yoluna, türkiye cumhuriyeti olarak devam eden, yüz yıllarca nice topraklarda kılıç sallamış, korku salmış, insanlığa hakkaniyet kavramını kazandırmış imparatorluk. bütün dünya tarafından uyutulan, pışpışlanan bir ülkeyiz şu an da. bunun sebebi ise; osmanlı torunu olmamazdır. onlarda bilirkler ki, bu toprakların sahipleri bir gün uyanırlarsa, dengeler değişir, hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
ülke alıp ülke açan, kahramanlıklarla dolu dolu tarihi ile her türk insanının göğsünü kabartan, ayrıca günümüz ortadoğusunun hala iç çekerek aradığı atalarımızın imparatorluğu.
fakat osmanlı imparatorluğunun neden arap kültürünü referans alması ve neden müslümanlığı bir din olarak değil de bir kısıtlama dini olarak kullanması cevabını alamadığım sorulardır.
tarih öğretmenlerinin dediği gibi "matbaa osmanlıya avrupadan x yıl sonra geldi" sözü o zaman ki müslümanlığın kalitesini gösteriyordu, yararlı icadlara adeta birer tabuymuş gibi bakılıyor ve "şeytanın icadı" denilerek yorumlanıyordu. bunları gizli kullanmak ise çok ağır cezalar alınmasına neden oluyordu.
ülkedeki eğitim tamamen dini idi ve o zamanlar bir çok şey çarpıtılıyordu, mesela kutsal kitabımız kuran-ı kerim'deki "oku" emri insanlar tarafından sadece "kuran-ı kerim oku, dua ezberle" olarak algılanıyordu.
bir zamanlar avrupa da böyleydi, bilenler bilir galile'nin hikayesini.
dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtlamıştı ama yanlış dini inançlara göre ve din adamlarının işine gelmediği için "suçlu" ilan edilmişti.
eğer galile dünyanın yuvarlak olduğunu inadına söyleseydi kellesi gidecekti.
osmanlı imparatorluğundaki dini sistem de bunun gibiydi, hezarfen ahmet çelebi'nin galata kulesindeki uçuşu "delilik ve şeytanlık" olarak yorumlandı ve hezarfen ahmet çelebi sürgüne gönderildi.
günümüz türkiye cumhuriyeti'nde bile bazı inançlara günah gözü ile bakan, aslında onun günah olmadığını çok iyi bilen fakat işine gelmediği için "günah" diye çemkiren bir çok insan var.
ayrıca atatürk olmasaydı bu günkü durumumuzdan daha kötü bir durum ile karşı karşıya olacaktık.
demek ki arap kültürü biz türk milletini izole etmiş durumda, biz hala laik bir toplumuz desek bile ister istemez bu durum ortaya çıkıyor.
orta asyadan göçmeden önce biz türklerin saçma inanışlar yoktu benim bildiğim kadarıyla, tamamen açık bir toplumdu o zamanki türk milleti.
eğer arap kültürünü değil de kendi kültürümüze adam akıllı sahip çıksaydık ve araplaşmasaydık belki daha iyi olabilirdik *.
Amerikalı filozof ivan illich, "kentsel alan ve bu alanda dolaşan sularla ilgili algılamalarımızın nasıl değiştiğine" dair bir konferans vermiş. Konferans metni "H2O" (Su) başlığı altında kitaplaştırılmış. Lizi Behmoaras kitabı Türkçe'ye çevirip AFA Yayınevi'ne vermiş. AFA Yayınevi kitabın Türkçe baskısı için illich'ten bir önsöz istemiş. illich, bunu heyecan ve korku ile karşılamış. "H2O"nun Türkçe baskısına (AFA, istanbul 1991) yazdığı önsözde diyor ki:
"Bu eser, hazırlarken aklımdan bile geçmeyen insanlarca okunacak. Bu beni korkutuyor. Bu nedenle istanbul'dan yollanan mektubu aldıktan sonra kütüphaneye gittim ve birkaç gün 'istanbul'un suları'na daldım. Ancak yüzeyi eşeleyebildiğim halde, 9 ciltlik Lane Poole'daki 'ma' bileşimlerinin zenginliği kısa sürede beni sarhoş etti. Hanefilik mezhebindeki suyla ilgili yasaların inanılmaz yalınlığından çok etkilendim. Osmanlı (tatlı sert) siyasetindeki bilgelik ve istanbul'daki su tesisatının yeniden kurulmasında gösterilen üstün başarı beni derinden etkiledi. (...) Kısa sürede asla araştırmayı düşleyemeyeceğim bir anlamlar ve simgeler hazinesinin ortasında buldum kendimi. (...) Suya anlam kazandıran ve âşık olduğum Tevrat'taki çok sevdiğim cümlelerden çok daha muhteşem olan dizeler -ne yazık ki çeviri- okudum. (...) Tursun Bey'in Sultan Mehmet biyografisinde yeni su tesisatı ile yeni camiler arasında kurulan bağlantıyı okurken suyla dinsel ayin arasındaki ilişkinin öngörülemez duygusal boyutunu anladım. (...)....islam'ın suları ve Osmanlı kaynaklarının ihtişamı karşısında hayretler içinde kalıp bir çocuk gibi dilim tutuldu. işte bu nedenle bu özellikle ince kitabın Türkçe'ye çevrilmesiyle onurlandırılmaktan şiddetle rahatsız oluyorum. Okurlarımın bu konuşmanın dünyanın en eski şehri olan Çatalhöyük yakınlarında, Anadolu'da değil de, kovboyların şehri Teksas'ta yapıldığını hatırlamalarını dilerim. Bu konuşma, ataları oldukça yakın bir zamanda Teksas'a yerleşen ve beraberlerinde ne Ortadoğu çöllerinin anılarını ne de Kur'an ayetlerini getirmiş insanlara yönelikti..."
illich özür diliyor bizden; medeniyetimizin önünde saygıyla eğilip, "Bağışlayın efendim, sizi tanımadan önce yazdım bu kitabı. Eksiktir, yetersizdir, size lâyık değildir" diyor adeta. O su gibi aziz medeniyetimize artık metelik vermediğimizi, mütemadiyen içine tükürdüğümüzü bilmiyor tabii.
imparatorluktur çünkü emperyaldir, Fatih'ten itibaren Roma imparatorluğu'nun da devamıdır.Türkiye Cumhuriyeti de osmanlı'nın borçlarını kabul ederek onun devamı olduğunu görece kabul etmiştir.
türklüğü aşağılayıcı bir niteleme olarak kullanan bir sarayı vardır.
"Sakın Türkü insan sanma.
Bir an bile olsa Türkle birlikte olma.
Türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
Türkün başını keserken sakın gam yeme.
Baban da olsa Türkü öldür."
Türklere karşı bakış açısı çok irdelenir. Basitçe devşirmelerin sarayda üst kademelere getirilmesiyle Türklüğe karşıt bir bakış açısı kazanmıştır bu imparatorluk.
Yalnız şu iyi bilinmelidir,Sarayda hakim bir türk nufusu muhtemelen birkaç yılda bir Darbe olmasına neden olacaktır, çünkü Türk boyları, beylikleri Tutup da osmanoğullarına kayıtsız şartsız itaat edecek hali yoktur. Bu Türk tarihi için kimi zaman iyi kimi zaman kötü bir özellik olmakla beraber çoğunlukla iyi bir özelliktir velhasıl osmanlı bunu engellemek amacıyla kurduğu Devşirme sisteminin altında kalmış ve ülkeyi yok oluşa sürüklemiştir.
E durum böyle biz neden osmanlı'yı sahipleniyoruz denilirse eğer.
Osmanlı tarihi boyunca ne kadar başarı, ne kadar kültürel, iyi, güzel olay varsa tamamen Türklüğün eseridir.
Savaşlarda başarıyı sağlayan da Türk'ün kanıdır. (yemen'in allah'ın belası topraklarında da Estergon kalesinin burçlarında da)
dünya'yı ekonomik, siyasi ve kültürel yönden dize getiren de türk'ün zekasıdır.
imparatorluklar çağında bu açıdan osmanlı'yı neden bir ulus devlet olmadı diye suçlamak yersizdir.
yeni bir şeyler keşfetmiş gibi de 100 yıldır anlatılan Saray- Türk Milleti arası çekişmeyi tarihimizden bizi koparmak için kullanmak da art niyetlilik olarak kabul görebilir bu açıdan dikkat edilmesi gerekir.
Biz osmanlı'nın halkı üzerine hatalarını görmüş, öğrenmiş Cumhuriyet ve atatürk nesli çocuklarıyız Neyin ne olduğunu biliriz velhasıl geçmişin güzelliklerini de görmesini bilip
Osmanlı'nın günümüze uymayacak sistemiyle değil Milli bir devlet olmanın getirdiği siyasal, kültürel ve askeri bakış açısıyla her şeyi değerlendirir yanlışımızı doğrumuzu ona göre belirleriz.
bir din-tarım imparatorluğudur. orta çağa uygun bir yapısı vardır ancak başarılı idarecileri nedeniyle çökmesi çok gecikmiştir. bu da türk modernleşmesini geciktirmiştir aslında. kutsallaştırmanın ya da kötülemenin bir manası yok. sonuçta bizim atamız dedemizin devleti. anakronizme de gerek yok sanki 20. yüzyıl ortalarına kadar insan hakları mı vardı ki osmanlı'yı yayılmacı diye suçlayacağız?
Yeryüzünde tam 6 asır hüküm sürmüş olan Osmanlı Devletinin en bâriz özelliği, onun devlet ve millet çapında islâma gösterdiği saygıdır.
Bunun en açık örneklerinden biri olarak şu hâdiseyi zikredebiliriz: 2. Abdülhamid zamanında Fransızlar, Volterin, Efendimiz (sav) aleyhindeki bir piyesini oynatmaya kalkışırlar.
işte elli bin gâilenin olduğu dönemde, Osmanlının başında, Batılıların Le Sultan Rouge, yani kızıl sultan dedikleri Abdülhamid vardır.
Fransızlara kükrer: Eğer bu piyesi oynatırsanız, halife ünvanıyla bütün alem-i islâmı, bu hareketi teline çağırırım der. Bunun ifade ettiği manâyı çok iyi bilen Fransa, piyesi oynatamaz.
ingilizler aynı piyesi oynatmak istediklerinde yaralı aslan bir defa daha kükrer ve onlar da vazgeçmek zorunda kalırlar. işte hasta adam denilen Osmanlı, hastalığı zamanında bile, Onun (sav) sakalına konacak bir toz mesabesindeki küçük birşey karşısında bile böyle kükreyebiliyordu.
doğu roma impaparatorluğunun müslümanlaşmış ve türkleşmiş halidir.
sadece islam geleneğine veya sadece cengiz yasasına dayanmaz bütün bunların nevi şahsına münhasır bir birleşimidir.
ahmet güner sayar türk kültürünü tanımlarken şöyle derdi; "asyagil türk töresi*, islam tasavvufu*, bizans'tan tevarüs ettiğimiz feodal ağalık bilinci.*
Tarihi bilgi ve belgelere göre. irlanda'da 2 milyon üzerinde kişinin göç etmesine ve ölümüne yol açan açlık ve kıllık felaketi sırasında. Sultan Abdülmecit, irlanda halkına 10 bin sterlin yardımda bulunmak istediğini bildirir. Ne var ki, kendi topraklarına dahil bu bölgeye sadece 2 bin sterlin vermeyi kararlaştıran ingiltere Kraliçesi Victoria. istanbul'daki Büyükelçisi vasıtasıyla Sultan'ın teklifine karşı çıkar ve Osmanlı bağışı, neticede bin sterline iner Abdülmecit bu defa tahıl yüklü beş gemi gönderir irlanda'ya. ingilizler'in Dublin limanına sokmadığı gemiler yüklerini Drogheda limanına boşaltırlar (1847)
Baytok, irlanda asil zadelerinin padişaha gönderdiği ve halen Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde muhafaza edilen teşekkür mektubunun da Osmanlı yardımını doğruladığını belirtti. Mektupta şöyle deniyordu,
"Aşağıda imzası bulunan biz irlanda asilzadeleri, beyefendileri ve sakinleri, Majesteleri tarafından acı çeken kederli irlanda halkına gösterilen cömert hayırseverliğe ve ilgiye en derin minnetlerimizi saygıyla takdim eder ve onlar adına Majesteleri tarafından irlanda halkının ihtiyaçlarını karşılamak ve acısını dindirmek üzere cömertçe yapılan 1000 paundluk bağış için teşekkürlerimizi sunarız."
ingiltere Kraliçesi'nin kendi topraklarına dahil bir bölgeye yapılmak istenen nakdî yardımı engellemesi ve onda birine düşürmesi, ibret verici bir olaydı.Buna karşılık, Osmanlı Sultanı’nın siyasi sürtüşmeleri ve ulaşım güçlükleri de göze alarak. 4 bin kilometre uzağa tahıl yüklü gemiler göndermesi, tarih sayfalarında benzerine rastlanmayacak bir alicenaplık örneğiydi. Baytok, Avrupa'da demokratikleşme ve insan hakları konusunda haksız tenkitlere maruz kaldığımız bir sırada gerçeklesen bu şükran plaketi törenini. "Türkler'in insan sevgisinin, muhtaçlara ve acı çekenlere nasıl yardıma koştuğunun delili" olarak değerlendiriyordu.irlanda halkının kadirşinas jesti ise Türk kamuoyunda bir moral etki sağlayacaktı,
Geçen yıl 800. kuruluş yıldönümünü kutlayan Drosheda'nın Belediye Başkanı Alderman Frank Godfrey de törende yaptığı konuşmada, hu tarihî olayın iki ülke arasında bir dostluk köprüsü oluşturmasını, yeni işbirliklerine kapı aralamasını temenni etti. Şehir ambleminin Osmanlı hilal ve yıldızı olduğunu hatırlatan Godfrey, "Şükran plaketimiz iki ülke insanlarının dostluk sembolü olacaktır ümidindeyim.Dostumuz Türkiye'yi en kısa sürede Avrupa Birliği içinde görmek istiyorum" dedi.
Bu arada. Kıtlık ve Açlık Müzesi Müdürü de, Türk halkına ve Osmanlı Devleti'ne minnettar olduklarını bir daha vurguladı.
Evet, Avrupa'nın en batısında, tarih boyunca hiç karsı karşıya gelmediğimiz insanların memleketinde, bizimle ilgili, kitabe diyebileceğimiz bir belge çakılı.Oradaki üç-beş satır, insanlık tarihini anlatan ciltler doluşu kitaba sığmayacak bir mana zenginliği içinde, daha nice asırlar ötesine mesaj verip, ışık tutacak.
cariyeler köle değildi ama azad edilme hakları vardı gibi bir cümleyi sarfeden kişinin bayan olamayacağından hareketle, kadın erkek eşitsizliğinin tüm acımasızlığıyla kendini gösterdiği o imparatorluk dönemine, atatürk türkiyesini yaşamış ve özgürlüğü içine sindirmiş hiçbir kadın dönmek istemez. erkek egemenliği, baskı, savaş, saltanat, harem gibi kelimelerin tüm kadınlarda uyandırdığı tiksintinin kadın olmayanlar tarafından anlaşılamayacağı açıktır.
şu ana kadar kurduğumuz en uzun ömürlü, büyük ve güçlü devlet. gerek Adalet anlayışı ile gerek yönetim şekli ile hala kendini mum ışığı ile aratmaktadır. Ayrıca Osmanlı Türk'lğü kabul etmiyodu diyen şahsiyetlere sormak lazım o yüzden mi mehter marşlarında türk ibaresi inmemiştir ve padişahlar hep Han ünvanını kulanmışlardır?
doğu avrupa'da özlemi hissedilen devlettir. arnavutluk'ta müslüman nüfusun yoğun yerleşim alanı olan el basan'ı bir kenara bırakıyoruz ve katoliklerin yerleşim alanı olan kukes tarafına bakıyoruz adamlar "osmanlı" denildiğinde başlıyorlar anlatmaya... anton anlatıyor kırık türkçesiyle "osmanlı şum miyır" diyor ve ekliyor "osmanlı var çok euro albanya" diyor. sonra yunan asıllı qosto dalıyor lafa "işkodra kala var osmanlı şum personel turist" diyor. kosova'ya baktığımızda prizren'de türkler yoğun olduğundan belki kimbilir osmanlı'ya duyulan özlemden bahsediliyor yüksek sesle. sonra başkent priştine'de, ipek'de gene subjektif özlemler başgösteriyor.
büyük bir devletmiş osmanlı... çok büyük bir devlet ben bu kadar büyük olduğunu tahmin edemezdim misal. resmi tarih zırvaları olduğuna bile inanırdım zaman zaman bu büyüklüğün. ama şimdi baktığımda çok net görebiliyorum elimdeki subjektif örneklerin gölgesinde. dünya üzerinde hüküm sürmüş, yaşamış en büyük devlettir osmanlı. şu saatten sonra böyle bir devletin tekrarı mümkün olmayacaktır şahsi fikrimdir ki. zira değişen dünya düzeninde osmanlı'ya yer yok. zira artık sömürgecilik icâd edildi ve mertlik bozuldu...