pacao de lucia yı anlamak, anlamaktır işte.
sanki bir kış gününde çığ düşecekken gitar elinde çığın gelmesini beklemek gibidir bu adamı anlamak. sanki sıcak bir yaz gününde sahil kenarında biranızı içerken entre dos aguas parçasını dinlemektir. sanki hiç gelmeyecek gibi anıların arkasından baka kalmaktır paco de lucia yı anlamak. biz hiç bir zaman belki de bu kadar saf duygularla resim çizemeyip ve belki de gitar çalamayacağız. aslında bunu anladığımız zaman biz, paco de lucia yı anlamaktayız.
nasıl bir şeydir paco de lucia yı anlamak düşünmek lazım. öyleki daha bir çok kişi bu adamın varlığından bi haber yaşamakta. ama yanlış yapmaktalar. bu adamın gitar çalışlarında garip bir içtenlik var. anlamak zor. anlamak zor. bilemiyoruz ama nasıl çalıyor. insanı deryalardan başka deryalara, denizlerden alıp akarsulara, akarsulardan alıp derelere ve derelerden alıp bizi küçük su birikintilerine götürüyor paco de lucia. paco de lucia yı anlamak onunla olmak ve onu sevmek bizim en büyük tutkumuz olmuş demektir. bir akşam hava karardığında , onun hayali ile kararan gökyüzüne bakıp onu düşlemekmiş paco de lucia. seni sevmek sensiz kalmak ve paco de lucia yı sevmekmiş, paco de luciayı anlamak. en umutsuz zamanlarda bile sararan bir sonbahar yaprağını görerek seni özlemekmiş paco de luciayı anlamak.
bazen paco de lucianın kendisi olmak, bazen paco de luciayı sahnede izleyen bir seyirci olmak, bazen de bilgisayar ekranından bu gitarın kendisini izlemektir.
yaşarken bu üstadı görebilip, onunla aynı ortamda konuşup sohbet edebilmek ayrı bir şeydir.
bir keresinde lisboa da iken, bir köşe kaldırımında kendi halimde oturuyor ve sahilin uçsuz bucaksız kenarında bir akşam üstü okyanusun ufuklarına ve yemyeşil ağaçlara bakıyordum. yıl 2005 idi. Bir transport araçtan bir baktım, kendisinin hayranlığını duyduğum paco de lucia ve bir kaç kişi yanında iniverdi. yanımda bir kaç tane bira vardı. zannedersem 7-8 tane bira almış ve paco de lucia nın müziklerini dinliyor ve içiyordum. birden paco de lucia yı görünce irkildim ve şaşırdım. kendi dilinde merhaba büyük ustad, nasılsın seni dinliyordum bende dedim.
hava yavaştan kararmakta iken, gökyüzü bulutlanmaya ve siyah bulutlar üstümüze akın etmeye başlamıştı. ardından , paco de lucia bana doğru gelmeye başladı ve genç nasılsın dedi. tabi ispanyolca. bende ispanyolca dilini iyi bildiğimden , sağol ustad iyiyim napalım burada senin müziklerini dinleyerek okyanus izliyoruz dedim. müsade varsa bir kaç bira da ben içeyim, biralardan içme müsadem var mı dedi. tamam ustam be ne demek sen iste önüne bira kamyonunu yığayım dedim. o da bana güldü. sonra oturdu ve hafiften kararan akşam üstü biralarımızı paco de lucia ile beraber içmeye başladık. anlatılmaz bir mutluluk hissi hissediyordum. derken yağmur hafif hafif yüzümüze vurmaya başladığı anda, paco de lucia arkadaşına işaret etti ve gitarını istedi. işte o anda hayat sanki benim için yeniden başlıyordu. adam gitti ve gitarını getirdi. paco eline aldı ve ilk olarak tico tico adlı müzikal eseri konuşturmaya başladığında yağmur şiddetini artırmaya başlamıştı. ben ise biramı yudumlarken, paco de lucia yı yanımda gitar çalarken bulmak adeta bir rüya gibi bir şeydi. anlatmak bu duyguyu imkansız bir şeydir.
yağmur artık iyice hızlanmıştı ve paco de lucia , yağmura aldırmadan parçaları bir biri ardınca sıralıyordu. entre dos aguas a sıra geldiğinde, gök parlamaya başlamıştı. gök gürültüsü sesleri gitar seslerine karışıyordu. dünyanın en iyisi gitaristi yanımda ufukları beraber izlerken akşam olurken, yanımda sanatını konuşturuyordu.
o gün yağmur hiç kesilmeden saat 10:53 e kadar yağdı ve biz saat 11 00 a kadar beraberdik pacoyla. anlatılmaz bir şeydi. Paco de lucia saat 11:00 a kadar nerdeyse hiç durmadan gitar çaldı. paco de lucia yı anlamak bu olsa gerekti.