Bir sevgililer gününde sevgilim olduğunu sandığım kişinin bulunduğu memlekete gittiğimde yaşadığımdır. Buluşmak istediğim saat akşam yedi civarındaydı, sürpriz yapmıştım askerden izin alıp. Yeni sevgilisinin evine gitmesini beklerken içip sızdığım ve üç saat kulağımın dibinde çalan alarmı duymadığım, uyandığımda yan odadakilerin çığlıklarıyla kendime gelmeye çalıştığım bir yalnızlık gibi.
en ağırını çin'de yaşamıştım, pekin'de tek başıma otel odasında televizyon falan hep çin kanalları, bilgisayar kullanmazsın o da çince, internet zaten sorun, dışarı çıkıyorum kimse çat pat ingilizce dahi bilmiyor.
otel odasında bütün gün içmiştim. birde masaj yaptırmıştım o başka bir hikayenin konusu.
Otel odası yalnızlığı derken odanın mı içindeki bireyin mi yalnızlığı onu çözemediğim başlık.
Yine de bir iki kelime çevireyim, birey açısından bakarsak yalnızlık rutinden gelir insan sadece kendi yörüngesinde yalnızdır, yörüngeden çıkan bünye ya kaygı duyar ya da heyecan ama asla yalnızlık değil, bu nedenle her otel odasında kalan yalnızlık hissetmez, toplumsal gerçekleri düşünürsek kaç kişi sürekli otellerde kalıp da yalnızlık triplerine girebiliyor lan? Otelde mini barı kesen, havlu aşıran milletiz biz, ne bu brugge'de 200 yıllık barok binada sisli gotik sokağa bakan insan tripleri? Animatörlere saçmasapan paralar veren insanlar var olum bu ülkede kendinize gelin.
Eğer otel odası açısından bakarsak; yalnızlık, varoluşsal boşluk, var olduğu halde görülmeme gibi bir dünya yalnızlık sebebi barındırır. içinde hikayeler yaşınıyor ama sadece var yani, hayır kalınan yerin bir ruhu var mesela hissediyorsun bunu ama umursamıyorsun.
Sahiden bir otel odası kadar yalnız olmayı kim ister ki?