Palanga, Yunancada ağaç kütüğü ya da ağaç gövdesi anlamına gelen falanx, falangos kelimelerinden türeyen bir terimdir. Türkçede palanga şeklinde kullanılmıştır. Bu terim, etrâfı ağaç kütüklerinden koruyucu bir çit ve hendeklerle çevrilip muhkem hâle getirilmiş basit kaleleri ifâde etmektedir.
Ortaçağda kaleler, askerî stratejilerin önemli bir unsuruydu. Sefere çıkan bir ordu, ardında kale bırakırsa baskına uğrayabilir, bir yerde kale yoksa ânî düşman akınları ile o bölge elden çıkabilirdi. ilk çağlardan beri kritik noktalara yapılan kaleler ile devletler geniş alanları korumuş, bunlar kuşatma sonunda elden çıkınca o bölge kaybedilmişti.
Şekil 71- Bir palanka modeli
Osmanlının Avrupa içlerine ilerlediği bölgelerde önemli noktalarda, bâzıları eskiden beri var olan, devâsâ taş kaleler bulunuyordu. Başarılı kuşatmalarla bunlar ele geçirildiği zaman yıkılan ve zarar gören kısımları tâmir edilir, dizdar (kale komutanı) ve dizdârın emrine asker atanarak savunma görevlerine devam ederlerdi. Ortaçağda büyük taş kaleler yapmak oldukça mâliyetli bir işti. Osmanlı tehdidine karşı Avrupayı uzunca bir zamandır savunan Macar Krallığı, bir nevi bu silahlanma yarışı sonucu güçsüz düşmüştü ve yıllarca süren bu tarz askerî harcamalar nihâyet 1526 Mohaç yenilgisinin de yolunu açmıştı. 2.000 km.ye ulaşan bu geniş sınırda kaleler inşâ etmek, onların bakımını sağlamak ve asker yerleştirmek için bir yılda harcanması gereken para neredeyse Macar Krallık bütçesinin tamâmını tüketecek miktara ulaşmıştı.
Osmanlının fetihlerle XIV. yüzyıldan îtibâren, adım adım ilerlediği Avrupada, aradaki sınır hep yoğun çatışmalara sahne oldu. Bu mücâdele meydan muhârebelerinin yanı sıra çoğunlukla, kale muhârebeleri olarak cereyan etti. Osmanlı bu mücâdelede farklı bir yol tâkip etti. Adriyatikten, Karadenize kadar geniş bir yay şeklinde uzanan bu savunması zor sınır boyuna, mâliyetli taş kaleler dikmektense, daha ucuz ağaç kaleler inşâ etti. Kritik olduğu değerlendirilen her noktaya, her geçide, her yola, bu ucuz ve yapımı kısa sürede gerçekleştirilebilen ağaç kaleler yaptı. Palanka adı verilen bu askerî yapılar Osmanlı sınır savunma sisteminin temel unsuru hâline geldi.
Palanka, çevresi derin ve genelde içi su dolu bir hendek ile çevrili, girişte köprüsü ve girişi gözetleyen kulesi olan, dikdörtgen şeklinde, arkası toprak ile desteklenmiş tahta çit duvarlara sâhip, içinde yerleşim ve garnizon barındıran kale tipidir. Daha küçüklerine parkan adı verilir. Palankanın dört köşesi yarım dâire biçimindeki tahta kuleler, yâni tabyalar ile korunur ve bu kulelerde genellikle toplar bulunurdu. Kelimenin Macarcadan dilimize girdiği düşünülmektedir.
Bu tarz tahta çitli savunma noktaları Osmanlıya özgü değildi. Eski çağlarda, Roma garnizonlarına ev sâhipliği yapan tahta kalelerden beri tahta çitle çevrili, içinde asker bulunan kaleler yapılmıştır.
Resim 43- Ahşap çitle korunan Roma garnizonu
Palankalar birbirine bağlı yapılardı. Tek bir palanka, düşmana atılmış bir yem gibi olurdu, bu yüzden Osmanlı, palanka ağı yaratmıştı. Birbirinin yardımına yetişebilecek mesâfede kurulan palankalar düşman için büyük sorun teşkil ediyordu. Hem ucuz, hem de kolayca yapılan palankalarla sınır donatılmıştı. Budin Eyâletini gezmiş olan Evliyâ Çelebiye göre bu eyâlette 1.061 köy ve irili ufaklı 360 kale ve palanka vardı ki her kalenin bir veya birkaç palankası olduğu düşünülürse bu 360 yapının çoğunluğunun palanka olduğu kabul edilebilir. Bir palankanın karşı koyamayacağı kadar güçlü bir ordu saldırıya geçerse, diğer palankalar yardıma koşar, eğer bunlar da etkisiz kalırsa ki güçlü haber ağına sâhip Osmanlı için bu nâdir bir durumdu, akıncılar ve asıl Osmanlı Ordusu, harekete geçerek düşmanı kovalar ve nihâyet bir meydan muhârebesinde o bölgedeki tehdidi sona erdirirdi.
Avrupalıların gözünde, özellikle daha gelişmiş mühendislik yöntemlerini uygulamaya çalışanların gözünde, Osmanlı kaleleri kendi kalelerinden daha aşağı kalitede, değersiz ve çağdışı idi. Bu görüş elbette tek tek yapılar ele alındığında doğru sayılabilirdi fakat Osmanlı, bu kaleleri tek başına kendini savunabilecek dayanıklı, yıkılmaz yapılar olsun diye planlamamıştı. Osmanlı, palanka ağı kurma stratejisi benimsemişti. Palanka ağı, Osmanlının güçlü haber alma unsurları, akıncı teşkîlâtı ve güçlü asıl ordusu ve etkili siyâsî stratejisi ile bütün olarak düşünüldüğünde çok akıllıca ve üstün bir sistemdi. Hazır çitlerle bir anda dikilebilen, yıkılması çok sorun olmayan ama içine Osmanlı askeri koyduğunuzda ve birbirine bağladığınızda düşmana aslâ geçit vermeyen bir savunma ağıydı. Palankalar tahta çit ve arkası toprakla doldurulmuş yapılar olduğundan, duvarlara atılan top gülleleri tahtayı kırıp toprak bende saplanırdı. Yâni taş kalelerde olduğu gibi duvar çökmezdi. Zayıf noktası, tahta olduğundan dış çitlerin ateşe verilmesindeki kolaylıktı. Fakat içinde onlarca Osmanlı askeri ve etrâfında bu kadar su varken bu da baş edilebilir bir problemdi. Etkili atış gücü ile savaşan Osmanlı askerlerini bu müstahkem mevkilerden sökmek imkânsızdı. Bu direnişi kırmayı başarsalar bile çoktan yola çıkmış diğer palankadan destek kuvvetleri düşmanı iki ateş arasına alıp durdurabilirdi.
Osmanlı târihçisi ibrâhim Peçevî Efendi, eserinde böyle bir olay aktarır. 1554 senesinde, Kânûnî Sultan Süleyman döneminde, serhad boyunda bulunan Gerjgal (Grijgal) Palankasının içinde az sayıda asker bulunduğu bir sırada saldırıya uğradığını ve palankayı savunanların yardım istediğini aktarır. Bu kalenin savunulmasında gösterilen kahramanlık ve yaşanan olağanüstü bir olay, ünlü yazarımız Ömer Seyfettinin Başını Vermeyen Şehit Destânı hikâyesinde anlatılır.