otobüs yolcuğunuz sırasında, sizi bağıra bağıra küfretmeye kadar sevketmeye çalışan şeylerdir. örneğin:
efendim, kuzenim ve eniştem yavaş yavaş düğün hazırlıklarına başladığı için dolayısıyla, düzlük bir yerde küçük bir kına düzenlemeye karar verdik. güneş tepede olduğu zamanlar çok terlediğimiz için, sabah erkenden işimizi bitirmeyi amaçladık. işimiz dediğimim, masaları, sandalyeleri, ampulleri dizip nizama sokmak, bir kına gecese havası yaratmaktı. neyse, sabah 7 civarlarında kalktım, 8'e çeyrek kala civarları otobüse bindim. 20 dakika sonra gitmek istediğim yere gidecektim. paramı çıkardım, verdim. otobüse ilk binen adamın sahip olduğu gururla, istediğim yere oturma hakkına sahiptim ve öyle de yaptım. geniş omuzlu, atletik yapılı, kaslı ve yakışıklı olduğum için tek sıralı koltuklardan en arkadakine oturup, otobüsün kalkmasını bekledim. meğersem millet benim otobüse binmemi bekliyormuş, bir yığın insan sırayla sırayla geldi. sanırım tersanede çalışan işçi gruplarından biriydi bunlar. neyse, aileler, kadınlar, tek takılanlar derken otobüste oturacak yer kalmadı ve bu sefer ayakta seyahat etmeye razı olanlar tutunacak bir yer aradılar. kocaman burunlu bir adam geldi, benim oturduğum tekli koltuğa tutunup, çevreyi incelemeye başladı. çok kısa bir süre sonra otobüs kalktı, ilerlemeye başladık. o sırada, o koca burunlu herif, öyle bir nefes alıp veriyorduki, ensemde oluşan hava sirkülasyonu beni rahatsız edecek derecede gıdıklıyordu. ileri yaslandım, bu sefer oluşan hava sirkülasyonu kıçımı etkiliyordu. böyle durumlarda cingar çıkarmayı sevmediğim için, sustum ve buna katlanmaya çalıştım. yok, herif bunu kasıtlı yapıyor gibiydi. tüm yol boyunca bu gıdıklanma hissine aldırmamaya çalıştım. en sonunda inmem gereken yere geldiğimle büyük bir mutlulukla, "stop" butonuna bastım. otobüsten inecek olan adam havasıyla otobüsün arka kapısına yaklaştım, indim. otobüs hala hareket etmiyordu. merak ettim. biraz daha baktıktan sonra, içimden çok yaratıcı küfürler yağdırmaya başladım. çünkü o koca burunlu herif, tam benim indiğim yerde otobüsten indi. dellendim, sanki kendisine yer vermediğim için beni cezalandırmak istiyor gibiydi. aslında öyle gibi de değildi, o an ki asabiyetim ve paranoyaklığım bunları düşünmeme sebep olmuştu.
ikincisi ise, haziranda başka bir kuzenime kalmaya gidiyordum. boxer, atlet, t-shirt, pantolon, pijama gibi şeylerin hepsini hazıylayıp o küçük çantama doldurdum. ilkokul çocukları gibi hoplaya zıplaya otobüse doğru yürüdüm. bu sefer ilk binen adam gururunu yaşayamadım fakat buna yakın bir gurur yaşadım. otobüsteki son boş yeri kapan adam adam gururunu yaşadım, evet yaşadım ben bunu. neyse, yine sessizce ve usulca koltuğuma oturdum, yanimdaki yaşlı amcanın sarılaşmış bıyıkları dikkatimi çektikten sonra gene insanoğlunun bozduğu o güzel çevreye baktım. yemyeşil ağaçların altında çevreye küfreden beton yığınları... neyse, devam edelim. bir süre sonra, gene mülteciler gibi yolculuk yapacağımızı anladım çünkü otobüs yine ayaktaki insanlarla dolmaya başladı. bir süre sonra otobüs patlayacak kadar dolu, gözü doymuş şoför gaza bastı ve hareket etmeye başladık. o sırada, herifin teki-otobüsteki doluluktan olsa gerek- üstüme yaslanmaya başladı ve bu benim omzumu ciddi şekilde ağrıtmaya başlamıştı. yine cingar çıkarmayı sevmeyen ben, sustum ve öylece, usulca çevreyi seyretmeye devam ettim fakat omzumun ağrısıda öyle dikkat dağıtmayla bastırılacak kadar hafif değildi. bir 10 dakika kadar buna katlandıktan sonra inmem gereken yere geldim, "stop" düğmesine bastım, binbir zorluklarla, ezilme tehlikesini göze alarak otobüs kapısına yöneldim ve otobüsten indim. o andan sonra, temiz havanın değerini bir kez daha anladım. derince bir nefes aldım, kuzenimin evine doğru yürümeye başladım. ama hala otobüsten kurtulduğum için şükrediyordum kendimce.
bir adet laubali yilisik muavindir.
köpükten bardaklar dagitilir,parmaklar bardagin içine iyice surtulur nerde ne mikrop ne bakteri varsa bardagin içinde fink atmaya baslar.ardindan kisi tarafindan iyice temizlenen bardagin kenarlari diş yardimi ile ezilerek vakit geçsin diye beklenir.
bunu gören muavin arkadasimiz yaklasir ve "hehehe eger acuktuiseniz bağyan ev içinde bir kaç bardak verem eeheheh!"
sabaha kadar sürecek olan ylculugunuzda arka koltugunuza bir ibne ile çenesi düşük bir tikinin oturmasıdır ki, muhabbet sürekli sizi gerer, ikisindende tiksinirsiniz ve belli edersiniz, insan ırkının utandıgı bu iki sınıf insan sabaha kadar sizi uyutmaz.
tavuk ekmek getirmiş yaşlı bir yolcunun yanınıza oturması. o bayat ekmek içindeki haşlanmış, deriden ibaret tavuğu ne yapar ne eder çekici hale getirir, askerlik anılarını dinlemenizi sağlar. okuduğunuz okul hakkında bilgi verirseniz tümden boku yersiniz çünkü illaki o şehirde bir müddet kalmıştır. kalmamışsa bile bir akrabası x zamanda o şehire taşınmıştır. size sizin şehrinizi öğretmeye kalkar, kafa siker.
yanında oturan hayvanın yol boyunca dişleri arasında kalan kırıntıları cıık cıııık diye enteresan bir ses oluşturarak çıkarmaya çalışması ve bu esnada her cıık cııık sesiyle sinirlerin gerilmesi.
yanınızda oturan yolcunun birden uykusunun gelmesi ve sol kolunu başının arkasından geçirerek sağ omuzuna atması ve koltuk altındaki koku yayan bakterileri sizinle paylaşması...