Eskiler, Osmanlılardaki eşcinsel metinlerden bahsederken, “Bu iş, adamların sadece dilinde” derlerdi.
Sadece dillerinde olup olmadığını bugün bilemiyoruz ama eşcinsel temalar, Osmanlı cinsellik metinlerinin azımsanmayacak bir bölümünü oluşturur ve bunları görmezlikten gelmek de zordur.
Bu tür ilişkiler, o dönemin şartları içerisinde olağan bir davranış görüntüsü verir. Eşcinsel eğilim, sıradan şairinden divan sahibi şeyhülislamına yani en yüksek düzeydeki din görevlisine, padişahın maiyetindeki besteciden semai kahvelerinde sazını çalarak geçinen müzisyenine, ansiklopedistlerden tasavvuf bilginine kadar, toplumun değişik kesimlerinden gelenlerin yazdıklarında açıkça görülür.
Alışılmış görüntülerden biri, kadının kötülenmesidir. Mesela Sümbülzade Vehbi’ye göre erkek, “Eli kınalı kadınlardan elini çekmelidir, zira kadınlar, erkeğe kanlı gömlek giydirebilirler.”
Lamii Çelebi ise, erkeklere “evde kahbe tutmayın” diye nasihat eder:
Seni boyunca altına gark etse
Erkeksen, kahbeyi evinde tutma
Ona da malına da lanet olsun!
Malı da kendisi de mel’un
Fuzuli, “Sabah usturasını bilemiş, güneş kılıcını taşa çalıp o ay gibi tellaka bağlılığını göstermiş. Başlar, onun amber kokulu usturasının hareketinden, suyun dalgalanıp kabarcıklar meydana getirmesi gibi neşelenip tertemiz oluyor. Her kılımın ucunda bir baş olsaydı ve sevgilim onları saç gibi doğrasaydı, kanlar döken usturasından yine de kaçmazdım.” sözleriyle, hamamda saç tıraşı yapan bir tellaka övgüler yağdırır.
Divan şiirinin hemen her ünlü adı, bu şekilde mısralarının yer aldığı hammamiyeler düzer ve güzel delikanlıları tasvir ederler.
Erkek sevgilinin şiirde sadece böylesine sembol olarak değil, adıyla, sanıyla geçmesi olağan bir şeydir.
1082 yılında Ziyaroğulları’ndan Emir Keykavus tarafından kaleme alnınan Kabusname sevişmeyi konu olarak işleyen Farsça bir ansiklopedik eserdir. Kabusname’den örnek bir bölüm şöyledir:
“.Yaz olunca avratlara, kışın oğlanlara meylet ki, vücutça sağlam olasın. Zira oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir araya gelirse vücudu bozar. Avrat teni ise soğuktur, kışın iki soğuk, vücudu kurutur.”
Osmanlı eşcinsel metinlerinden bahsedildiğinde, akla ilk gelen isimlerden biri Enderunlu Fazıl Bey’dir.
1759-1810 yılları arasında yaşamış. Dönemin tanınmış bir eşcinseli ve eşcinsel olmakla her zaman, her vesileyle övünmüş. Kadınlardan zevk almadığını devamlı tekrarlamış, eserlerinde hep bu konuyu işlemiş. Maceralarını, duygularını, isteklerini apaçık ve hiçbir şeyin ardına gizlenmeden anlatmış. Üstelik bu açık sözlülüğü, ona ünlü beytini, “Şairiz, şeyn verir şanımıza / Giremez fahişe divanımıza”yı (Şairiz, fahişeler divanımıza giremez, böyle bir şey bize utanç verir) yazdıracak dereceye varmış.
Fazıl’ın, bugün elimizde beş kitabı var: Defter-i Aşk, Hubanname, Zenanname, Çenginame ve Divan. Kitapların geçmişi de, yazarları gibi maceralı. Kimisi yazma olarak elden ele dolaşır, kimisi de basılır ama bazen ahlak dışı bulunarak toplatılır.
Defter-i Aşk’ta şair, başından geçen aşk maceralarını hikaye eder. Saraya alınışını, Enderun’daki bazı delikanlılara aşık olunca kovuluşunu, sefaletini ve bir çingene genciyle olan gönül ilişkisine yer verir.
Hubanname’de, dünyanın çeşitli uluslarına mensup delikanlıların özelliklerini anlatır. Sevgilisi, diğer ülkelerin güzel erkeklerini de öğrenmek istediğini söyler ve Fazıl bu isteği yerine getirmek için kaleme sarılır.
Divan, dini şiirler, devrin büyüklerine övgüler ve yine delikanlılar için yazılmış gazellerle doludur. Fazıl bu şiirlerle kendisine özgü bir tarz yaratır, o güne kadar söylenmeye cesaret edemediği bazı ifadeleri açıkça kullanır.
iSTANBULLU LEZBiYENLER
Zenanname, Hubanname’deki bahsi geçen milletlerin kadınları üzerinedir. Özellikle istanbul kadınları için yazdıkları, o dönem Osmanlı hayatını gösteren bir ayna gibidir. istanbul kadınlarını dörde ayırır Fazıl. Dinine bağlı, namazında-abdestinde olanlar, hafif işveliler; fahişeler ve lezbiyenler. Bu kitabı yazmasını da sevgilisi ister. Fazıl, istanbullu lezbiyenler için şöyle yazmıştır:
“Ey sevgili, eski zaman kadınları arasında olmayan, “sevici zümresi” denilen yeni bir bölük çıktı ortaya. Kadınlara kötü bir hediye bu. Birbirlerine gönül verip aşık olurlar, ilişki vaktinde bile hile yaparlar. Hileleri, zekeri (erkeğin cinsel organını) taklit ederek yapılmış bir alettir. Aletin adını yazamam ama bir bilmeceyle söyleyebilirim. işte o bilmece: “Nazı bıktırdı beni dildarın” (Fazıl burada, eski harflerden ve aruz vezninden yararlanarak, “yapay erkeklik organı” demek olan zıbık kelimesini şifreyle veriyor.) Bu yola girenler temiz huylu, nazik, ilim-irfan sahibi kadınlardır. Böylesine ilişkiler pek çok oluyorsa da, diğer davranışlara göre kötünün iyisi sayılıyor, birbirleriyle geçinip gidiyorlar.
ÇiNGENELER, ÇENGiLER
Fazıl’ın bir diğer kitabı Çenginame yani “Erkek Dansçılar Kitabı” o dönem istanbul’unun en ünlü erkek dansçılarını konu alır. Şair, erkeklerin ve erkek sevgililerinin konuşulduğu bir toplulukta çengi denilen dansçılar üzerine yapılan bir tartışmaya tanık olur. Herkes bir başka çengiyi methetmekte, göklere çıkarmakta ama hangisinin en yakışıklı ve en hünerli olduğu hakkında bir türlü karar verememektedirler.
Sonuçta Fazıl’dan hakemlik etmesini ve bu konuda bir kitap yazmasını isterler. O da oturur, Rum, Yahudi, Ermeni, Hırvat ve Çingene milletinden gelme 42 erkek dansçıyı şiirlerle anlattığı Çingenamesi’ni kaleme alır. işte Çingename’deki düzyazı şeklinde kaleme alınan oyunculardan bazıları:
BÜYÜK AFET denilen güzel YORGAKi’nin temiz vücudu gümüşe benzer. O edasının, yiğitçe yürüyüşünün dünyada bir benzeri daha yoktur. Görünüşü, hareketleri alemi kendisine bağlar. Aşığın burnuna girse bile, değer.
ANDON, eli ağzına uyan bir dilberdi, naz tahtı üzerine kurulmuş iskender’e benzerdi, iki bin aşığı vardı. Şimdi yüzüne sinekler üşüştü, şirin dudaklarına karıncalar düştü. Meğer güzellik de kuş gibiymiş.
Çengilerin şahı MISIRLI’nın vücudunun uyumu ve boyu eşsizdir. Aslı Yahudi’dir. Raksa girip her tarafını oynatmaya başlayınca, halkı deli eder. Aşıklarını saymakla bitiremezler. Hem çehresi, hem yürüyüşü bir hoştur, şalvarını çözdüğünde daha da hoş olur.
KANARYA, aşıkların kuşunu kaldırıyor. Güzeller içinde bir bülbül. Onun yanında bize düşen, mum tutmak.
MURAT BARDAKÇI
Osmanlı’da Seks adlı kitaptan sadeleştirilmiştir.
HUBANNAME’DEN (ERKEKLER KiTABI) BAZI ÖRNEKLER:
ZENGiBAR (ZENCi) ERKEKLERi: Ey gecenin rengi gibi benli, güzelliği gizli olan zencinin genci!.. Yanakları sade de olsa, yüzü tebessüm de etse, aşığın gözü kör olmadıkça öpülmeye layık görülmezler. isimlerine “Mercan” diyelim, ama onunla birlikte olmayı kim kabullenecek? Sadakatleri meşhur, kahraman, sevimli ve vakurdurlar; isimleri görünüşte değişiktir ama içleri baştan başa cevherdir. Fakat anlayış gözü kör mü acaba? Parlak gündüz ile gece bir mi? Bırak, onları hatırlamasak daha iyi olacak. Geriye kalanları bir tütsü kabına koysak, hepsi amber olur.
HALEP VE URFA ERKEKLERi: Rüzgarın can verdiği, mutedil bir havası var Halep’in. Hoş yürüyüşlü dilberleri temiz, yanaklarının aynası saf. Ama çocuklarının yüzlerinde bile yara çıkar, erkeklerinin hepsi yaralı.
ANADOLU ERKEKLERi: Bunlar adetlerine bağlıdır, yaratılışları sırasında aldıkları özelliklerini daima korurlar. Yani ne cilve, ne edalı yürüyüş, ne de kötü söz bilirler. Hepsinin budala yaratılışlı olmasının aslında yüz sebebi var ama çoğu cennetlik. Ham vücutları da pişmemiş, endamları kaba. Yüzü ay gibi bile olsa, cansız bir şekli ne yapayım? Cisminin kabalığı, resmini bile uygunsuz kılıyor.
iSTANBUL ERKEKLERi: Dünya sanki bir kitap, istanbul da onun fihristi. Bazen insan harmanı yapıldı burada, bu yüzden her cinsin tohumu var. Bütün dilberlerin bukalemun gibi renk değiştirmesinin sebebi de işte bu. Uykulu tavırlı, edalı, güler yüzlü, tatlı seslidirler. Kadın gibi, bilmem ne gibi kırıtarak yürürler. Nazik boyu ince bir fidanı, yanağı ve yüzü sonbahar yaprağını andırır.
Güzelleri birbirine benzemez, üstelik renkleri de değişiktir ama hepsi naz ve niyaz ehli, aydınlık çehrelidir. Naz ve sitemde üstat, cevir ve cefa etmeye alışıktırlar. Ona Karun kadar mal harcasan, ne kadar sihirler, füsunlar yapsan, ciğerini önüne koysan, bin bir vade ile kucağa gelir ama yine de göğsünü kırar geçirir. Kimi hafız, kimi molla, kimi şair, kimi de seçkinin de seçkini.
RUM ERKEKLERi: Sanki aleme bir güzellik zerresi düştü, Rum milletine ise güzelliğin kubbesi verildi. Kadını da oğlanı da güzel, her biri birer afet. Yosma yürüyüşlü, şuh edalıdır hepsi. Ermenilerin yumuşaklığına, Yahudilerin miskinliğine onlarda rastlanmaz. Galata meyhanelerindeki çocuklar, en iyi insanı bile yolundan çıkartır.
ERMENi ERKEKLERi: Yüzlerinin ifadesi hummalıdır ama güzellikleri Rum gibi olmaz. Nazik huylu Serkis. Vücudu nazik, boyu ince uzun, bacak kılları az ama şehveti kışkırtmıyor. Bedeni vahşi görünüyor. Kılları samur gibi. Karakış için iyi bir güzel; onu kışın kullanmak için sakla. Göğsü bir kıl tarlası, her kılı bir eşek lalesi.
YAHUDi ERKEKLERi: Çehreleri ak olur, kırmızı yüzlüleri, esmerleri azdır. Güzellikte ufukların en şuhu bile olsa, başı kel olanı neyleyeyim? işte Yahudi’nin başı kel, yüzü sarı. Bu, onun soyundan geliyor. Bedeni ve yüzü beyaz. Katı gönüllü, her millete düşman olmuşlar..
ÇiNGENE ERKEKLERi: Dilberleri hoşça, yüzleri esmerdir. Musiki onlara Allah vergisidir. Hareketleri anlamlı ve ölçülüdür. Sesleri nazik ve gevrek, sözleri şerbetten lezzetlidir. Onlarla gizlice “alışveriş” yapmak mümkündür. Birçok bahaneyle kapıya gelirler.
başlık altında, haliyle, az bir kısmından az bir alıntı yapılabilen metinlerdir.
osmanlıcılar ne diyor bu işe? işte gördüğünüz gibi "yalaaan, bunlar sahte evrak, montaajj" filan diyemiyorlar... "osmanlı'yı kötülemek için hebele hübele" diye saçmalıyorlar.
gerçek bu! işine gelmiyorsa biz ne yapalım? fatih sultan mehmet han'dan bir şiir takdim etsek?
hüsn ike cananlar içre can-ı canandur veyis
şerbet-i la'liyle dil derdine dermandur veyis
ağlamaz can bülbüli şimden girü feryad idüp
bağ-ı dilde hüsn ile bir verd-i handandur veyis
nica mamur olmasun dil mülki adl ü dad ile
bunca yıldur kim gönül tahtında sultandur veyis
eşk-i çeşmüni şerab bağrunı eyle kebab
ey dil-i aşüfte çün bir gice mihmandur veyis
avniya çün devlet el virdi ki mihman oldı yar
fursatı fevt itme kim bin cana erzandur veyis
işte osmanlıcan türkçe'ye geçtiğimizin yani harf devriminin etkileri bunlar. osmanlı zamanında oğlan evlenmemis kıza denirdi.
yani "kız oğlan kız" lafı da oradan gelmektedir.
şiirlerde ve divanda anlatılan olay da budur. ama bizim şimdiki lisanımızda oğlan ibne anlamına geldiği içim buldumcular "hahha bak osmanlıda da ibnelik varmış" derler..
ibnelik yapmanın lüzumu yok. iyi araştırılıp öyle konuşulmalı...
ibnelik her devirde vardı ve var olacak ama önemli olan şimdiki zamanın ibnelerinin yaptığı gibi " osmanlıda da varmış" deyip ibneliği meşrulaştırmamaktır.
kimi budalanın kendisine yutturulan "osmanlı'da kıza oğlan derlerdi" yalanıyla örtmeye çalıştığı, bir de bu vesileyle harf devrimine laf attığı metinlerdir.
ey ahmak, eğer kıza "oğlan" diyorlarsa, oğlana ne diyorlardı? hadi bunu geçelim... işte metinler yukarıda... isteyen sözkonusu ahmağın iddiasını doğru kabul ederek okusun, bakalım ne değişecek?
bu arada "veyis" osmanlı'da kız ismiydi değil mi?... olmadı, yavuz sultan selim'in şu beyitini verelim:
ben yatam layık mı ol karşımda ayağın dura,
serv-i nazıma deyin ben öldükte namazım kılmasın
"ben yatayım o ayakta dursun razı olamam. nazlı sevgilime deyin ki öldüğümde namazımı kılmasın"
bak işte içinde "oğlan" filan geçmiyor!.. tabi "osmanlı döneminde feministler çoktu, şimdi yaptıkları gibi, erkekleri itekleyip en ön safta cenaze namazı kılarlardı" diyorsan bilemem...
kızlara oğlan dendiği iddiaları yalan ama gözünüzün önündeki metinleri öyle bir inkar ediyorlar ki sanırsın kızlara oğlan denilmiş olsa mesele kalmayacak! hayır, bu ahmaklar böyle yalanlara inanmakla kendi akıllarına hakaret etmekle yetinmiyor, şurada herkesin aklına da hakaret ediyorlar!
al sana içinde "oğlan" kelimesi geçmeyen bir fatih şiiri daha:
bağlamaz firdevse gönlüni galata yı gören
(galata yı gören gönlünü firdevs denilen cennete bile bağlamaz. )
servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören.
(o selvi boylu sevgiliyi gören artık başka bir selvinin adını anmaz. )
bir firengi şivelü isayı gördüm anda kim
(orada isa gibi, frenk şiveli olan bir sevgili gördüm. )
lebleri dirisidür der idi isayı gören
(dudaklarının insana verdiği canlılık ve dirilik isanınkine benzemektedir. )
bir firengi kâfir olduğun bilürdi avniyâ
(avni, senin bir frenk kafiri olduğunu bilirdi. )
belün ü boynunda zünnar ü çelipayı gören.
(belindeki zünnarı (keşişlerin taktığı ipten kemer) ve boynundaki haçı görünce )
şimdi de çıkıp derler ki "göz koyduğu rahibe olsa gerektir"!... yahu zünnarı erkekler takar, kadınlar değil!...
Osmanlida da vardi osmanlidan once de vardi osmanlidan sonra da var ipnelik. Misal gunumuz turkiyesini ele alalim. Kizlarin ucuzlugu ve kalitesizligi...
millet gay olmaktan bahsediyor la sokakta. Nereye gidiyor bu genclik.
Osmanlida da vardi osmanlidan once de vardi osmanlidan sonra da var ipnelik. Misal gunumuz turkiyesini ele alalim. Kizlarin ucuzlugu ve kalitesizligi...
millet gay olmaktan bahsediyor la sokakta. Nereye gidiyor bu genclik.
kimi arsızın "fuzuli'nin bir nefesi üzerine" diye saçmalayarak, sadece fuzuli'nin yazdığı ve iddiasına göre farklı yorumlanabilecek bir metinden ibaretmiş gibi göstermeye çalıştığı metinlerdir.
yahu şunca örnek verdik... yetmezse daha da veririz... iki dakika delikanlı olun da verdiğimiz örnekler neden olmuyormuş onu bir izah ediverin. işte yukarıda fatih'in yazdıkları da var, yavuz selim'in yazdığı da.. buyurun bizim yaptığımızdan farklı yorumlayın da anlayalım o zaman...
bak canimi sikan tek nokta su: osmanli'daki escinsel guruhu elestiren zihniyetle gunumuzde homofobik insanlara karsi dusman olan ve lgbti bireylerin de hayatin her yerinde olmasi gerektigini dusunen insanlarin ayni kisiler olmasi.
ne yani serefsiz dolleri, osmanli imparatorluk degil miydi? turkiye'de escinsel oluyor da hayvan gibi imparatorlukta olmasin mi?
riyakarlik esittir bu zihniyet iste. ustelik bu zihniyet de kendini ataturkcu falan saniyor. atamin adina yazik vallahi de billahi de.
kimi küfürbazın "osmanlı imparatorluktu, eşcinseli neden olmasın?" diye babalanmasına vesile olan metinlerdir...
o kadar basit değil mi? değil işte... osmanlı'da eşcinsellik (daha çok biseksüellik şeklinde) şimdiye göre çok ama çok daha yaygındı. o kadar normal karşılanıyordu ki bugün devlet ve edebiyat çevrelerinde yazılması düşünülemeyecek metinler açıkça yazılabiliyordu görüleceği üzere...
eşcinsel ilişkilerin osmanlı toplumunda normal kabul edilmesinin nedeni ise, kadınlara uygulanan baskıların yanısıra, hanefi fıkhıdır. hanefi fıkhına göre eşcinsellik ancak azarlanmayı gerektiren bir kabahattır. oysa aynı dönemde avrupa'da yakılarak veya işkenceyle öldürülmeyi gerektiren bir suç olarak görülüyordu. tabi ki hanefi fıkhının böyle insancıl bir yaklaşım göstermiş olmasına bir itirazımız yoktur. derdimiz başka..
değerli tarihçimiz prof. dr. mustafa akdağ, "Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası" adlı eserinde, mühimme defterlerinden ve mahkeme kayıtlarından çok sayıda örnek vererek, celali isyanlarının açılışı olan ve kamuoyumuzda pek bilinmeyen suhte (medrese mollası) isyanlarını ele alır. tarihçimizi şaşırtan durum şudur: suhteler köy basıp "oğlan çekmeyi" ve de kendi aralarında eşcinsel ilişkiler yaşamayı alışkanlık haline getirdikleri halde, dönemin osmanlı alimlerinin bunların yaptıklarına tek kelime itirazı yoktur!.. hocamız, kadın erkek arasındaki en küçük bir yakınlaşmada ortalığı ayağa kaldıran, kadınların giysilerine karışmayı iş edinen malum zevatın, bunca ahlaksızlık ve zulüm karşısında sessiz kalmasından acı acı yakınır!...
daha ne anlatayım? yabancı elçilerin konuk oldukları bey konaklarında kendilerine güzellik olsun diye oğlan oynatılması karşısında nasıl utandıklarını mı? evliya çelebi'nin anlattığı 4. murat dönemindeki esnaf alayı içindeki bazı "esnafları" mı? devletin bunları defter edip vergi almasını mı? cevdet paşa'nın "oğlanlarımızdan utanmayı frenklerden öğrendik" demesini mi? fatih'in veziri, meşhur şair ahmet paşa'nın fatih'in gözdelerinden (oğlan) birine göz koyunca başına gelenleri mi? yeniçerilerin civeleklerini mi? katip çelebi'nin yazdıklarını mı? naima'nın yazdıklarını mı?
söyletmeyin insanı...
bunları gündeme getirmemizin sebebi, kimilerinin savunduğu şeriat düzeninin hiç de umdukları sonuçları vermediğini cümle aleme gösterebilmektir.