"..Bütün gördüklerim içinde
yalnız
sensin hep görmek istediğim
dokunduğum her şey içinde
senin tenindir hep
dokunmak istediğim:
seviyorum senin portakal kahkahanı
hoşlanıyorum
uykudaki görüntünden.."
çocukluğun taşrası, romantik balkondan seni yelpaze gibi açıyorum. eskiden
olduğu gibi sokakların terk ettiği ben, terkedilmiş sokakları inceliyorum.
düş darbeleriyle dövdüğüm küçük kent, kıpırtısız varlığından
beliriveriyorsun. köpüğün kıyısında uzun ve ağır adımlarla toprakları ve
otları çiğneyerek, daha yeni boyanmış bu gök altında büzüşmüş sen, bir tek
sen geceyi kaçıran taşlar atabilirdin. böyle yarattın kendini, yalnızlıkla
yoğrulmuş, iç sıkıntılarıyla yaralı, yürüyerek, yürüyerek kederli
kasabalarda. neye yarar eskilerden söz etmek, neye yarar unutuşun
çamaşırlarını yeniden giymek? yine de gölgen büyük ve kara, çocukluğumun
taşrası. büyük ve kara kasaba gölgen renksiz soğukluğun, kuzey rüzgarının
öpücüğü altında. ve güneşli, beklenmedik, tatlı günlerin de var bir başak
gibi sallanarak nemden çıktığında zaman. ah! suların yükselmesinin korkunç
kışı, babaannem ve ben titrerdik aklımızı kaçırasıya titrerdik. her yandan
yağan, kederli ve savurgan, bitmek tükenmek bilmez yağmur. haykırırlar,
ağlarlardı ormanlarda yitmiş trenler. rüzgarın çevrelediği tahta evler
çatırdardı. rüzgar şaha kalkmış ayaklarıyla pencereleri uçururdu, yıkardı
çitleri; şiddetli, umutsuz, arazi olurdu denize doğru. ancak tertemiz
geceler de vardı, güzel havanın yaprakları, kusursuz yıldızlar içine
sokulmuş karanlık gökyüzü. ağır kaldırımlarda, alacakaranlıkta ya da
unutulmaz sabahlarda genç kızı elinden tutup gezdiren aşık oldum. söylenmiş
onca sözcük nasıl anımsanmaz? çiçek gibi açılan öpücükler, dalgalanan
çiçekler her şey bitse de. fırtınayla yüzleşen ve acı kanatları altında
ağzını güçlendiren çocuk seni destekliyor bugün fırtınadan sonra büyük bir
ağaç gibi nemli ve sessiz memleket. gizli saatlerin elinden kaçmış, herkesin
tanımadığı çocukluk taşrası. son yağmurla ıslanmış yapı iskelesine uzanmış
yalnızlığın bölgesi, bir geri dönüş barınağı olarak öneriyorum seni ömrüme.
halkım ben, parmakla sayılmayan
sesimde pırıl pırıl bir güç var
karanlıkta boy atmaya
sessizliği aşmaya yarayan
ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
tohuma dururlar yeniden
ve halk, toprağa gömülü
tohuma durur bir yerde
buğday nasıl filizini sürer de
çıkarsa toprağın üstüne
güzelim kızıl elleriyle
sessizliği burgu gibi deler de
"yavaş yavaş ölürler" şiiriyle insanı kendine hayran bırakan şair ama insan... Hep bir yolculuğun arifesinde rastlaşılan bu şiir, sırt çantasının içine bir de "Neruda'sız bu yol çekilmez" lafını kurdurtur insana... Ne de iyi eder...
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,
izzetinefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
istemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
ihtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler
'o kadar çok ki ölümüz
ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler
ve o kadar çok ki çarpık kabuklu taş başlar
ve o kadar çok ki öpücüklerimizi engelleyen
ve o kadar çok ki unutmak istediklerim'
40 yıl önce ölen yazarın cesedi zehirlenerek öldürüldü şüphesi ile mezardan çıkarılıp araştırılacak. pinochet darbesinden 12 gün sonra ölen
neruda`nın şöförünün anlattıklarına göre meksikaya göçmek isteyen neruda yolculuğundan bir gün önce vücuduna hastanede zehir enjekte
edilerek öldürüldü.
- Bir gün bir yerde tekrar karşılaşırsak eğer, benimle yeniden tanış.
diyen büyük şairdir. ona dikkatlice bakanlar; evrensel değerlerden asla ödün vermeyen, her türlü baskı ve zulme direnen, yaşama karşı dimdik bir duruş sergileyen, adam gibi bir adam görürler. varın böylesi bir adamda, şairliğin nasıl duracağına da sizler karar verin.
ispanyolcayı mükemmel kullanılan ve filmlerde şiirleri genellikle kullanılan, hatta madonna'nın bile "if you forget me" şiirini seslendirmiş olduğu yazar.
Güney Amerika'dan sadece futbolcu çıkmadığını her şeyiyle kanıtlayan şair.
O kadar çok ki ölümüz
Ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler
Ve o kadar çok ki çarpık kabuklu başlar
Ve o kadar
çok ki öpücüklerimizi engelleyenler
Ve o kadar çok ki unutmak
istediklerim.
nazımın yoldaşıdır. ölümünün ardından nazım'a bir güz çelengi'ni yazmıştır. 1971'de nobel edebiyat ödülünü almıştır. kendisi hakkında söylenebilecek ne var bilmiyorum, yazdıklarını paylaşmak sanırım en güzel tanımlama biçimi.
"gün asla kaymaz ellerinden
korursun güneşi, toprağı, menekşeleri
uyuduğunda zarif gölgenle
ve aynen böyle, her sabah
hayat verirsin bana..."
Şilili Efsane şairlerdendir kendisi.
"insanlarla yüzyüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin." sözleri kendisine aittir.