Osmanlı imparatorlarının, Balkan ve Slav güzellerinden çocuklar yapması muhteşem bir hadisedir. Sürekli ve farklı ırklarla karışan hanedanın kanı tazelenip, yenilenmesi sayesinde doğan şehzadeler kan yapısı bakımından sağlıklı ve sağlam oluyorlardı. Avrupa'da süren savaşlar boyunca Habsburg Hanedanı, Hanedan içi evliliklere yönelerek hanedanın kan yapısı tazelenmediği için doğan hanedan üyelerinde kan hastalıkları çok görülmekteydi. ikinci olarak ise Balkan ve Kuzey ve Doğu Avrupa'dan alınan gayrimüslim köleler fiziki ve fenotipik bakımdan dayanıklı, diri ve iyi bir vücuda, narin ve hoş güzelliğe sahip kızlardı. Bu kölelerden yapılan çocuklar fiziki ve fenotipik bakımdan güzel-yakışıklı fenotipe ve dayanıklı fiziki şemallere sahip oluyorlar idiler. Üçüncü olarak ise hanedan bu alelade köleleri karıları yaparak kendi hanedanlarına karşı bir aile güç odağı oluşturmamaktadıydılar. Eğer Müslüman veyahut Hristiyan bir aileden bir kadınla evlenirlerse bu evlilik sebebiyle aile hanedana akraba bağıyla bağlandığı için, bu evlilik ailenin güçlenmesine sebebiyet verecektir lakin Fatih kendi döneminden itibaren mutlak iktidar gücü ve hakimiyeti sadece padişahın elinde bulundurmak için iktidarın güç odağına yerleşmiş bütün aileleri ya dejenere etmiştir ya da topyekun yok etmiştir. Kısacası hanedanının gayrimüslim kadınlarla evliliği sayesinde hem hanedan kan bakımından temiz, fiziki şemal bakımından sağlam, siyasi bakımdan ise "aşırı merkeziyetçilik" politikalarına zelal getirmeyen bir hadisedir.
asırlarca yan gelip yatmış devlettir. ta ki atatürk gelip kıçına tekmeyi vurana kadar. günümüz iktidarı da öyle işte. duayla, şükürle milleti ayakta uyutuyorlar. üretim yok, ekonomi bitik.
kurulus ve yukselme devrine kadar turkler devlet kademelerinde ağam paşam konumundalardı.
ozellikle fatih doneminden itibaren devlet kademeleri devsirmelerle dolmustur. bu tarihten sonra ise turkler baris donemlerinde anadolu da tarla surmus vergi vermis, savas doneminde ise en onde sehit olmustur. sorarlarsa osmanli devleti turk devletiydi dersiniz.
tum ameleligi cefakar anadolu halkı cekerken devletin sarayını parasını mevkisini devsirmeler kullanmistir.
Özellikle yıkılmasına yakın dönemlerde aydınlarında ciddi bir Fransız hayranlığı görüşen Türkiye Cumhuriyeti'nin selefi devlettir. Aydınlarımızın Fransız hayranlığı nedeniyle bugün dilimizde pek çok Fransızca kelime bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti Anadolu'ya ne bırakmıştı? 600 yıllık Osmanlı Anadolusuna bırakın bir köprü yapmayı, birdaha dönmemek üzere askerden başka birşey almamıştı... Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam kitabında bunu çok güzel özetler:
..... (Anadolu'nun içlerinde) köyler görürsünüz ki, insanlar yerin altında yaşarlar. Jeolojik devirlerin biriktirdiği eski yanardağ küllerini, tarih öncesi kazmaların eşi olan aletlerle delebilen insan, bir tepenin altında kendisine dam, oda, ahır, samanlık kovukları oymuştur. Bu kovukların içinde ağır, fakat daima serin bir hava bulursunuz. Testiler, küpler, kilimler, kaplar için duvarların içerisinde ayrı ayrı yerler oyulmuştur. Tepenin altını dolduran bu yeraltı evlerinin, bu mağara konutlarının bazen birinden diğerine geçilir. Havaya açılan deliklerden içeriye loş bir ışık sızan bu yeraltı dehlizlerinde, tarih öncesinin devrinin mağara adamı gibi dolaşırsınız.
- Acaba hangi devirde, nerede yaşıyorum? dersiniz.
Her şey sizden ayrı, her şey size yabancıdır. Bu alem sanki başka bir gezegenden kopmuştur. Başka bir çağdan arta kalmıştır. Toprağında çalı bile bitmeyen bu ölmüş dünya kabuğu üstünde öküzler, inekler, eşekler, ancak keçi kadardırlar. Dağda adına ekin denilen şey, ancak nasırlı ellerle yolunabilen, sıska, dağınık bir şeydir. "insanlarla hayvanlar bu kavruk bitkiden nasiplerini nasıl çıkarırlar?" diye düşünürsünüz. Tıpkı karataşlar gibi kavruk, tıpkı karataşlar gibi yüzyılların soğuğunda, sıcağında kuruya kuruya adına güzellik denilen hayatiyeti tamamen unutmuş mihnetli bir insan varlığı sizde acı düşünceler uyandırır.
Gençleri ise, işte bu hayatı korumak için ve işte bu dünya nimetlerinin hakkını ödemek için yabancı cephelere götürülmüşlerdir. Bu mağaralarda kalanlar, o gidenlerin, hatta gittikleri memleketlerin isimlerini bile beceremezler:
- Hasan kaliçadaymış (galiçya'da)... Mehmet arap içine gitti...
- Neresi bu arap içi?
- Bilmeyik ki... aha buradan iki aylık yolmuş..!
Fakat jandarma, zaman zaman bu mağaralar alemine uğrar. Ya kaliçaya, ya arap içine yeni yeni askerler çağırır. Yahut köye, koynunda buruşmuş birtakım sarı kağıtlar bırakır. Bunlar, gidenlerden geri dönmeyecek olanların haberidir... Herkes bu sarı kağıtlarda adı çıkanların kovuklarına üşüşür. Buralarda ağlamak bile, ürkek, tıkanık, doyurmayan, içi boşaltmayan bir şeydir.
Yalnız kalınca toprak sedirin üzerine uzanırsınız. Sırtınızda bir mezar serinliğinin ürpertileri dolaşır. Yaşarken gömüldüğünüz bu mezar içinde bir şey düşünmeye çalışırsınız:
- Peki ama, biz bin yıl önce girdiğimiz şu anadolu topraklarına ne verdik?
Selçuklular, Anadolu beylikleri, son imparatorluk hayalinizde canlanır. Basra Körfezi'nden Viyana’ya, Habeşistan'dan Hazar Denizi'ne kadar uzanan sahada geçen ve sizi bütün çocukluk hayallerinizle o kadar sarhoş eden şeyler, fetihler, istilalar, şanlar, alaylar; sarayların, vezirlerin hikayeleri gök yakuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler?
- Peki ama, bu yayla ki imparatorluğun hem temeli, hem mihveriydi. Bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. Burası kan ve can hazinesiydi. Buraya ne bıraktık? Birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı?
yeniçeri, yeni osmanlılar, jön türkler ve ittihat ve terakki nin yaptıkları darbelerle çökmüş imparatorluk.
osmanlının çöküşünü matbaaya falan indirgemek çok komik ve cahilce. asırlardır darbeyle tahtan indirilip yerine başka padişah getiren darbeciler yüzüne gitti imparatorluk.
psikolojik harp unsuru olarak eşi ve benzeri olman taktikleri vardır.
bunlardan birincisi mehter takımıdır. günümüzdeki iki ileri bir geri, ceddin deden vb şeyler tamamen ittihatçıların uydurmasıdır.
mehter takımı iki birlikten oluşur. ilk birlik askere moral desteği sunarken ikinci birlik ise düşmana psikolojik harp düzenlemiştir. ikinci birlik en korkutucu sesler çıkaran bir çok müzik aletleri kullanılmıştır. bu birlikteki davulcuların çıkardıkları ses o kadar yüksek korkutucu olmuş ki düşman askeri insanla değilde şeytanla savaşıyormuş gibi özgüvenlerini kaybetmişlerdir.
aynı taktik 2.dünya savaşında naziler tarafından kullanılmıştır. savaşın sonlarına doğru nazi piyadelerinin kullandığı stg 44 adlı tüfek bilerek çok yüksek ateş sesi çıkarması için özel düzenek kullanılmış. her ateş sesiyle müttefiklere korku salmış. alman tankları olan panzerlerde yine yüksek ve korkutucu sesler çıkartması için özel mekanikler eklenmiş. savaşta moral çok önemlidir.
osmanlının ikinci olarak kullandığı psikolojik harp taktiği de deliler birliğidir. bu deliler birliği ilk zamanlar ülkedeki akıl hastalarından seçilirdi. böyle korkusuz askerler düşmana ölümüne saldırır onları kokuturlardı. bu birlik aslında imha birliğidir. hem ülkedeki akıl hastalarından kurtulmak hemde düşmana saldırıp psikolojilerini bozup morallerini bozmak için kurulmuştur. zamanla ülkede akıl hastası sayısı birlik kurmak için yeterli olamayınca(her savaşta zayiat verirdi) lağvedilip yerine başka birlik kurulmuştur. bu birlikte deliler birliğine alternatif olarak kurulmuştur. kurulan birliğe yetim ve öksüzlerden oluşan erkekler seçilirdi. bu birlik kartal kanatları takarlardı, aslan, kaplan veya başka yırtıcı hayvanın kafalarını başlarının üstüne koyarlardı , korkutucu olmaları için özen gösterilmiş. (leh hussarlar aslında deliler birliğinin çakmasıdır.) seçilen bu birliğe afyon verilerek korkusuz bir intihar birliği oluşturulurdu. savaşta ilk saldıran birlik olduğundan düşmanın moral yapısını bozarlardı.
aynı taktik daha öncede haşhaşiler tarafından kullanılmıştı. müritlere verilen afyon ve onları beyin yıkama odası denilen odada beyinleri yıkayıp ölüme gönderirlerdi.
psikolojik harp çoğu savaşın kazanılmasında faydalı olmuşlardır.
Fitne ve fesatlık ile yıkılmıştır. Tarihte ne kadar çok devlet yıkılmışsa bu içerdeki hainlerin baskısıyla ve adaletin tecelli etmemesiyle olmuştur. Günümüzde de öyle olmaktadır.
Kösedağ savaşında (bkz: Selçuklu-Moğalistan) Selçuklu vs... Boşverin hepiniz Diriliş'i izlediniz. Ertuğrul oğlu Osman'dan başlayarak ilk 7 padişah hep yayılmacılığa oynar. Ta ki 8. ye kadar. (bkz: II. Beyazıd) daha çok din adamıdır orda bir takım olaylar fln. Sonra Mısır fethedilir. Devletin ömrünün ortalarına gelindiğinde fitne fesatlar başlar, yavaş yavaş erimeye başlar Osman' ın yaktığı mum, sonra en büyük fesat ve fitnenin olduğu zaman başlar (son 6 padişah) . Sonra devlet çöker son. Bu hikayeyi Yavuz Bahadıroğlu'nun (bkz: Resimli Osmanlı Tarihi Kitabı) nı bitiren bir yazardan dinlediniz.
"Allah Büyüktür, Kayser Onun Peygamberidir." başlığı atmış Graphic, 1914'te. Büyük başlıkta ''Türkiye Kendi Ölüm Kararını Açıklıyor." yazılmış.
Henüz Dünya Savaşı'nın başında, nereden bildiler neticeyi? Kahin miydi ingilizler? Alttaki ünlü fotoğrafta ise şeyhülislâm, cihat ilân ediyor. Bu başlık atıldığı sırada Çanakkale'ye dayanmışlardı. Aslında neye dayanarak böyle bir başlık atılmıştı?
O yıl dünyada Müslüman nüfusu 270 milyondu. Bunun 100 milyonu ingiliz imparatorluğu'na bağlı tebaaydı. 20 milyonu, çoğu Afrika'da olmak üzere, Fransızlara bağlıydı. 20 milyonu ise Ruslara bağlıydı. Kalanlar arasında sadece 30 milyonluk Müslüman nüfus, Müslümanlar tarafından yönetiliyordu. (H. Strachan/WW1)
Aynı yıl Osmanlı nüfus sayımına göre bugünkü Türkiye sınırları içinde 13 milyon Müslüman sayılmıştı. Şu durumda kime karşı ve kimler için cihat ilân edilmişti?
Cihadı ilân edene bakınız... Bir şeyhülislâm... Halife dururken niye şeyhülislâm? Çünkü Osmanlı ailesi, yüzyıllar önce Hülagü Han'ın ortadan kaldırdığı fakat Mısır'da yaşatılmış sembolik halifeliği aldıktan sonra, halifenin dinî yetkilerini şeyhülislâma, siyasî yetkilerini sadrazama bırakmıştı. O halde halifenin kendisinin görevi neydi? O, aynı zamanda bir de sultandı ki böyle bir halifelik makamı, tarihte görülmemişti.
Oysa Abbasi Halifesi Biemrillah, siyasî yetkilerini Tuğrul Bey'e bırakmış, kendisi sadece din işleriyle uğramıştı. Yani din ve devlet işlerini ayırmıştı ki bu lâik düzen, sadece Selçuklular'da değil, Mısır'da Baybars döneminde de mevcuttu. Ancak Osmanlı hanedanı böyle yapmadı. Sultanlıkla halifeliği birleştirdi fakat yetkilerini dağıttı. Dikkat edilirse bu dönemden sonra Osmanlı imparatorluğu'nda toprak kayıpları başlar ve gerileme dönemine girilir.
Cihat ilânına, hâliyle Hindistan, Afganistan, Sudan, Mısır ve Zanzibar'daki Müslümanlardan sert tepkiler geldi. (Aynı gazete yazıyor) Suriye, Irak ve Arabistan Müslümanları, bilâkis ingilizlere katıldı.
O sırada Alman kayser, Arapların katılımını sağlamak için soyunu, Hz. Muhammed'e dayandırmıştı; fakat işe yaramadı. islâmi çevreler, bir Hristiyan'ı, islâm'ın halefliği olarak görmeyi reddetti. Yani gazete, bu sebepten Alman kayserle alay ediyordu.
işte ingilizler tüm bu hakikâtin farkındaydı. Kahin olmaya gerek yoktu.
Kuruluşunda tümüyle Türk özelliklerini taşıyan ama geliştikçe yabancı unsurların devlete girmesi ve bunların zamanla kademelerde yükselmesi sonucu Araplaşan ve bunu göğüslerinde bir nişan gibi taşıyan insanlarla hayatı idame ettirilern, türklere barbar, yobaz gözüyle bakılan, son zamanlarında "Türk müsün?" sorusuna "Estağfurullah" diye karşılık verilen, ekonomide rüşvetin hediye olarak görülmeye başlanmasıyla ve yolsuzlukların açıktan açığa yapılmasıyla, sarayda, orduda, ilmiyede ve kalemiyedeki çekişmelerin aşikarane yapılmasıyla batışa sürüklenen devlettir.
bu çağ dışı devletin türklere yaptığı zulmü atatürk sayesinde bıçak gibi kesmiştik.
gel gelelim atatürk nasıl koyduysa 100 yıl sonra akp aynısını yapmaya başladı.
hiç problem değil bir kurtuluş savaşı daha yaparız.