Osmanlı Devleti Anadolu'ya ne bırakmıştı? 600 yıllık Osmanlı Anadolusuna bırakın bir köprü yapmayı, birdaha dönmemek üzere askerden başka birşey almamıştı... Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam kitabında bunu çok güzel özetler:
..... (Anadolu'nun içlerinde) köyler görürsünüz ki, insanlar yerin altında yaşarlar. Jeolojik devirlerin biriktirdiği eski yanardağ küllerini, tarih öncesi kazmaların eşi olan aletlerle delebilen insan, bir tepenin altında kendisine dam, oda, ahır, samanlık kovukları oymuştur. Bu kovukların içinde ağır, fakat daima serin bir hava bulursunuz. Testiler, küpler, kilimler, kaplar için duvarların içerisinde ayrı ayrı yerler oyulmuştur. Tepenin altını dolduran bu yeraltı evlerinin, bu mağara konutlarının bazen birinden diğerine geçilir. Havaya açılan deliklerden içeriye loş bir ışık sızan bu yeraltı dehlizlerinde, tarih öncesinin devrinin mağara adamı gibi dolaşırsınız.
- Acaba hangi devirde, nerede yaşıyorum? dersiniz.
Her şey sizden ayrı, her şey size yabancıdır. Bu alem sanki başka bir gezegenden kopmuştur. Başka bir çağdan arta kalmıştır. Toprağında çalı bile bitmeyen bu ölmüş dünya kabuğu üstünde öküzler, inekler, eşekler, ancak keçi kadardırlar. Dağda adına ekin denilen şey, ancak nasırlı ellerle yolunabilen, sıska, dağınık bir şeydir. "insanlarla hayvanlar bu kavruk bitkiden nasiplerini nasıl çıkarırlar?" diye düşünürsünüz. Tıpkı karataşlar gibi kavruk, tıpkı karataşlar gibi yüzyılların soğuğunda, sıcağında kuruya kuruya adına güzellik denilen hayatiyeti tamamen unutmuş mihnetli bir insan varlığı sizde acı düşünceler uyandırır.
Gençleri ise, işte bu hayatı korumak için ve işte bu dünya nimetlerinin hakkını ödemek için yabancı cephelere götürülmüşlerdir. Bu mağaralarda kalanlar, o gidenlerin, hatta gittikleri memleketlerin isimlerini bile beceremezler:
- Hasan kaliçadaymış (galiçya'da)... Mehmet arap içine gitti...
- Neresi bu arap içi?
- Bilmeyik ki... aha buradan iki aylık yolmuş..!
Fakat jandarma, zaman zaman bu mağaralar alemine uğrar. Ya kaliçaya, ya arap içine yeni yeni askerler çağırır. Yahut köye, koynunda buruşmuş birtakım sarı kağıtlar bırakır. Bunlar, gidenlerden geri dönmeyecek olanların haberidir... Herkes bu sarı kağıtlarda adı çıkanların kovuklarına üşüşür. Buralarda ağlamak bile, ürkek, tıkanık, doyurmayan, içi boşaltmayan bir şeydir.
Yalnız kalınca toprak sedirin üzerine uzanırsınız. Sırtınızda bir mezar serinliğinin ürpertileri dolaşır. Yaşarken gömüldüğünüz bu mezar içinde bir şey düşünmeye çalışırsınız:
- Peki ama, biz bin yıl önce girdiğimiz şu anadolu topraklarına ne verdik?
Selçuklular, Anadolu beylikleri, son imparatorluk hayalinizde canlanır. Basra Körfezi'nden Viyana’ya, Habeşistan'dan Hazar Denizi'ne kadar uzanan sahada geçen ve sizi bütün çocukluk hayallerinizle o kadar sarhoş eden şeyler, fetihler, istilalar, şanlar, alaylar; sarayların, vezirlerin hikayeleri gök yakuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler?
- Peki ama, bu yayla ki imparatorluğun hem temeli, hem mihveriydi. Bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. Burası kan ve can hazinesiydi. Buraya ne bıraktık? Birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı?
Özellikle yıkılmasına yakın dönemlerde aydınlarında ciddi bir Fransız hayranlığı görüşen Türkiye Cumhuriyeti'nin selefi devlettir. Aydınlarımızın Fransız hayranlığı nedeniyle bugün dilimizde pek çok Fransızca kelime bulunmaktadır.
kurulus ve yukselme devrine kadar turkler devlet kademelerinde ağam paşam konumundalardı.
ozellikle fatih doneminden itibaren devlet kademeleri devsirmelerle dolmustur. bu tarihten sonra ise turkler baris donemlerinde anadolu da tarla surmus vergi vermis, savas doneminde ise en onde sehit olmustur. sorarlarsa osmanli devleti turk devletiydi dersiniz.
tum ameleligi cefakar anadolu halkı cekerken devletin sarayını parasını mevkisini devsirmeler kullanmistir.
asırlarca yan gelip yatmış devlettir. ta ki atatürk gelip kıçına tekmeyi vurana kadar. günümüz iktidarı da öyle işte. duayla, şükürle milleti ayakta uyutuyorlar. üretim yok, ekonomi bitik.
Osmanlı imparatorlarının, Balkan ve Slav güzellerinden çocuklar yapması muhteşem bir hadisedir. Sürekli ve farklı ırklarla karışan hanedanın kanı tazelenip, yenilenmesi sayesinde doğan şehzadeler kan yapısı bakımından sağlıklı ve sağlam oluyorlardı. Avrupa'da süren savaşlar boyunca Habsburg Hanedanı, Hanedan içi evliliklere yönelerek hanedanın kan yapısı tazelenmediği için doğan hanedan üyelerinde kan hastalıkları çok görülmekteydi. ikinci olarak ise Balkan ve Kuzey ve Doğu Avrupa'dan alınan gayrimüslim köleler fiziki ve fenotipik bakımdan dayanıklı, diri ve iyi bir vücuda, narin ve hoş güzelliğe sahip kızlardı. Bu kölelerden yapılan çocuklar fiziki ve fenotipik bakımdan güzel-yakışıklı fenotipe ve dayanıklı fiziki şemallere sahip oluyorlar idiler. Üçüncü olarak ise hanedan bu alelade köleleri karıları yaparak kendi hanedanlarına karşı bir aile güç odağı oluşturmamaktadıydılar. Eğer Müslüman veyahut Hristiyan bir aileden bir kadınla evlenirlerse bu evlilik sebebiyle aile hanedana akraba bağıyla bağlandığı için, bu evlilik ailenin güçlenmesine sebebiyet verecektir lakin Fatih kendi döneminden itibaren mutlak iktidar gücü ve hakimiyeti sadece padişahın elinde bulundurmak için iktidarın güç odağına yerleşmiş bütün aileleri ya dejenere etmiştir ya da topyekun yok etmiştir. Kısacası hanedanının gayrimüslim kadınlarla evliliği sayesinde hem hanedan kan bakımından temiz, fiziki şemal bakımından sağlam, siyasi bakımdan ise "aşırı merkeziyetçilik" politikalarına zelal getirmeyen bir hadisedir.
Tarihçi Abdul Raouf'a göre, Osmanlılar çöküş dönemine girdikten sonra hilafet ve halife unvanına önem vermeye başlamışlardır. Osmanlı padişahları Abdülaziz (1861-76) döneminden itibaren "Halife" unvanını kullanmış, ama bu başka sorunlar ve tartışmalara neden olmuştur. islami kaynaklara göre hilafelik sadece Arap Kureyş oymağının hakkıdır ve halifeler Arap-Kureyş soyundan olmalıdır. Türk olan Osmanlı hakanlarının halife unvanı kullanmaları Araplar arasında bir ulusçuluk ve bölücülüğün oluşmasına neden olmuş, Arap bilginler hilafetin tekrar araplaşması gerektiğini savunmuştur. I. Abdülmecid (1839-1861) yönetimi Bilad-ı Şam (Çağdaş Suriye, Lübnan ve Filistin) bölgesinde dini sorunlar, ve ayaklanmalar ile geçmiş, I. Abdülmecid reformlarından dolayı Bilad-ı Şam müslümanları tarafından hain ilan edilmiştir. 1860 yılında Bilad-ı Şam'ı gezen isabel Burton Araplar ve Türklerin birbirinden nefret ettiklerini yazmıştır. II. Abdülhamit döneminde Araplar açık açık Türklerin hilafeti Araplardan çaldığını, Araplardan başka hiç bir ulusun hilafet / halifelik üzeri hakkı olmadığını iddia etmişlerdir. (s.47-49) Araplara göre Tatar (Asya) yurdundan çıkmış Osmanlıların halife unvanını kullanmaya hakları yoktu. (s.51) Hatta Osmanlı hakanları aşağalamak için, padişahlar tarafından kullanılan "Han" unvanının Türkçe değil, Arapça olan "Hâne" (ihanet etmek) sözcüğünden çıktığını iddia etmişlerdir. (s.51-52)
▪︎ Kaynak;
Lübnanlı Tarihçi Dr. Abdul Raouf Sinno, "Osmanlı'nın Sancılı Yıllarında Araplar, Kürtler, Arnavutlar", Çev; Ahsen Batur, Selenge Yayınları, istanbul 2011.
sancağa şehzade gönderilmemesi,gülam sisteminin bozulmazı yeniliğe açık olmaması vb.şeyler yıkılmasının sebebidir.zaman zaman zor dönemler geçirmiş zaman zaman da çok iyi dönemler geçirmistir baştaki padişahın yönetimine bağlı olarak.
avrupa'da müslümanlığın türklükle eş anlam olarak kullanılmasını sağlayan yüce türk devleti. bakmayın siz bu batıcı ecnebi hayranlarının bok atmasına. onlar ingiliz devletini, alman devletini, amerikan devletini överler sabah akşam.
kuruluş, yükselme ve duraklama dönemleri iyi anlaşılmalı. kuruluş döneminde bizans ile iş tutup diğer beyliklere dalmış, anadolu'ya gelen konar göçer türkleri başından rumeli ve kıbrıs'a savmıştır. bu, iskan politikası adıyla yutturulur. yülselme devrinde fatih, kanuni ve yavuz göz önüne alınırsa güçlü bir devlet olduğu görülür. öyledirde, fakat tarihimizin yüzkarası kardeş katli en çok bu dönemde yaşanmıştır. duraklama ve çöküş dönemlerineyse diyecek laf çok. dünya akla, ulusçuluğa, sanayiye ve bilime yönelmişken hepsinin tersini yapmıştır osmanlı.
Osmanlı devleti gerçekte lepanto ( 1571 ) deniz savaşı ile yıkılmıştır. Bu savaş ile donanmasını kaybeden osmanlı 30 sene sonra çanakkale'den dışarı çıkamaz olmuş. Ekonomisi yerle bir olan devlet. Ağır ekonomik buhranlar sonucu ( sebebi mısır ile ticari bağı kopan devlet tüm gümrük vergi ve rusmundan olmuştur) kitlesel halk ayaklanmaları ile karşı karşıya kalmış ( celali isyanları. Bunun tek sebebi multezim sistemidir. Yok olan gümrük vergisinin yerine bütçe açığını gidermek için icat edilen sistem ). Dönemin büyük keşifler ve icadlar çağını kaçırmıştır. Osmanlı ancak 1695 yılında koyun adaları deniz savaşı ile yeniden akdenize çıksa da eski deniz gücüne gelememiştir. 1571 den yıkılışına kadar geçen süre osmanlı'nın can çekişmesidir. Osmanlı sanıldığı kadar da imrenilecek bir yapı değildir. Tarihinde ll mohaç, kartalovasi savası, ll balkan savaşı gibi yüz kızartıcı yenilgiler vardır. Osmanli 'nın kaderinin yazıldığı esas hadise ise genç osman olayıdır. ll osman başarsaydı avrupa tarihi yeniden yazılırdı.