklı dolayısıyla yaşadığı sendrom.
    0 ...
  8. 7.
  9. Paris'i, romantizm, aşk, meşk, şarap, edith piaf, dans, pembe panjurlu, sokaklarında, yağmur altında dans edip, öpüşen, mutlu mesut aşıkların, jöteeeeemmm diye haykırdıkları bir film seti havasında düşünen tayfanın, yaşadıkları hayal kırıklığı sonucu yaşadıkları sendromdur.

    Paris' te, romeo ya da jüliet' e dönüşmüyorsunuz hanımlar beyler!
    Yiyip, içip, sıçma eylemleri orda da sürüyor, ansızın pembe filan da sıçmıyorsunuz ayrıca.
    Bir pazarlama harikası olan, tamam hakkını yemeyelim hoş bir fransız kentini gezip dönüyorsunuz.
    Hatta bazen telefonunuzu bile çaldırabiliyorsunuz meselâ!
    Götü kalkık yaşlı fransız garsonlarına, laf anlatamıyorsunuz, adam garson değil sanırsın kraliyet ailesi mensubu, garsonluğu öylesine can sıkıntısından yapıyor haspam!
    ingilizce konuşmuyorlar efenim, eee nolcak ben de fransızca bilmiyorum, yemek vermicen mi ulan hırbo?!

    Gerçekleri bilin, sonra yok sendrom yok travma deyip tatava yapmayın.
    En güzel ülke bizim ülkemiz, hem valla hem billa!
    7 ...
  10. 6.
  11. 5.
  12. En sevdiğim Stockholm sendromu. Sendrom gibi sendrom be...
    0 ...
  13. 4.
  14. Sacma bi psikolojik rahatsizlik,zaten cogu onceden ruh hastasi oluyolarmis.
    0 ...
  15. 3.
  16. bir psikolojik rahatsızlık. özellikle japonlar yakalanıyormuş. paris'e gelmeden önce şehirle ilgili büyük beklentileri olan turistler, umduklarını bulamayınca bunalıma giriyorlarmış. yerim.
    6 ...
  17. 2.
  18. eyfelin yakından sanıldığı kadar güzel olmamasıyla birlikte adeta bir demir yığını yorumlarını sıkça duyduğum . eğer parise gidecekseniz fonda amelie çalan aşk şehri düşüncelerinizi şöyle elinizin tersiyle bir itin çünkü karşınıza çıkacak olan bu değil. Gerçekte müzelere gitmek için inaılmaz kuyruklarda beklediğiniz, kaba garsonların var olduğu, soğuk insanların yaşadığı bir yer. yabancı dille konuşmama gibi milliyetçilikleri tutabilir ayrıca sizin Fransızcanızda mükemmel değilse ve bu alay konusuysa bir de büyük hayallerle gelen bir japonsanız paris sendromuna merhaba deyin.
    0 ...
  19. 1.
  20. Altmış sekiz kuşağından artakalmış ve de Fransızca bilen aydınlarımızın pek sevdikleri ve izledikleri bir gazete vardır: 'Liberation' (Kurtuluş)... 'Le Figaro ve 'Le Monde' gazetelerine oranla 'daha entel takılır' denilebilir.

    Yok, şimdi size bu gazetenin babası Serge July denilen adamı, gazetenin artık revaçta olmadığını, darboğaza düştüğünü falan anlatacak değilim; bu tür yazılar, bir zamanlar gazete patronu ya da genel yayın müdürü olup da feleğin sillesini yemiş, bizim gibi 'alt tarafı köşe yazarı' durumuna düşmüş yani tenzil- i rütbeye uğramış arkadaşların işidir. Hani yöneticilerin 'mutfaktan yazma' geleneği vardır ya, Türk mutfağından uzak kalınca Fransız mutfağından yersin.

    Bu gazetede bir haber çıktı da, onu aktaracağım.

    Paris'te yaşayan Japonlar arasında intihar vakaları artmış.

    'Bize ne be adam?' deme, dur, patlama, sabret.

    Çünkü, Fransızlar Japonlarla alay ediyorlarmış. Bu yüzden orada yaşayan birçok Japon bunalıma giriyor, kimisi de dayanamayıp kendi canına kıyıyormuş! Bu eğilim o kadar belirgin ve tehlikeli olmaya başlamış ki (yılda en az yüz kişi böyle 'gider olmuş' kafadan) Sainte-Anne hastanesinin doktorları (bizim Bakırköy'e tekabül eder) olaya özel bir de terim uydurmuşlar: 'Paris sendromu'.

    Yaa, Kopenhag kriterlerinin yanısıra Avrupa'da böyle durumlar da var...

    Fransızlar Japonlar'ın konuşmaya çalıştıkları Fransızca'yla dalga geçiyorlarmış. Depresyon teşhisiyle gözetim altına alınan bir Japon 'bizi sevmiyorlar, onların önünde kendimi gülünç hissediyorum' diyor.

    Fransız, kendinden başka kimseyi sevmez, Fransa'dan başka hiçbir ülkeyi de ciddiye almaz. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı engel olamadığı bir aşağılık duygusu içindedir, o kadar.

    Hele bir nedenle oralara düşmüş yabancılara karşı tutumu, kaba ilgisizlikten açık aşağılamaya kadar varır.

    Onun için oralarda okuyan bizim çocuklar yapayalnız kalırlar, ya başka ülkelerin kızlarına yönelirler 'çıkmak için', ya da Türkiye'ye dönerken alt tabakadan eli yüzü de pek parlak olmayan bir Fransız yakalayıp getirirler, örneğin Mazet ya da Mabillon talebe lokantalarının bulaşıkçı kızlarını falan! (işin kötüsü şimdi Mazet de kapandı artık.)

    Japon'un, çekik gözlerinden gelen özel bir konumu da var tabii. ikinci Dünya Savaşı'nda bunlarla savaşan Amerikan askerleri bunlara 'the monkeys' derlerdi, maymunlar! Irkçılığın en aşağılık boyutunda, sonra Vietnam halkına 'the gooks', Somali halkına 'skinnies', şimdilerde Irak halkına da 'towelheads' dediler, havlu kafalılar!

    Yani, Avrupa Birliği'ne çıkmaz ayın son çarşambasında girerseniz, Paris sokaklarında kara çarşafınızı ve türbanınızı, ya da cüppenizi ve sarığınızı 'bir bayrak gibi' dolaştıracağınızı sanmayın. Sizi 'Magripli'den' farklı görmeyeceklerdir. Adam hesabına almayacaklardır.

    Fakat intihar... işte orada dur.

    Bir kere Şinto dininde çok onurlu bir ölüm sayılan intihar bizde günahtır, ikincisi de Türk oraları öyle güzel dağıtır ki...

    Tunç Okan'ın 'Otobüs' filmini hatırlar mısınız? Kaçak işçi olarak Stockholm'e götürülüp pasaportları da ellerinden alındıktan sonra, beş parasız, şehrin göbeğinde bir otobüsün içinde günlerce bırakılan dil bilmez, yol bilmez, yordam bilmez köylülerimizin yaşadıkları dram anlatılıyordu...

    Aziz Nesin de çok kızmış, 'Türk bu kadar zavallı değildir' demişti.

    Tabii ya, bizim köylü kendini o otobüsten fazla sallanmadan atar, önce birkaç otomat bozup sigara ihtiyacını karşılar, sonra bir hemşeri lokantasına yanlayıp kebabını yer, yakınlarda yakaladığı birkaç kefere hatununu ağzından girip burnundan çıkıp becerdikten sonra ufak ufak kendi düzenini kurmaya yönelir! Hauptbahnof'un yolunu bir öğrensin, gerisi kolay

    Zavallı 'çok ciddi' Japon da 'Fransız'ın mizah anlayışı onuruna dokunduğu için' intihar etsin. Bize maymun diyecekler ha, yanıtı hazır: Sen kendine bak ulan boynuzlu dümbük!

    engin ardic
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük