2008 yapımı filmdir. oyuncuları ve konusu ile oldukça güzeldir. fazla konuşmaların olmadığı sakin bir film gibi görünse de aslında fırtınaların habercisi gibidir. müzikleri ve nusret hanım ise filmin favorisidir.
uzun zamandır (94 gün 7 saat 15 dakika) bu kadar klas (a+), bu kadar temiz çekilmiş (ultra-hijyenik), bu kadar gerçek (essah-ötesi) yerli bir film izlememiştim. bambaşka bir şey, anlatamam!
goruntu yonetmenliginin sadece gorsel efektlerin bol oldugu filmlerle sinirli kalmadigini gosteren bircok filmden birisidir.bu filmi onlardan one cikaran ise turk sinemasinda az orneginin bulunmasidir.recep ivedik,gora,arog,ejder kapani gibi turk sinemasininda fazla film cekilmesini saglayan filmlerin yanisira biraz da kaliteli filmlerin cekilmesini saglayacak olan filmlerden birisi de budur.cogu kisi filmin daglik alanda gecen sahnelerinde buyulenmistir belki ama bana apartman manzaralari tam bir gorsel solen sunmustur.
Eeeeeee . bugunlerde de aktüel siyasette de pandoranın kutusu acıldı diye bir takım gazeteler yazıyor diyorlar ki falan darbe filan darbe. Dedim ya bugunlerde okadar çok kutu acıldıki hangisi kötülükleri anlatıyor anlayamadık yani anlayacagınız Bu günlerde Pandoranın kutusuda yalan oldu bürsürü çakma pandora kutusu var orjinal pandora kutusu kayıp.
pandoranın kutusu açılıp, zeusun içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: ümit. o zamandan beri, yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladık. fakat zeusun arzusunun, insanların kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.
insana insan sadce insan olduğunu hatırlatan, yaşarken bundan ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş bir yerlerde bu insanlığın yüzüne vurulacağını anlatan film.
resimler oldukça iyidir, sanki albüm izliyor gibi duruk duruk sahnelere bakarsınız ve her zaman bir yerlerinde siz de varsınızdır.
doğanın bağrından kopup gelen yaşlı bir kadın insalık dersi veriyor...
eğer çok sevdiğiniz dedenizi toprağa verdikten iki hafta sonra izlediyseniz sizi ağlatacak olan mükemmel bir film. ne ıssız adam ne de babam ve oğlum sizi ağlatmayı becerememişken bu filmde kopar her şey ve gözyaşlarınız süzülür gider. *
insan ilişkilerine eğilen başarılı bir yeşim ustaoğlu filmi..
bir sahne..
durmadan evden kaçan akli dengesi tam da yerinde olmayan anneanne ile başına buyruk torun diğerlerinden habersiz eminönü'ne gelmiş balık-ekmek yemektedirler..
anneanne kendi balık-ekmeğini tuzla doldurur..artık yenmeyecek durumdadır..
kendi ekmeğini bi kenara itip torunun ısırmakta olduğu ekmeğine uzanır..
aynı ekmekten bi anneanne bi torun ısırmaktadır artık..
bu bana nedense sahilde şarap şişesini birbiri arasında dolaştıran arkadaşların sıcaklığını çağrıştırmıştır..
Pandora'nın kutusu, yönetmenliğini Yeşim Ustaoğlu'nun yaptığı Türkiye-Fransa-Belçika- Almanya ortak yapımı, 112dk'lık drama tadında bir serüvenin adıdır... pek çok film festivaline katılmış, hatrı saylı pek çek ödül almış bu filmin oyuncu kadrosunu ise Tsilla Chelton, Derya Alabora, Övül Avkıran, Onur Ünsal, Osman Sonant, Tayfun Bademsoy, Nazmi Kırık oluşturuyor.
--spoiler--
filmde birbirinden tamamen farklı 3 kardeşin, hayata bakışları, yaşam kaliteleri sorgulanıyor...çocuklukları doğu karadenizde geçen bu 3 kardeş, istanbul'da yaşama atılıyor ve aslında herbiri istanbul'da kaybedilmişliklerini yaşıyor.. bir gün annelerinin kaybolduğunu öğrenip tekrar çocukluklarının geçtiği yerlere mecburi bir yolculuğa çıkıyorlar..yolculuk boyunca hep birbirlerini sorguluyorlar..nihayetinde köye varıp annelerini bulup onu da istanbul'a getiriyorlar. Alzheimer hastası olan annelerine bakmak durumunda olmaları, herbirinin yaşamlarındaki çarpıklıklarla yüzleşmelerini sağlamaya yardımcı oluyor...
--spoiler--
filmin en takdire şayan ismi Tsilla Chelton'dır. fransız oyuncu Alzheimer hastası rolünü başarıyla canlandırmıştır. * o yaşına rağmen türkçe öğrenmesi, işine duyduğu saygı ve özverinin en büyük kanıtı niteliğindedir.
filmin yönetmeni yeşim ustaoğlu'nun " yabancılaşma, yalnızlaşma hikayesi" olarak özetlediği bu film, görseklik ve oyunculuk baz alındığında izlenmeye değerdir..
beyoğlu'ndaki birkaç salonda izlenebilen, ne var ki her gösterimde sadece 5 - 10 kişinin bulunduğu son derece başarılı bir yeşim ustaoğlu filmi.
avrupa için; kendisini ortaya koyabilmiş bağımsız bir yönetmenin iyi filmlerinden sadece biri sayılabilecekken; türkiye için, kesinlikle, vasatın çok çok üstünde bir filmdir kesinlikle. sıpoylır falan da beklemeyin benden. gidin izleyin.
ama benim bu filmin ne konusuna, ne de oyunculuğuna değinmek gibi bir derdim var. çünkü filmi izleme imkanım yok. türkiye'nin başkentinde yaşamama rağmen birçok kaliteli yapım gibi bu filminde ankara'da vizyona girmemesi yüzünden filmin içeriği hakkında yorum yapamıyorum. bilmiyorum sizin de kulağınıza komik geliyor mu ama benim için gerçekten çok komik bir durum. medya tarafından şişirilen, vizyona girmeden seyirciye beğendirilen, içi bomboş ama bir felsefesi varmış gibi gösterilip birkaç yönetmen yakını eleştirmenin övgülerini kazanan filmlerin aylarca vizyondan kalkmadığı, birçok salonu işgal ettiği bir sistemde, bu kadar ödül toplayıp da ankara'da vizyona girmeyen bir filmi görmek istemem gerçekten komik. günler önceden recep ivedik 2'nin biletlerinin satışa çıktığı bir ülkede tabi ki böyle bir şey istemek komik. sinemada çok ileri gittiğimiz için sevinip kadri'nin götürdüğü yere giden bir mecraya mensup olmamam gerçekten çok komik. derdim bu filmler izlenilmesin değil. izleyeni varsa tabi ki yapılsın ve izlensin ama diğer filmlere de gereken önem verilmeli artık.
bu ülkede cannes'da ödül alıp ana haber bültenlerinde boy göstermese kimsenin tanımayacağı bir nuri bilge yaşarken bunları konuşmak da komik. süt diye bir film çıktı kaç salonda gösterildi ve kaç kişi izledi acaba? kendini sinemasever olarak ilan eden insanlar neden bu filmler karşısın birer cühelaya dönüşüyor?
maalesef bu ülkenin başkentinde yaşıyorum, hem de bu kadar küt bir ülkenin başkentinde.*
(bkz: ben bu yükü daha fazla taşıyamayacağım)