Perişan bir haldeydim. Sonunda boğuşmaktan vazgeçip yataktan çıktım. Gidip etajerimden Gönül Teyzenin hediyesi, oyuncak tabancayı çıkardım. Şarjörüne kırmızı renkli bir plastik mermi yerleştirip tekrar yatağa döndüm. Oturur vaziyette sağ tarafımdaki pencerenin perdesini aralayarak dışarı baktım. Bunu hemen hemen her gece yaparım aslında. Sanki pencerenin öbür tarafında Tanrıyı görüverecekmişim ve o bana her şeyin bir şakadan ibaret olduğunu açıklayacakmış gibi tuhaf bir hissim vardır. Üstelik keman biçimli kafası ve şakaklarında iyice seyrelmiş saçlarıyla havada süzülürken hayal ettiğim bu Tanrı, üst kat komşumuz Hasan Amcaya fena halde benzemektedir. Bunun nedenini kısa bir süre önce anladım. Babam bana yüce yaradandan söz ederken, onun yukarıda yaşadığını anlatmıştı. Benim için yukarıda yaşayan kişi Hasan Amcaydı. Nede karısı Sevim Teyze değil de Hasan Amca? Erkek egemen kültür yüzünden mi? Bunlar nasıl işleniyordu beyinlere? Aniden yorganı kafama çekip tabancayı şakağıma dayadım ve tetiğe bastım. Kafatasımda tatlı bir zonklama hissettim. Fiziksel acı düşünceleri dağıttı. Gerisini hatırlamıyorum.
alper canıgüz'ün müthiş absürt romancığı.kitabın sayfasını ikinci kez kapattığımda ne yazık ki bitirmiş bulunuyordum.sürükleyici olmasının yanında müthiş zeka kıvrımlarının bulunduğu,kitabı okurken kahkahalarla güleceğiniz ve etrafınızdaki ilk kişiyle paylaşmak isteyeceğiniz bir yapıt.
--spoiler--
ne kadar mantıklı yaşadığımızı bir kenara bırakıp bu kitabın mantık konusundaki eleştirisini -utanmadan- yapacak olursak,şu soruyu kendinize sormanız kafi.5 yaşındaki bir çocuktan bu zeka kıvrımlarını beklememek kabul edilebilir olabilir.peki bu zeka hangi yaşa ait?
--spoiler--
birazdan başlayacağım ve bir çırpıda bitirmek istediğim alper canıgüz romanıdır. pek bir yetkin olduğunu hissettiğim türkçe hocamın sınavında çıkacak olması sebebiyle de ayrı bir dikkatle okuyacağım. beklentiler yüksek mi? maalesef.
"tatlı rüyalar"ı okurken zekasına hayran kaldığımız "afili" abimiz Alper Canıgüz'ün bir başka kitabıdır.
"Beş yaş insanın en olgun çağıdır;sonra çürüme başlar." absürtlüğünde bir cümleyle sahne açılır.
Kahramınız ise Alper Kamu'dur.5 yaşındadır,muhtemeldir ki istanbul doğumludur.Arkadaşları ve onun varlığından kitabı okuyarak haberdar olanlar ona "kısaca","vay amına koyayım" diyor.Ardından yapılan dedikoduların haddi hesabı yoktur.Fiskosun sonu ise hep aynı şekilde biter:"analar ne evlatlar doğuruyor."
Ortalama bir ailede büyüyüp ve özellikle çocukluğunu veya delikanlılığını milenyumdan önce yaşayanları mahallede yakalayıp,o hepsi tanıdık sümsük çocuklarıyla,bakkalıyla,delisiyle,güzel ablalarıyla,delikanlı uçarı abileriyle,hep piçlik peşinde olan ergenleriyle,komşularla bizi bir cinayetin peşinde soluk soluğa bırakır Alper Canıgüz.
Aralarda klişelerden beslenen inceden inceye göndermeler vardır.Kitabın sonralarına doğru ise Alper Canıgüz'ün psikoloji eğitimi alması,dostoyu okuyan her "adam" gibi ondan etkilen biri olması ve psikinalize merakı kendini fazlasıyla hissettirir.
Final de mutlu biter ama;ondan sonraki mektubu sormayın.Adamın içi biraz burkulur.
--spoiler--
Sonunda babam tartışmayı noktalayan ve kurtuluşumu müjdeleyen kararını açıkladı:"Ecdadını sikerm ben anaokulunun!"
Burhan hemen oyunu kesip eline aldı topu.Topun sahibi o idi ne olsa.
Okulda asıl öğrenmesi istenen,anlatılan dersler değil dersler anlatılırken susması gerektiğidir.
Mimiklerinden anlaşıldığı kadarıyla,kanunla işbirliği yapmaya can atan vatandaş tavrımın altındaki sahtekarlığı derhal fark etmişti.
Yoksa yatmış mıydınız? diye sordu bakışlarını evin içnde gezdirerek.Sanki holde yatıyormuşuz gibi.
Boktan bir şehir burası dedim.Bunu söylemek için ne kadar da yanlış bir yer seçmiştim.istanbul Boğazı altımızda bütün görkemiyle uzanıyordu ve iki yanda şehir ışıl ışıldı.Manzara insanı aldatıyor.Aslinda içi çürümüş.istanbul bizi hak etmiyor.
Ne var ne yok? Zor bir soru.Pek emin değilim ama tahminimce her şey var ve yokların içinde saklı.
--spoiler--
bir çırpıda okunan 204 sayfa, Alper kamu'nun maceraları ve çocukluğa dönme özlemi. alper canıgüz harika bir eser ortaya çıkartmış. gayet yerinde tespitler söz konusu. esasında alper kamu oldukça pesimist bir çocuk, ona göre gerçek hayalkırıklığıdır ve bir şey nasıl başlarsa öyle gider. sık sık ölmek istediğini belirtir. ama en nihayetinde 5 yaşındadır ve kocaman bir hayal dünyası vardır. sürüklendiği maceralara bizi de sürükler 204 sayfa boyunca.
psikanalize çok meraklı olduğumdan olsa gerek çok beğendiğim kitap. Ana karakterimiz alper denen genel kültürü tavan yapmış depresif bir çocuğun çözmeye çalıştığı bir davayı anlatıyor. Gayet güzel bir kitap olmuş, alper canıgüze de sevgim büyük ama sonlara doğru geçmişyiyen muhabbetinden hoşlanmadım. Hayır genel olarak sevdim o kısmı , güzel bir renk katmış ama alper abi burada kitabın içinde eritip anlatamadığı şeyleri sonunda topluca anlatmak istemiş gibi geldi. bu da kitabı basitleştirmiş sanki. Ama çok güzel sözler de içeriyor. Bazılar için;
--spoiler--
Birini ezme fırsatını bulduklarında nasıl da parlıyordu gözleri. Üstelik ellerine geçecek birşey yokken. Sırf birini aşağılamak için yapıyorlardı bunu. Çocuklara bakıp da saflık, masumiyet ve güzellik edebiyatı yapanların aklına şaşarım. ben bizimkilere bakınca, insanoğlunun en alçakça eğilimlerinin en çıplak halinden başka bir şey görmüyorum. *
Şu kısacık ömrümde daha önce de maltepe sigarası istendiğine tanıklık etmiştim ;ama böylesine değil. o ne sesti, o ne vurgu! Hiçbir nehir hiçbir denizi, hiçbir aşık hiçbir maşuğu böyle arzulamamıştır. adam, maltepeyi gerçekten istiyordu.
insan yüreği bir sarkaç gibidir. istediği noktaya ulaştığı anda tüm hızıyla tam tersi tarafa kaymaya başlar.
--spoiler--
annem derhal başka bir anaokuluna gönderilmem fikrini ortaya attı. babamla ikisi işteyken benim evde yalnız kalmamı istemiyordu. nedense evdeki tüm ilaçları yutup kendimi öldüreceğim gibi tuhaf bir düşünceye kapılmıştı. oysa kim böyle bir salaklık yapar ki? kendini camdan aşağı atmak varken.
tam arkamı dönmüş gidiyordum ki, "şeytan" diye hırladığını işittim alev abla'nın. "sen şeytanın piçisin." demek ölmemişti...gözlerinin altı simsiyahtı ve yanaklarından aşağı sicim gibi gözyaşları akıyordu. bu haliyle hayatımda gördüğüm en güzel kadındı. nefret ona çiçeklerden daha çok yakışıyordu. her kadına daha çok yakışır.
o zaman nedense, insanın tanrıyı görmeye katlanamadığı için ışığa ihtiyaç duyduğu gibi tuhaf bir fikre kapılıverdim. karanlık tanrının ta kendisiydi. size şahdamarınızdan daha yakın, her yerde olan ve gören, her zaman sizi sarmalayan başka kim olabilirdi ki? siz onu göremezdiniz çünkü ışığın ardına saklanırdı...
alper canıgüz ün harika kitabıdır.
beş yaşındaki bir erkek çocuğun kurduğu dünya ve düşüncelerini ancak bu kadar uçuk kaçık ve güldüren
şekilde verebilirdi.
yazar arada kendini kaybetmiştir ancak harika bir iş çıkarmıştır.
ellinci sayfasına geldiğim kitaptır. güzel de başlamadı hem arkadaşım hemen yalaka modu aktive etmeyin. vasat başlamıştır. beş yaşındaki çocuk gözünden demiştir, çocuk aşmış bir çocuktur demiştir ama çok da farklı bir kitap değildir.
öyle bir yazım ki,kelimelerin ağırlığı cümlenin anlattığının ötesine geçmeden,başa dönüpte ne demek istemiş ki yada yanlış anlamış olabilirmiyim demeden,sadece cümle beğenildiği için sadece zevkten tekrar okunan,güldüren ama ara ara düşündürmeyi ihmal etmeyen,bazen yaşımın ağırlığını yok etmedi değil Alper karakteri ama yine de okumama engel olamadı.Darısı yeni yeni kitaplara,bekliyoruz sabırla...
"Kahkahalarla ağlatan ve hıçkırıklarla güldüren kitapların yazarı olarak anılmayı isteyen Canıgüz"ün ikinci olduğu kadar, berbat romanı. Berbat abi. Uykudan, işten, yemekten kısıp insanlıktan çıkıp okumak istiyorsun, Efendime söyleyim -ne söyleyim? bak buranın çayı güzeldir, çay söyleyim- Vaat ettiklerinden fazlasını sunarak şaşırtırken, insanın gözlerini de şaşı yapıyor, yaşartıyor sözüm ona sudan bahanelerle. Ve Sonra bitiyor. Seni öylece bırakıp, umarsızca Gidiyor. Ve hiçbir şey eskisi gibi olmuyor gözüm. Hatıralar avutmuyor. Unut deme! unutulmuyor. Bana söyler misin sevgili alper canıgüz bu kitap berbat değil de nedir ve nasıl gidilir susam sokağına?
Onu okumayanları kem ve kıskanç gözler ile süzebilirim. Yerlerinde olsam derhal edinirdim. tadını çıkara çıkara okuyup, sonra da "bu kitabı okumayanları kem ve kıskanç gözler ile süzebilirim" diyenler kervanına katılırdım.
- severim futbol oynamayı. fiziksel mücadele ihtiyacımı karşılıyor bu oyun. özellikle sert geçen maçlardan sonra eve kan revan içinde gitmek ayrı bir zevk. savaş kahramanı gibi hissediyor insan kendini; bir de varoluş mu önce gelir öz mü, çok iyi anlıyor.
- bir şey nasıl başlarsa öyle gidiyor.
- yavaşça piyanonun yanına sokulup, klavyeyi örten kapağı kaldırdım. (...) birileri gürültüye uyanmasın diye sadece tek bir tuşa basacaktım. ya siyah olacaktı bu tuş, ya beyaz. siyah. tabii ki. *
- descartes'ı düşünüyorum gözlerim kapalı. ya ilham geliyor ya inme iniyor..
- adam öyle dik dik bakmayı sürdürünce anladım ki kim bakışlarını önce kaçıracak oyunu oynuyoruz. böyle tipler bayılır buna. birisi meymenetsiz suratları karşısında mahcubiyet hissedince kendilerini bir şey zannederler.
- bütün orta sınıf çalışanları gibi iş günlerini hafta sonunu bekleyerek, hafta sonunu da iş günlerini özleyerek geçiriyorlardı. ömürlerinin son dakikasının nasıl geldiğini anlayamayacaklardı bile. sistemin zaferi.
- ağlamanın bir kadın için her daim ulaşılmaya çalışılır bir ruh durumu olduğuna inancım tamdı. havaya atılan bir cismin yere düşme eğilimi gibi bir şeydi bu. o yüzden onu kendi haline bıraktım. bir süre sonra sustu.
- zaten insanlığa dair kavrayışımızı biraz daha ileri götürmeyecekse bir cinayeti çözmek neye yarar ki?
- varlığımızı sürdürebilmek için kötü olmak zorundaydık. zamanında iyi insanlar var idiyse bile artık yeryüzünde onların genlerinden eser kaçmamıştı. beni ele alalım: her gün birkaç saatini divanın altında geçiren, mahallenin delisini ruh kardeşi gören, gırtlağı kesilmiş bir ceset karşısında kılı kıpırdamayan, yirmilik kızlarla ilgili fanteziler kuran, silah ve alkol düşkünü bir velet. canavarın küçük çocuk olarak portresi. yeniden doğmuş rasputin.
- insanın tanrıyı görmeye katlanamadığı için ışığa ihtiyaç duyduğu gibi tuhaf bir fikre kapılıverdim. karanlık tanrının ta kendisiydi.
- hayat fazla kafa yormadan idare etmeyi sağlayan bütün anlamlarını yitiriverir. en akıllıca saydığınız fikirlerinizin saçmalığını, en içten duygularınızın yapmacıklığını kavrarsınız. aslında hiçbir konuda bir fikriniz bulunmadığını, aslında hiç kimseye karşı bir şey hissetmediğinizi ve tüm evrenin de size karşı aynı gaddarca kayırsızlık içinde olduğunu. hep gözünüzün önünde durduğu halde o güne dek her nasılsa yok saymayı başardığınız bu gerçeği fark ettiğiniz anda ilahi işleyişi de çözmek üzeresiniz demektir.
tanrı, içindeki tahammülfersa boşluğu doldurabilmek için evreni yaratır. evrenin içine gezegenleri, gezegenlerin içine dünyayı, dünyanın içine hayatı, hayatın içine insanı yerleştirir. ve onun içine koyacak bir şey bulamaz. işte insan denen tuhaf hayvanın, varlıkların en yücesi ve en anlamsızı kılınışının hikayesi. evrenin orasını, burasını felsefeyle, sanatla, aşkla, hatta ironik bir biçimde tanrıyla bezerken, ortak anlamsızların en küçüğünün elbette bir gerçeği unutması gerekmektedir. hakikatte bütün kitaplar sayfaları doldurmak için yazılır.
- insan yüreği bir sarkaç gibidir işte böyle. istediği noktaya ulaştığı anda tüm hızıyla tam tersi tarafa kaymaya başlar.
- hiçbir şey, hiçbir zaman daha iyiye gitmezdi. sadece insan için daha rafine sarhoşluk yöntemleri geliştirmek mümkün olabilirdi.
- geçmişyiyenlerin anteni vardır. kötü hatıraları algılayan antenler. Bilinçli bir seçim yapmaz, içgüdüsel biçimde çevrelerindeki en kötü hatıraya saldırırlar.
- Heyhat gelecek benim için sadece uzak bir hatıraydı.
- çözülecek onca mesele varken, ben mutluluğun makul tekrarlar bütünü olduğu biçimindeki tuhaf düşünceye saplanmış, kendime sonsuza kadar sürdürebilecek münasip bir yaşam döngüsü kurgulamaya çalışıyordum. sabahtan akşama kadar dakika dakika ne yaşanacağını bildiğim kahredici bir düzene ihtiyacım vardı. sonra saadet dolu bir dünyayla aramda, kuşkusuz zaman içinde azalıp yok olacak, beklenmedik komşu ziyaretleri ile kronik mastürbasyon alışkanlığım dışında bir şey kalmayacaktı.
- tanrının kullarına güven ve sevgi hissettirmek için seçtiği insanlardan değildim ben. hiçbir zaman da olmayacaktım.
- (...) bu iki sıradan zavallıyı bu denli özel kılan şey, inatla yaşadıkları aşklarıydı. işte bu hayale saygı duyulması gerekiyordu. ya da böyle düşünmek hoşuma gidiyor, emin değilim. Her neyse, hayat her durumda sonu kötü biten bir hikaye değil midir zaten?
- dünya hala dönüyordu işte. bütün pespayeliğiyle.
Kitapların bitiyor olması acı ama bariz bir gerçek. lakin bu, Alper canıgüz kitaplarında daha bi hüzünlere gark edici olmakta. Ya da benim hüzünlere gark olasım tuttu. ya da ben çok tutucuyum. Konu bu değil. Bitmeyen bir kitap... talebim bu. hedef kitle: 5 yaş altı, a+ (a+: alper canıgüz severler plus)
artık Nasıl olur, nasıl yapılır, orası senin bileceğin iş sevgili alper canıgüz. el fantastico mavrakaro olan sensin. Yaz hadi en kıyak kitabını kral abim, aç çığırını. bitmez bu dünyanın reklamı.
çok keyifli bir romandır. hakikatli bir adamın elinden çıktığı bellidir. okunasıdır, okunduğunda tavsiye edilesi bir romandır.
romanın bir yerinde müzik dediği bangır bangır bir gürültüye kendini kurban eden bir gerizekalıya 'gerçek acı sessizdir,' der Alper Kamu, 'huzurevi gibi'. çok hoş bir kitaptır efendim, evet tatlı rüyalardaki profesörün gerizekalılar dediği yığınlar için değil tabii. belki birgün bir filmi de çekilir.
şahane başlayıp, şahane devam edip şahane bitmiş psiko- absürd roman, içinde bir kaç aşk hikayesi de barındırır. yazar alkışlanmayı fazlasıyla hak ediyor, sade bir dile arada eklenen bilimsel yazınlar ve değerli bilgiler ile de ayrı bir anlam kazanmaktadır roman.olmak ve olmamak, ne güzel komşumuzdun sen hicabi amca, ilahi adalet ömürsün, ofisteki sosyopat, serin devlet, her budist bir faşiste tapar, öcülerin öcü, sineklerin tanrısı Leviathan'a karşı, dünyanın merkezine yolculuk, gerçekler ve hakikatler, böyle uyurdu zerdüşt, kartallar kuantal uçar, mevlitte son tango, mesut ve mutabık isimli ondört bölümden oluşmaktadır.
beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
ben alper kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. ne yazık ki bundan kaçış yoktu. zaman acımasızdı ve ben hızla yaşıyordum.
hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. zarardan kar. uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. bütün rasyonel dayanaklarıyla. hiçbir işe yaramamıştı maalesef. illa ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerecekti derdimi anlamaları için. kepazelik. insanı kendinden utandırıyorlardı.
başlangıç olarak tatlı rüyalar'ı öneririm. hani, yemekten önce mutfağa girip hazırlanan nevaleden ufak ufak tırtıklamak gibi.
başta romanperverler olmak üzere, edebiyatla ilintili ve [bilhassa söylüyoru] umudunu yitirmiş kimseler alsın okusun.
kurgu, karakter, mizah, üslup, hikaye... her şey var. hepsi capcanlı.
5 yaşındaki bir karakterle aynı şeyleri söylüyor olabilmek, aslında, o 5 yaşındaki çocuğun ne kadar da doğruyu işaret ettiğini gösteriyor.
--spoiler--
--spoiler--
--spoiler--
[ayrıca, hikayenin "fantastik kurguya dönüş" gibi algılanan bölümü "böyle uyurdu zerdüşt", kitabın en muhteşem bölümüydü, kanaatimce. hatta alper canıgüz'ün kendisi bu bölümün gereksizliğinden dem vuranlara hitaben "bu kitap bu bölüm için yazıldı" demiştir.]
--spoiler--
--spoiler--
--spoiler--
son olarak;
sadece tatlı rüyalar'ı okuyup bir şeyler yazmaktan imtina etmiştim. gayet de iyi etmişim.
şimdi hep beraber;
"biz alper canıgüz'e inanıyoruz!"