Tıpkı vaktiyle Vietnam'da, Nikaragua'da olduğu gibi; Ortadoğu'da da Washington'un izlediği görünmez politikaların gerçek yüzü, yine Hollywood yapımcıları sayesinde, bakalım ekranlara ne zaman yansıyacak?
* * *
Gizli servislerin çevirdiği entrikalar üstüne yazdığı romanlarla da ünlü olan Graham Greene'in bir eserinden, Michel Caine'in başrolü oynadığı "Sessiz Amerikalı" filmine dönüştürülmüş karanlık öykülerde; Fransa egemenliğindeki Çin Hindi'nde, komünist gerillaların çıkardığı iç savaş sırasında; Washington'un oralara nasıl sızdığını izlemediyseniz; "hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı" konusunda, bilinçsiz bir safderunluk şampiyonluğuna adaylık edebilirsiniz.
* * *
Çin Hindi'nde Fransız egemenliğine karşı başlayan silahlı bir direnme hareketi... Bir bakıma yavaş yavaş bağımsız bir Vietnam şekillenmekte...
Kırsal kesimde iç savaş, kent sokaklarında silahlı çatışmalar...
Ama yine de lüks oteller, gece kulüpleri, zengin lokantaları kendi âlemlerinde...
* * *
Olayları izlemeye gelmiş yaşlı bir ingiliz gazeteci, kendini sağlık sorunlarıyla ilgili bir uzman olarak tanıtan genç bir Amerikalıyla da dost.
Ne var ki her ikisi de, düştüğü açmazlardan -ablasının da çabalarıyla- kendini kurtarmaya çalışan Vietnamlı bir kıza âşık...
* * *
Filmin aşk boyutu bir yana, komünist gerillaların sürdürdüğü direniş hareketi dışında; silahlı ikinci bir bağımsızlık hareketi daha başlıyor.
Yaşlı ingiliz gazeteci, Amerikalı genç arkadaşının sağlık uzmanlığı maskesi altında komünist gerillalar dışındaki silahlı harekete patlayıcı sağlayan bir CIA ajanı olduğunu anlıyor.
Washington'un, Güney Vietnam'a pençesini uzatmaya başladığı yıllar...
* * *
Nick Nolte'un, başrolde olduğu "Ateş Altında" filmi ise 1979'da Washington'un sahip çıktığı diktatör Somoza'ya karşı, Sandinista komünist gerillalarının başlattığı iç savaşla ilgili...
En tehlikeli anlarda bile durmadan fotoğraf çeken Amerikalı bir foto muhabiriyle dostu Amerikalı bir gazeteci, yine aynı kadına âşık.
Kadın ise, direnişçilere eğilimli Batılı bir entelektüel.
* * *
Nikaragua'da da bir yandan iç savaş ve halkın gerillalara verdiği gizli destek sürerken; bir yandan da diktatörle sarmaş dolaş iş çeviren bir Fransız vurguncu ve eğlence dünyası, güncel çatışmaların dışında yaşamakta...
Sonunda diktatör Somoza, takım taklavatıyla Miami'ye kaçıyor.
Kimin kimden yana göründüğü halde, kimden yana olduğunun didiklendiği, Washington eleştirisi bir Amerikan filmi...
* * *
"Sessiz Amerikalı"yı, "Ateş Altında"yı ve yarım yüz yıl önce çevrilmiş "Görevimiz Tehlike" dizisinden -ne kadar abartmalı da olsa- 3-5 serüven izleyince...
Şöyle bir yutkunuyor insan...
Ve ileride Ortadoğu üstüne yapılacak filmleri, şimdiden merak etmeye başlıyor.
Galiba yönetilen yığınlar, bir hayli safderun gelip, safderun geçiyorlar dünyadan; hem de sık sık öle öldüre, sürüne parçalana.
* * *
Okumuş yazmış bir delikanlı, Paris'te Champs-Elysées Caddesi'nde yürürken; güzel mi güzel, şık mı şık, hiç de sıradan biri olmadığı hemen anlaşılan genç bir kız yaklaşmış yanına:
- Odama çıkalım mı, demiş.
* * *
Delikanlı bir hayli afallamış. Böyle beklenmedik bir fırsatı da kaçırmak istemediğinden, kızın teklifini kabul etmiş ve çıkmışlar kızın oturduğu stüdyoya...
* * *
Geniş bir salonda 15. Louis üslubu koltuk takımları; 2 bin ciltlik bir kütüphanenin raflarında, Platon, Nietzsche, Sartre, Proust, Faulkner...
Genç kız, siyah etiketli bir şişeden 12 yıllık pahalı bir kadeh viski ikram etmiş delikanlıya. Müzik setine de Monteverdi'nin bir bestesini koymuş.
Genç adam şaşkınlıktan neredeyse düğümlenmiş bir sesle:
- Monteverdi'yi seviyor musunuz, demiş.
Kız:
- Evet çok demiş; ama sadece Monteverdi'yi değil, Prokofiev ile Schönberg'i de çok seviyorum. Konservatuvarın büyük keman ödülünü kazanmıştım...
- Demek şey, konservatuvarın büyük keman ödülü... Öhö, öhö, şey... Demek müzisyensiniz. Şey, okudunuz mu bu kitapların da hepsini?
- Gayet tabii. Edebiyat fakültesini bitirdikten sonra, doktora tezime çalışırken hepsini incelemem gerekiyordu. Ama en çok Einstein'in teorileri beni yordu.
* * *
Delikanlının gözleri fal taşı gibi açık, önce burnunu, sonra da kafasını azıcık kaşıyarak:
- Merakımı hoş görün, demiş; çok güzelsiniz, akıllısınız, ince bir zevkiniz var, olağanüstü bilgili ve donanımlısınız. Peki nasıl oldu da, orospu oldunuz sonunda?
Kız, tahtaya vurmuş:
- Kırk yılda bir, demiş; şansım yardım etti işte...
* * *
insan bazen, kaliteli üst düzey bazı kimselerin de, partilerin ilçe teşkilatında nasıl olup da görev aldıklarını merak ediyor.
Ola ki şansları yardım ediyor onlara da; şansları yardım etmese, fazla üst düzey olduklarından, buruşup kalacaklar belki de bir köşede...
* * *
Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
- Hoca, neden okullarda objektif bilimsel bir tarih yerine, siyasetçi çıkarlarına göre düzenlenmiş "resmi bir tarih" okutuluyor?
Nasreddin Hoca, gülümseyerek sakalını sıvazlamış:
- Vaktiyle büyükbabalarıyla, büyükannelerinin de nasıl kazıklanmış olduğunu, demiş; torunları da anlamasınlar, diye...
* * *
Coşkun Karabulut'tan bir şiirle bitirelim yazıyı:
Telef Hakkı
Telef ettikçe sen beni
yok satıyor
canımın acısıyla yazdığım
şiir kitaplarım