öyle bir bidon kafalı ki "sen yazdın" filan diye şunca kanıtı inkar ediyor. ulan ahmak, ulan cahil orada ne yazdıysam istediğin her yerde araştır hepsi doğrudur.
doğrularla başa çıkamayınca sövmece ha! ulan sana sövmenin kralını gösteririm.
Sultan 6. Mehmed Vahideddin Han 36. ve son Osmanlı padişahı, 115. islam halifesi olan Sultan Vahideddin Han (6. Mehmed) 15 Ocak 1861 senesinde istanbul’da Dolmabahçe sarayında doğdu. Vefat ettiği gün olan 16 Mayıs günü * vesilesiyle son Osmanlı padişahı Sultan Mehmed Vahideddin Han’ı rahmet ve minnetle yad ediyoruz.
tahta çıktığında şöyle dediği rivayet edilir; Tahta çıktığında şöyle dediği rivâyet edilir:
“Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan layıkıyla tahsil edemedim. Yaşım kemale erdi, dünyada bir emelim kalmadı. Biraderle hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu makamı bekleyişte değildim. Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhte eyledim. Şaşmış bir haldeyim, bana dua ediniz.”
Sultanlığa vasıl olduğu dönemi: “Ben tahtın kuş tüyünden minderlerine değil, milletin ateşli külü üzerine oturdum” şeklinde tasvir etmektedir Sultan Vahideddin Han. 16 Mayıs 1926’da San Remo’da vefat eden Sultan Vahideddin Han’ın cenazesi, kendisinin ‘kabri devletin son kalan toprakları dışında bulunan tek padişah’ olarak anılmasına sebep olacak şekilde Şam’a getirilerek buradaki Sultan Selim Cami kabristanına defnedildi.
Babası padişah Abdülmecid, padişah Vahdeddin doğduğu yıl; annesi Gülistu Hanımefendi de, o henüz çok küçükken vefat etmişlerdi. Çocuk denecek yaşlarda hem öksüz, hem yetim kalan padişah Vahdeddin, babası padişah Abdülmecid’in kadınlarından Şayeste Hanımefendi tarafından büyütüldü.
padişah Reşad tahtta çıktığı zaman, yaş bakımından padişah Vahdeddin’den daha büyük olan padişah Abdülaziz’in oğlu Yusuf izzeddin efendi veliaht idi. Yusuf izzeddin efendi’in şüpheli ölümü üzerine veliahtlığa şehzade Vahdeddin getirildi. Veliaht olarak bulunduğu yıllarda, Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaş sırasında Osmanlı Devleti’nin veliahtı olarak Almanya’ya resmî bir gezi yaptı. Bu seyahatinde yanında Mustafa Kemal de bulundu. padişah Reşad’ın ölümü üzerine, 3 Temmuz 1918 tarihinde padişah Vahdeddin sanı ile padişah oldu.
Padişah olduğu sırada ülke, birinci Dünya savaşının korkunç tablosu ile karşı karşıyaydı. sonuç olarak savaş yenilgiyle bitti. Artık padişah Vahdeddin'in elinde parça parça bir halde, işgallerle dolu bir ülke vardı. Vahdeddin Dünya savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesinde imzaları bulunan delegeleri kabul etmedi.
Ülkedeki 2. sorun ise ittihat ve terakki partisinin imparatorluğun başına geçmek için yaptıkları idi. Anadolu işgal altındaydı ve itilaf devletlerinin de büyük baskıları yüzünden, milleti ayağa kaldırmak artık istanbul'dan mümkün olamayacaktı. Bunu çok iyi bilen padişah Vahdeddin, milleti şaha kaldıracak ve ülkeyi yeniden dirilteceğine inandığı bir heyeti büyük yetkilerle donatarak ve yeterli kadar mühimmat ve para ile Anadolu'ya gönderdi.
Anadolu'ya gönderilen heyet tıpkı Vahdeddin'in düşündüğü gibi vatanı kurtardı. Artık her şey yavaş yavaş düzeliyor vatan salahiyete kavuşuyordu. Fakat gün, 1 Kasım 1922 olmuştu. Hilafet ile saltanatın ayrıldığı ve artık saltanatın kaldırıldığı ilan edilmişti. Ardından çıkarılan iftira ve yalan haberler ile aleyhinde yazılan yazıların ardı arkası kesilmeyince, onlara karşı muhalefet etmeyi kendi evlatlarına karşı muhalefet etmek sayarak, başka bir ülkeye hicret etmeyi uygun gördü. 17 Kasım sabahı, oğlu ve haremi ile beraber, yanına devlet hazinesinden bir kuruş dahi almayarak, Malta'ya, bilinmezliklere doğru yola çıktılar. Hatta son okuduğu kitabı dahi, üzerinde mücevherler bulunduğu için devlet hazinesine geri bırakmıştır. O, sarayda bulunan her şeyin milletin malı ve milletin hakkı olduğu düşüncesindeydi, bu yüzden yanına hiç bir kıymetli eşya almadan hicret yolunu tutmuştur.
padişah Vahdeddin Malta'dan sonra Melik Hüseyin'in daveti ile hacca gitti. Daha sonra italya'nın San Remo kentinde bir süre yaşadı. Ülkesinden ayrılışından sonra 4 yıl bile geçmemişken 16 Mayıs 1926'da vefat etmiştir. Acılar içinde geçen hayatını italya'da noktalamış; cenazesi, bakkala, manava olan borçlarından dolayı haczedilince 15 gün kaldırılamamıştır. Haczi, Fransa'daki kızı Sabiha Sultan bir kaç parça mücevherini satarak kaldırmıştır. Fakat nereye defnedileceği tartışma konusu olmuştur. Türkiye'ye getirilmesi kesinlikle yasak olan cenazenin defni, gerekli izinler alınarak Şam'da Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı camide yapılmıştır.
anadolu'ya gönderdiği "heyeti"(!) gönderme sebebinin işgalcilere karşı direniş örgütlemek olduğunu hayatında tek bir kere olsun söylememiş olan haindir.
fakat ebleh yobazlar onun adına söylerler! kaynak? boklu badeli götleri!
"rauf bey, bir millet var, koyun sürüsü... buna bir çoban lazım. o da benim... " diyen vahdettin için mustafa kemal atatürk nutuk'ta şunları yazmıştı...
"kamuoyunu, gerçek ile karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. yanlış bir miras usulü sonucu olarak, büyük makam ve gösterişli bir ünvan elde edebilmiş bir alçağın, gururu çok yüksek, -soylu bir milleti nasıl utanç verici bir duruma düşürebileceği- o zaman daha kendiliğinden anlaşılır.biz türkler, bütün tarihimiz boyunca özgürlük ve bağımsızlığa simge olmuş bir milletiz. değersiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, alçakça sürükleyebilmek için, her türlü rezilliği olumlu gören halifeler oyununu da sahneden kaldirabildigimizi gösterdik. böylece devletlerin, milletlerin, birbirleriyle olan ilişkilerinde, kişilerin, özellikle üyesi olduğu devlet ve milletin zararına da olsa, kişisel durum ve hayatlarından başka bir şey düşünemeyecek aşağılık insanların (hiç bir) önemi olamayacağı gerçeğini doğruladık.
milletin ilişkilerinde, mankenlerden (hükümdarlar, din adamları vs.) yararlanma yöntemini kullanma dönemine son vermek, uygar dünyanın içten dileği olmalıdır."türk milleti vahdettin'in çoban olmaya pek hevesli o sözlerinden kısa bir süre sonra 23 nisan 1920'de büyük millet meclisi'ni açtı... koyun olmayı değil egemen olmayı tercih etti. fakat ne yazık ki aynı mecliste bugün, aynı zihniyet ve aynı doktrinler sahnede.
Milli mücadeleyi destekledigi iddia edilen ama bu yönde bir belge bulunmayan hain. Abdulmecitin oğludir, kardeşi sultan reşatin ölümü ile tahta gecmistir. 1860 (1861 de olabilir emin değilim)da doğmuş, 1926da ölmüştür.
San remoda fakir hayatı yaşadığını iddia edenlerin tütüncübasi şükrünun anilarini okumasını tavsiye ederim.
düşmana karşı direnen insanlarımızın üstüne çeteler, ordular göndermek, isyanlar tertiplemek, elinde boğazlıyan kaymakamı kemal bey'de dahil olmak üzere sayısız vatanseverin kanı olmak, yusuf kemal bey'in çantasından çaldırdığı gizli evrakı, selamlarıyla birlikte ingilizlere teslim etmek (evrak hala ingiliz arşivlerinde. gidip bakacak kimse varsa numarasına kadar veririm), tüm bunların üstüne büyük zaferden sonra şu (bkz: vahdettin in vatan haini olduğunun kanıtları) ihanetleri yapmak vatana ihanet değilse vatan haini değildir.
yemişim ilber ortaylı'yı! gerçekler açık ve net...
yazdıklarım yalan mı? işte yazalı kaç yıl oluyor, bu ihanete kılıf bulabilen tek bir yobaz çıktı mı? ilber ortaylı'nın bu ihanet konusunda yazdığı iki satır yazısı var mı?
yukarıdaki entryde verilen iltica mektubuna bir bakın! canının tehlikede olduğunu iddia ediyor hain! oysa ki istanbul hala ingiliz işgali altında (istanbul bu kaçtıktan bir yıl sonra kurtuldu), kapısında ingiliz askerleri nöbet bekliyor, boğaz ingiliz gemileriyle dolu, hakkında yapılmış tek bir resmi suçlama yok henüz ama düşmanlarımıza sığınıyor! ne iş?
yobaz kafası hastalıklıdır. yılların yılı fetö'nün hain olduğunu, bugün abd'nin koynuna sığınmakla, dün haçlı seferleri sırasında haçlı ordugahına sığınmak arasında fark olmadığını anlattık. sikik yobaz kafası itiraz etti. sonuç?
ufku kararmış bir takım malların "hain olsaydı hazineyi de götürürdü" gibi boş laflarla ihanetini örtbas etmeye çalıştığı haindir.
ey cahil, vahdettin zaten zengindi ve parasını yurt dışına götürdü. orada nasıl yaşadı, o para nasıl yok oldu, en yakınlarının ifadeleri var, aç da oku..
topkapı sarayındaki tarihi eserler ise zaten şahsi malı değildi! osmanlı devlet düzenini bilmezsiniz, sikik sikik yazarsınız böyle. onları alsaydı hırsız olurdu. bir kişinin hırsız olmaması, hain olmadığına delil olmaz.
kaldı ki o malları almak öyle sandığın kadar kolay bir iş değildi. milli hükümet böyle bir ihtimale karşı saray görevlilerini uyarmış, kendilerinin sorumlu tutulacağını bildirmişti.
bu hainin şunca ihanetini tek tek sayıyoruz, hiçbirine cevap veremeyip, "hırsız değildi, o zaman hain de olamaz" diyorlar! oldu canım..
Her şey bittikten sonra hükümdar olmuştur yapabildiği tek şey Atatürk'ü milli mücadele için tembihlemiş olmasıdır . Saltanatın kaldırılması sonrası yurtdışına sürgüne gönderilmiştir. Zor zamanlar geçmiştir . Öldugunde cenazesi ülkeye getirilmemiştir . Şam'a defnedilmistir.
Hain veya kahraman olamayacak kadar ezik ve silik biri. Kabilesinin tamamına yakini gibi. Geriye 40.000 tl borç, rezil bir son (benzer duruma düşmüş bizans imparatoru savaşta ölmüştü mesela) ve sikindirik bir çadır devletini kendi 'öz'ü sanan bir moron sürüsü bırakmıştır.
Ek; bu sikindirik çadır devletinde daha 19. Yüzyılda padisahlar akrabaları tarafından tel ile boğdurulurken, meşruti monarşiligine özenilen ingiltere, monarkları hizaya cekeli yüzyillar olmuştu (bkz: magna carta).