oğuz atay; kastamonulu başarılı şair ve yazar. 1977'de beyin tümörü yüzünden vefat etmiştir.
şöyle bir hikayesi de vardır; Atay üniversite okuduğu sıralarda bir kıza tutulur, aşık olur. Bu kız keman virtüözü Suna'dır. Atay uyurken üç gece üst üste rüyasında Suna'nın konserini dinlerken bulur kendini. Konseri pijamayla dinleyişinden utanıp dördüncü gece takım elbisesiyle uyur.
'Ben tavanarasındayım sevgilim! ' diye bağırdı delikten aşağı doğru. 'Eski kitaplar bugünlerde çok para ediyor. Bir bakmak istiyorum onlara.' Son sözlerimi duydu mu? 'Orası çok karanlıktır; dur, sana bir fener vereyim.' iyi. Durgun bir gün. Bütün hayatım boyunca sürekli bir ilgi aradığımı söylerdi birisi bana. Gülümsediğimi gösteren bir ayna olsaydı; biraz da ışık. 'Bir yerini kırarsın karanlıkta.' Delikten yukarı doğru bir el feneri uzandı. Fenerli elin ucundaki ışık, rasgele, önemsiz bir köşeyi aydınlattı; bu eli okşadı. El kayboldu. Ne düşünüyor acaba? Gülümsedi: Gene mi düşünüyor?
"Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum."
böyle demiş bir insan, bir karanlık, hayatın özünü anlamış bir buruk gülümseyen.
kendimi hep yakın hissettim ona. okudukça daha da. başka yazarları okudukça daha da. en büyük türk yazarıdır diyemem, benim böyle bir yetkinliğim de yok. ama bana en yakınıdır. kusurlarıyla, kusurlarını anlatışıyla, mükemmel yalnızlığıyla, memuriyete mecbur ilk türk aydınının buhranlarıyla, gidip geldiği toplum katmanlarıyla, çok kederli nişan fotoğrafıyla, kendi hayatına mesafeli duruşuyla, zihninin içini dolduran bilgilerin düzensiz düzeniyle o en yakın edebiyatçım. anlaşılmak ihtiyacını bu kadar kemiklerine kadar hissetmiş, hissettiğini layıkıyla aksettirmiş bir insan. insan.
ben doğmadan yıllar önce doğum günümde göçmüş gitmiş. ilk gençliğinden beri hep bir arzudur mezarının üzerine başımı koyup durmak isterim. seni anlıyorum. seni bir kitap olmasan da ben anlıyorum demek istiyorum. dudaklarım kıpırdamadan.
bana benden kopan cümleler armağan eden canım yazar. caanım yazar.
bu arada kendisi enneagrama göre tip 4. iyi ki tip 4
"Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni. Bu sefer geride bir şey bırakmadım. Tasımı tarağımı topladım geldim. Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. Beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim. Bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim. Beni uyandır."
Oguz Atay... Anlatılamıcak kadar güzel bir insan. Keşke gerçekte yüz yüze konuşma imkanım olablseydi. Eserlerini okurken balyoz etkisi yapabilen nadir birisidir. Ama beni benden alan en sevdiğim sözü :"Descartes düşündükçe var oluyordu, ben düşündükçe yok oluyorum."
bu kadar karaköy'e de yaklaşmışken oğuz atay'ı anmadan geçmek olmaz.
oğuz atay ağabeyime de bir şeyler söyleyeyim. Kimin ağabeyi oğlum bunlar? bunların ağabeyi mi? bizim ağabeyimiz mi? bizim yani. Demek ki aileden biri. boşversene sen.
"Aşk diye birşey yok! Herkes herkese lazim olduğu sürece eşlik edecek. Vakti gelince o kiyamadiklarimiz ciğerimizi söküp gidecekler bir pardon bile demeden.
Bize ne mi olacak mal gibi kalakalacağız işte çünkü biz sevdik, bir kocaman Hiç'i sevdik . Kimse en mutlu değil ama gemiyi ilk terk edenler sözlendim diyebilecek kadar yolu çoktan almışlar olacak.
Bilin istedim kimse sizin hayal ettiğiniz gibi sizi beklemiyor giden gitti hepsi bu."
kitaplarına +35 yaş ibaresinin getirilmesini düşündüğüm yazar. gençken kitaplarını okumanın faydasından daha çok zararını gördüğümü itiraf etmeliyim. hayatı yaşayarak öğrenmek yerine okuyarak öğrendiğiniz zaman, yaşamanın hiçbir manası kalmıyor.
"bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. yani hiçbir adres bilmiyordum. bana inanmazlardı, bunun için utanıyordum. bana herhangi bir adres söyler misiniz? diyemezdim. oysa herhangi bir adres yeterliydi benim için. bir zorluk daha vardı o zamanlar. şimdi de var -yani bir süre geçtiği halde- kendi adresimi de bu mektupta yazmak sorunu beni düşündürüyor.
bu hikayemi, ekspres ya da posta treni artık -belki de sadece belirli bir süre için- geçmediği halde, bir yolunu bularak okuyucularıma -artık müşterim kalmadı- iletebilsem bile, nerede bulunduğumu nasıl anlatacağım? bu sorun da beni düşündürüyor. ama gene de ona yazmak, hep onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerde olduğumu bildirmek istiyorum.
ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin ?"
Bu hikaye veya mektup her aklıma geldiğinde içim burkulur. Özellikle de "ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin?" Cümlesini okuyunca daha kötü olurum. Nedeni ise; oğuz atay yaşarken kitapları pek satılmıyor oluşu ve atay’ın anlaşılamadığını düşünümesi.
Çok iyi bir roman yazarıdır. Eserleri bunu destekler niteliktedir. Özellikle herkesin bildiği kitabı tutunamayanlar adlı eserinde olağanüstü bir yöntem denemiştir. Çok güçlü bir psikolojik romandır. Bazı kitaplar sizi yansıttığı ruh haline büründürür. Buda onlardandır. içinizi sıkar kasvetli bir iç sıkıntısı size misafir olur. Kitabın etkisinden çıkana kadar. Modern zamanın gözü kör olsun bu adamı da sosyal medyaya kurban ettik. Diyeceklerim bu kadar..