osmanlı da misyonerlik

entry2 galeri0
    1.
  1. özellikle osmanlı'nın son yıllarında devlet otoritesinin zayıflaması ile fırsat bulunarak yapılan çalışmalar bütünü.

    19. yüzyıl'da devletin iyice zayıflayıp "hasta adam" haline gelmesini fırsat bilen batı dünyası, osmanlı ile imzaladıkları her anlaşmaya daha rahat misyonerlik faaliyetleri sürdürebilmek için gerekli maddeleri de koydurmayı ihmal etmemiştir.

    1890 yılına ait bir kaynağa göre sadece anadolu'da misyonerlik faaliyetleri şu şekildedir.

    kilise: 108.

    kilise üyesi: 10.980.

    kayıtlı katılımcı: 43.698

    kaynak: american board of commission for foreign mission(abcfm)
    0 ...
  2. 2.
  3. Misyonerlik faaliyetleri Hıristiyanlığın doğuşuyla başlar. Bu dini yayma faaliyetleri misyonerliğin başlangıç safhasını oluşturmuştur. Yani misyonerlik Hıristiyanlığın örgütlü yayılım alanı olmuştur. “ Hıristiyanlığı dünyaya yaymak için çalışan kişilere misyoner, bu amaçla yürütülen çalışmalara misyonerlik denilmektedir. Kökeni Latince göndermek anlamına gelen ‘mittire fiiline dayandırılan mision kelimesi Fransızcadan Türkçeye geçmiştir.” Misyonerlik Hz. isa’dan sonra bu dini herkese yayma amacıyla yapılan bir faaliyet olarak nitelendirmektedir.
    Genel olarak Hıristiyan olmayan insanlara bu dini kazandırmak amacıyla kurulan her türlü kuruma “misyon”; bu düşünce uğrunda çalışan ve bunu dünyaya yaymaya çalışan kişilere ise “misyoner” adı verilir.
    ilk misyonerler Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Anadolu’ya Yunanistan’a ve Makedonya’ya kiliseler kurmuşlardır. Misyonerler ve yardımcıları sayesinde Hıristiyanlık önce Roma’ya, Roma’nın da Avrupa’ya hükmetmesi ile dünyaya yayılmıştır.
    Misyonerliği sadece din ile sınırlandırmamak gerekir. “ O oldukça geniş ve çok farklı amaçlara, imkânlara sahip bir teşkilattır.” Misyonerlik siyasetinden ekonomiye, sosyal ve idari alanlara kadar geniş bir sahada çalışmıştır. Hatta kurulu düzene karşı ihtilalın çıkmasına neden olabilirler. Roma bunun en güzel örneğidir.
    Osmanlı devletinin çok uluslu olması yani değişik etnik kökene ve inanca sahip insanların bir arada yaşaması misyonerlik faaliyetleri açısından uygun bir zemin oluşturmuştur. Osmanlı da azınlıklara tanınan haklar ve yabancılara tanınan kapitülasyonlar misyonerlik faaliyetlerini oluşmasına neden olmuştur.
    Avrupa hiçbir zaman Anadolu’nun kaybedilmesini kabullenememiştir. Dolayısıyla istanbul Avrupaların hep rüyasının süslemiştir. Bu nedenle Anadolu’nun yeniden Hıristiyanlaşması Orta Doğu’nun yani islam dünyasının hâkimiyet altına alınmaması için istanbul misyoner çalışmalarına merkez olmasına yol açmıştır. Bu nedenle “ABCFM’in faaliyetlerini özetleyen 1880 tarihli raporun ilk cümlesi şöyledir: Misyoner faaliyetleri için Türkiye Asya’nın anahtarıdır.” Sadece bu Amerika’nın misyonerleri için değil diğer misyonerler içinde geçerlidir. Katolik Rahip Paçifiko Türkleri Hıristiyanlığa davet için istanbul’a gelen ilk misyonerdir.
    imparatorluklar için azınlıklar her zaman büyük tehlike olmuştur. Osmanlı devletinde de bu tür sıkıntıların yaşanması gayet doğaldır. Osmanlı her ne kadar halkına eşit davranmışsa da yinede yaranamamıştır. Azınlıklar devleti içten içe kendi çıkarları doğrultusunda çökertmişlerdir. Çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı devletinde dine dayalı ayrılıkların yanında mezhepsel ayrılıklar da vardır. Ermeniler bu konunun en ilginç örneğidir. Hepsi Ermenice konuşmasına rağmen aynı mahallede oturmazlar, aynı okula gitmezlerdi. Ya da birbirlerine kız vermezlerdi. Böyle olunca her topluluk kendi örgütlenme yoluna gitmesine neden oldu bu da misyonerlik faaliyetlerinin hız kazanmasına yol açtı. Osmanlı devletinin 1299 yılında ki kuruluşundan buyana özellikle de nüfusunun doruk noktasında bulunduğu dönemlerde sınırları içerisinde yaşayan azınlıklar inançlarına, kökenlerine ve kültürlerine bakılmaksızın Osmanlı halkı olarak görülür ve büyük bir devletin sağlayabileceği bütün diğer olanaklardan mükemmel bir biçimde yararlanmışlardır. “Azınlıkları kullanmak bir devleti denetlemede adeta bir stratejidir.”
    Misyonerler Osmanlı da etkili olabilmek için Osmanlı’yı tanımaya çalıştılar. Bu çalışmalar neticesinde Osmanlı’nın en zayıf yönlerini azınlıklar ve kapitülasyonlar olduğunu belirlerdiler. Bu amaçla özellikle “Fransa’ya Osmanlı devleti tarafından ticari anlaşmalar olan ayrıcalıklar, yavaş yavaş kapitülasyon haline gelmiş ve 1740 yılında da daimi bir statüye bağlanmıştır.” Yine bu konuda Kanuni’nin Fransa üzerindeki düşünceleri ise şöyle idi. “ Kanuni açısından Fransa, Hapsburgların gücünü kurmanın anahtarı demekti.”
    Değişik etnik köken ve dini inanca sahip unsurların bir arada yaşadığı geniş topraklara sahip olan Osmanlı devleti, misyonerlik faaliyetleri için uygun bir zemine sahipti. Zira azınlıklara tanınan geniş haklar yabancılara verilen kapitülasyonlar misyonerlerin faaliyetlerini kolaylaştıran faktörlerdi. Dünyanın önemli bir bölgesinde yer almasından dolayı Osmanlı toprakları en fazla göz dikilen yerler arasındaydı. Osmanlı’nın tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel zenginliklerinden yararlanmak, dolayısıyla bu toprakları ele geçirmek isteyen batılı büyük devletler misyonerlik faaliyetlerine büyük destekler vererek onlardan yararlanmaya çalışmışlardır.
    19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başları misyonerlik faaliyetlerinin en hızlı ve en parlak dönemidir. Bunun nedeni kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi ve misyonerlerin bu duruma hızlı bir şekilde uyum sağlamışlardır. işte bu nedenle Osmanlı topraklarında ki misyonerlik faaliyetlerini incelerken olayın dini yönü kadar siyasi, kültürel, ticari ve ekonomik boyutunu da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
    Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerle özellikle Kudüs, izmir ve istanbul gibi şehirleri merkez edindikleri dikkati çekmektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Osmanlı devletinde sürdürülen misyonerlik faaliyetlerinin bir amacı da kutsal yerleri bulmaya yöneliktir. Özellikle Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak esas gayedir. Nitekim Hz. isa’nın bu bölgede yaşamış olması ve haçlı seferleri sırasında pek çok asker ve komutanın bu topraklarda kalmış olması onların bölgeye olan ilgilerini artırıyordu. Bu konuda yapılan bir başka değerlendirmeye göre, Avrupa devletlerinin haçlı savaşları esnasında Müslümanlar karşısında yenilmeleri, onların Müslümanlara karşı misyonerlik faaliyetlerine ağırlık vermelerine sebep olmuştur.
    Osmanlı topraklarına gelip de faaliyet gösteren ilk misyonerler Katoliklerdir. Hıristiyanlığı yaymak hem de istanbul’daki azınlıkların eğitimi ile ilgilenmek amacıyla Osmanlı topraklarına gelen Fransız misyonerlerdir. Bunların bir diğer amacı da Bizans ve Roma kiliselerini birleştirmekti. Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren misyonerler ilk etapta Müslüman ve Yahudiler arasında fazla etkili olamadıklarını anlayınca Hıristiyan azınlıklar üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırdılar.
    ilginçtir “Osmanlı imparatorluğu’nda da misyonerlerin Ülkeye ayak basmalarıyla o ülkelerle olan ticari ilişkiler de hızla artmaya başlamıştır.” Misyonerler gittikleri yerlere ayrıca yeni buluşları da götürüp tanıtmaktadırlar doğal olarak. Bunlara dikiş makinesi, fotoğraf makinesi, gaz lambası ve tel çivi Osmanlı ülkesine getirmişleridir. Böylece Osmanlı’yı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmeye başlamışlardır.
    “Batılı devletler kapitülasyonlardan elde ettikleri imtiyazlara dayanarak istanbul tabası olan gayri Müslimler üzerinde bir himaye kurmaya veya onlar vasıtasıyla Osmanlının içişlerine müdahale hakkı kazanmaya çalışmışlardır.”
    Katolik misyonerlerin açtıkları okulların dışında ülkenin her yerine kurmuş oldukları hastane ve yetimhaneler de vardı. Bunun dışında istanbul ve izmir gibi merkezlerde yayınlanan çok sayıda Fransızca dergi ve gazeteyle çalışmalarını destekleyen misyonerlerin kültürel etkinlikleri dikkate değer konulardandır.
    Fransızlar gibi italyan misyonerleri de çoğunluğu istanbul olmak üzere Hatay, Beyrut, Derne, ve Trablusgarp gibi ülkenin değişik kesimlerinde okullar açmışlardır. italyan misyonerlerin amacı italyancayı öğretmek ve kendi kültürlerine yetiştirmek amaçlarını taşıyorlardı.
    ingiliz, Fransız ve Amerikan misyonerlik faaliyetleri kadar yaygın olmamakla beraber Alman misyonerleri de Osmanlı ülkesine geldiler. Bunlar daha çok Kudüs, Beyrut, izmir ve istanbul gibi merkezlerde açtıkları okullar sayesinde çalışmalarını sürdürdüler. Söz konusu okulların dini propagandadan ziyade Almanya’nın ekonomik ve kültürel nüfuzunun bölgede yayılmasını sağlamaya yönelik faaliyette bulundukları bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonlarında Türkiye'de faaliyette bulunan Alman misyonerlerinin sayısı 79 eğitim elemanı ve 791 rahip olmak üzere 890'dır. Ayrıca 7 çocuk yuvası, 17 ilkokul ve bir ortaokul ile iki hastane ve bir dispanserleri vardı.
    Osmanlı topraklarında açılan Katolik okulları arasında Avusturya okulları da oldukça önemlidir.
    Katolik misyonerlerinden başka Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren diğer Hıristiyan mezhebine mensup kişiler Protestanlardı bu misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki çalışmaları 1840’lardan itibaren hız kazanır. Tanzimat döneminde yayınlanan 1856 tarihli ıslahat fermanın getirdiği düşünce özgürlüğü prensibiyle tanınan mezhep değiştirebilme serbestliğinden en fazla yararlananlar Protestan misyonerleri oldu.
    “Fener patrikhanesi istanbul’un büyük Fatih’i tarafından yüksek adilane hürriyet sever bir gaye ile kurulmuştur.” Ancak patrikhane dini ve ruhani bir kurum olduğunu unutmuştur. Misyonerlik faaliyetleri açısından önemlidir. Çünkü Osmanlıyı yok etmek ve öç almak duygusuyla hareket eden bir kurum olmuştur. “Fener patrikhanesi bir taraftan Rumluk ve Yunanlılık fikrini canlı tutmaya gayret ederken, diğer taraftan da bu fikirlerin hedeflerine ulaşması amacıyla çalışacak Rumların lehine çaba sarf etmekteydi.”
    “Avrupalılar için medeniyet âlemi, Avrupa ve Amerikalılardan ibarettir. Bunların dışında kalan toplumlar hatta Hıristiyanlığı kabul etmiş olanlar bile bunların altında ezilmek zorundadır düşüncesi hâkimdir.”
    Osmanlı devletinin zayıflamasına paralel olarak yürütülen planlı çalışmalar sonunda dış devletlerin Osmanlı içinde ki Hıristiyanlar üzerlerindeki etkilerini artırmaya yönelik çalışmaları bilinen bir gerçektir. Yürütülen çalışmalar sonucunda Fransa ile Avusturya Katoliklerin, Rusya ise Ortodoksların hamisi olarak ortaya çıktı. Bu üç devlet 1840’tan sonra Lübnan ve Suriye’deki Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında meydana gelen olaylardan yararlanarak Katolik ve Ortodoksları himaye etme bahanesi ile müdahale de bulunarak nüfuzlarını kuvvetlendirmeye başladılar. ingiltere de kendi nüfuz alanını oluşturmak için Protestan topluluğu meydana getirecek faaliyetlerde bulundu. Bu konuda ki ilk girişimi 1842 de Kudüs’te bir Protestan kilisesinin açılmasıyla başladı. Bu kiliseye ingiltere, Almanya ve Amerika’dan Protestan misyonerleri gönderildi. Bölgedeki ingiliz konsoloslarının da desteklerin sayesinde misyonerler başka din ve mezhepteki unsurları Protestanlaştırmaya çalıştılar.
    Misyonerlik hayatı kucaklamaya, kendine göre yabancı diyarlardaki bu hayatı güzelleştirmeye, Hıristiyani bir anlama oturtmaya çalışan bir örgüt. Bu yüzden hayatın her sahasına el atar, nüfuz etmeye çalışır. Haliyle bu anlamda birçok kuruluş ve kuruma vücut verir.

    Osmanlı topraklarına gelen ilk misyonerlerin bir kısmı doktorlardır. Önceleri ülkenin her tarafında dolaşarak hekimlik yapılır. Zamanla güçlü klinik, hastane, dispanser vb hizmetlerle misyon merkezleri donatılır.
    Misyonerler eğitime çok önem verirler. Onların en temel çalışmaları bu yolla yürütülür. Eğitim hem ideallerin verildiği, aşılandığı hem de kültürel transformasyonun sindire sindire yapıldığı alandır. Halka da bu yolla nüfuz edilir. Gençliğe bu sayede el atılır. Ayrıca eğitim vasıtası ile Türklerin çalışmalarına devam edebilme imkanları da açıktır. Aslında misyonerler hayatın hiçbir safhasını ihmal etmezler. Bu yüzden laik dünyaya eğitim yoluyla el atmaları çok öncelere dayanır. Zaten yeni şartlara göre okullarını programlarını realize eder, gelişmeleri dikkate alarak yeniden hayata geçerler.
    En önemli Protestan kolejleri istanbul ve Beyrut gibi merkezlerde açılmıştır. Bunlardan 1863 yılında Cyrus Hamlin isimli bir misyoner tarafından istanbul da açılan Robert kolejin Bulgaristan’nın bağımsızlığını sağlayacak kadroların yetişmesinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Nitekim, kurulcuları, yöneticileri ve çoğu öğretim elemanı misyonerlerden meydana gelen bu kolejin 1863–1903 tarihleri arasındaki mezunlarının çoğunu Bulgar öğrenciler oluşturuyorlardı. Yine kolejin ilk Bulgar mezunlarından beşinin Bulgaristan da başbakanlık görevinde bulunduğu ve birinci dünya savaşından önce Bulgar kabinelerinden her birinde en az bir Robert kolej mezunun yer aldığı görülüyordu. Yüklü bir program uygulayan kolejde Almanca, Fransızca ve batı dilleri arasında başta Bulgarca ve Ermenice olmak üzere on beşe yakın değişik dilin öğretilmesi kolejin çok yönlü amaçlarını ortaya koyması açısından önemli bir husustur.
    Bulgaristan için çalışan Avrupalılar Türkiye misyonunda 1899 da on misyoner, on iki Amerikalı misyoner yardımcı ve 81 yerli yardımcı görev yapıyordu bölgedeki Protestan kiliselerinin sayısı ise on beşi bulmuştu. 1870-1880’li yıllar da istanbul’da misyonerlerin kurduğu matbaada yayınlanan eserlerin yarıya yakının Bulgarca olması bu konu üzerindeki çalışmaların ciddiyetini ortaya koymaktadır.
    “Yabancı okulların bir başka özelliği de son tahlilde batı yayılmacılığı işlevsel örgütlerinden başka bir şey olamayan misyoner örgütlenince kurulup işletilmiş olmalarıdır.” 19. yüzyılın sonunda Osmanlı imparatorluğunda ABD, Fransa, Almanya, ingiltere, Rusya italya ve Yunanistan okulları bulunuyordu.
    1830 yılında Türk Amerikan ilişkilerinin kurulması, 1839 yılında Tanzimat fermanın okunması, misyonerlerin faaliyetlerini hızlandırmalarına yol açan gelişmelerdir. Osmanlı imparatorluğundaki ilk Amerikan misyoner okulu 1824 yılında Beyrut’ta açıldı. Daha sonra bu misyoner okulları istanbul’a yayılmaya başladı. Amerikalı misyonerler istanbul’un yanı sıra izmir, Bursa ve Trabzon’da okullar açtılar. ilk aşamada yerel ermeni egemen çevrelerinin direnci ile karşılaşan bu okullar kısa süre içerisinde kendilerini kabul ettirmeyi başardılar. Amerikalı‘lar sadece eğitim alanında değil siyaset alanında da misyoner yetiştirmiştir. “ ABD’nin ilk başkanı George Wasington, adına Virgina’da özel bir tapınak yapılacak denli önemli bir masondu ilk mason başkandı.” Sadece bu konuda Amerikalılar değil ingilizler de çalışmalar da bulunmuşlardır. “Hempher, ingiliz Müstemlekeler nezâretinin emri ile, Mısr, Irâk, Îrân,
    Hicâz ve hilâfet merkezi olan istanbulda câsûsluk fe’âliyyetlerinde
    bulunmak, müslimânları aldatmak ve hıristiyanlığa hizmet için
    vazîfelendirilmiş bir ingiliz misyonerdir.”
    Amerikan misyoner eğitimin nitelik ve niceliğinde 1840’lardan itibaren kimi değişiklikler oldu. Bunun belli başlı nedenleri arasında şunlar sayılabilir: Yapısal bir değişim geçiren imparatorlukta her sınıftan insan eğitime olan gereksinimi artırıyordu. Diğer bir sebep ise Tanzimat fermanın getirdiği yeniliklerdir.
    Amerikan okullarının dikkate değer özelliklerinden birisi ders programları idi. Bu ders programlarının matematik, fen bilimleri, edebiyat, felsefe ve dil derslerinin yanı sıra ritmik sanatlara ve görsel çalışmalara oldukça önem vermesiydi. Aslında Amerika misyoner okulları Ermenilerin özellikle Protestan Ermenilerinin devamı niteliğindeydi.
    “Yabancı okulların çoğalmasında en önemli etken, kuşkusuz kendi çıkarlarına uygun şekilde yorumlayıp kullandıkları, imtiyazlar, kapitüler nitelikteki haklardır.” Kapitülasyonlar başlangıçtaki ticari amaçların dışına Osmanlı topraklarında bir takım haklar elde etmesiyle tam bir serbestlik içerisinde hareket etmeye başladılar. Zaten büyük devletler içerisinde mutlaka çok seslilik olacaktır. Ama bunun kötüye kullanılması devleti yıkılış sürecine sürükleyebilir. Osmanlı devletinde siyasi problemler hiçbir zaman eksik olmaz. Çünkü “Biz Müslümanlara Hıristiyan olmadıkça dünya yüzünde rahat ve huzur gösterilmemesi haçlılar tarafından kararlaştırılmıştır.”
    Misyonerlikle oryantalizm arasında yakın bir ilişki vardır. “ Oryantalizm, yaptığı çalışmalarla bir yandan misyonerlere doküman hazırlamış, bir yandan da onlara islam ülkelerindeki faaliyetlerinde yardımcı olmuştur.”
    Batılı ülkelerin Osmanlı devletindeki misyonerlik faaliyetleri, amaçları ve metotları göz önüne alınırsa, devlet 19.yüzyılda en yoğun ve çok yönlü bir misyoner faaliyetine sahne olmuştur. Ülke de adeta bir baştan bir başa misyonerler tarafından açılan okular ve diğer kuruluşlarla donatılmıştır. Yabancı misyoner okulları olarak ta nitelendirilen bütün bu misyoner eğitim kurumlarında din propagandasının yoğun olarak yapıldığı, kendi dil ve kültürlerinin öğretildiği ayrıca milliyetçilik akımlarının azınlıklar üzerindeki uygulamaya çalıştığı düşünülürse ne kadar etkili çalıştıkları açıkça görülür. Osmanlı devleti 19. yüzyılda patlak veren ve devletin dağılmasına yol açan ayaklanmalarda misyonerlik faaliyetlerinde bu faaliyetlerin doğal bir sonucu olarak kurulan çeşitli seviyelerdeki okul ve kolejlerin etkisi büyük olmuştur. Misyonerler söz konusu eğitim faaliyetleriyle azınlıklar üzerinde bu şekilde etkili olurken, yabancı okullara devam eden Müslüman Türk unsurları da dinlerinden uzaklaştırma, kültürlerinden koparma ve çoğunlukla kendilerine hayran insanlar yetiştirmede etkin rol oynamışlardır. Bundan dolayıdır ki devletin zayıfladığı dönemlerde azınlıkların ayaklanmaları sonucunda batılı devletlerinde yardımıyla birer bağımsız devlet haline gelmelerinde misyonerlerin bu tür faaliyetlerin etkisi oldukça büyüktür.
    19.yüzyıla gelindiğinde Anadolu, Boğazlar, Ortadoğu, Petrol Bölgesi, Akdeniz çevresi ve Makedonya gibi dünyanın jeopolitik ve jeostratejik bakımdan önemli bölgelerine sahip olan Osmanlı Devleti, misyonerler açısından ilgi çekiciydi. Bölge üzerinde daha çok ingiltere, Fransa, Rusya ve Avusturya arasında görülen mücadeleler yeni problemleri ortaya çıkarır ve her ülke Osmanlı üzerindeki nüfuzlarını arttırmak için misyonerlerini kullanırlar.
    Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı coğrafyasında 2000’e yakın yabancı okullar bulunmaktadır. 500’e yakını ancak Amerikan Protestanlık misyonerlerine aittir. Diğerleri diğer Protestan misyonerlik kuruluşlarına Katolik misyonerlik kuruluşlarına ve bir kısmı da misyoner kuruluş olmayan diğer yabancı kurumlara bağlı okullardır. Birinci dünya savaşı öncesindeki durum ne yazık ki güçlü devletlerin kontrolü altında tüm dünyayı kapsamaktadır.

    SONUÇ

    1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'na sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Öyle ki daha tanınmanın başında iki Ortodoks Ermeni din adamı Protestan yapılmıştır. Misyonerlik faaliyetlerini bu denli başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili olmuştur. Tabii son yıllarda batı karşısında sürekli gerileyen Osmanlı devleti azınlıklar üzerinde hak iddia eden batılı büyük devletlerin baskısı altında kalmıştır. Başında da güçlü yöneticilerin bulunmadığı bu dönemde olumsuz faaliyetlerle zayıflatılmaya çalışılmıştır.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük