+okçunun fırlattığı bir okun hedefe ulaşmak için havada izlediği yol sonsuza kadar sürer. bunun için ilk olarak hedef ile ok arasındaki mesafenin yarısını gitmek zorundadır(1/2). bu mesafeyi tamamlamak için de asıl hedefin yarısı uzaklığının (1/2 nin) yarı uzaklığını tamamlaması gerekir (1/4)....
böyle gider ve okun havada izleyeceği yol hiç bitmez.
kadınların "biz mal değiliz. başlık parası ile satılamayız." demelerine rağmen, adeta bir malmışçasına makyaj, dekolteli giysiler gibi albeniyi arttırıcı ambalajlara yönelmesi.
bu ne lan? tamam mal değilsiniz. insanlar parayla satılamaz. çok doğru. sonuna kadar yanınızdayız. e bu "daha seksi görüneyim, akıllarını başlarından alayım" düşüncesi ne hafize?
koyu fenerli bır arkadaşın bir şans oyununda galatasarayın yeneceğine dair bahis oynaması durumunun kişide yarattığı psikolojik olgu. ne yapsın şimdi bu adam yense bi türlü yenilse bi türlü.
George Carlin Amerika'da 70 ve 80 li yılların bir komedyeni idi. Biraz ağzı bozuk olarak bilinirdi. 11 Eylül den (9-11) ve karısının ölümünden sonra şöyle yazmıştı.
Tarih içinde zamanımızın paradoksunu şöyle sıralayabiliriz :
Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor çok fazla TV izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık. Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış Uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık.
Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik. Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz. Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz. Koşuşmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz.
Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlakî değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız. Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz.
x=y
x*x=y*x (her iki tarafı x'le çarptık)
x^2=y*x (n^2=n'nin karesi)
x^2-y^2=y*x-y^2 (her iki taraftan y^2 çıkartıyoruz)
(x+y)*(x-y)=y(x-y) (sol tarafta kareyi açıyoruz, sağ tarafı y paratezine alıyoruz)
(x+y)=y ((x+y)'ler sadeleşir)
x+y=y
y+y=y (ilk satırda x=y demiştik, x yerine y yazarız)
2y=y (y'ler sadeleşir)
2=1 *
bilindiği üzere yoğurt,az miktarda yoğurt ile sütün sıcak bir ortamda bir araya gelerek yoğunlaşmasından oluşmaktadır.
"yoğurt yapmak için yoğurt gerekiyorsa ilk yoğurt nasıl yapılmıştır?" cümlesi kendi içinde bir paradoksu sorgular fakat temelinde mantıklı bir açıklama elbette vardır heralde.
Küçük kasabanın birinde, bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. imam ve cemaat buna
şiddetle itiraz etmişler, ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl
bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin tek
yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için her gün beddua etmekten öteye geçememiş.
inşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş.
Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek
görmemişler, ancak genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direk veya dolaylı olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı
tazminat davası açmış.
Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler, bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler.
Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkeme günü geldiğinde hakim dosyayı
dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:
"Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum," demiş.
"Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan
birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğeri ise duanın gücüne
kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati...!"
çoğu paradoks olduğu iddia edilen şeyler saçmalıktan ibarettir.
mesela:
5x0=0
6x0=0
=========> 5x0=6x0
sıfırlar birbirini götürür
5=6
ama! matematikte sıfırlar birbirini götürmez güzel kardeşim!
paradoks bir çıkmazdır. mantığın çakıldığı yerdir.
bir paradoksumsu örneği daha:
çocuk babasından bir hikaye dinler, hikaye şöyledir 'birgün bir kral vezirine 'ey vezir kan görmek istiyorum!' der ve vezir bir köle getirtip boynunu vurdurur. çocuk büyür ve bilim adamı olur, zaman makinesi icadeder. geçmişe gidip kral olur. sonra babasının anlattığı hikayeden etkilenerek 'ey vezir kan görmek istiyorum!' der ve vezir bir köle getirtip boynunu vurdurur. çocuk babasının anlattığı kral olmuştur. şimdi kölenin ölümünden baba mı sorumludur çocuk mu?