Osmanlı arşivlerinde yer alan 1856 tarihli belgede, yüzyıllar boyu "yük hayvanlarına haftada bir gün izin verildiği ve hayvanların o gün binek olarak da kullanılmadıkları" belirtilmiştir.
Ne hazindir ki şuan birçok insanımız bu haktan mahrumdur..
XVII. Yüzyılda Osmanlı ülkesini gezmiş olan Fransız avukat Guer, Şam'da hastalanan kedilerle köpeklerin tedavisine ait bir hastanenin varlığından söz etmektedir. Şam'daki hayvan vakıflarıyla ilgili olarak Prof. Sibai ise şu bilgileri vermektedir:
Eski Vakıf geleneğinde hasta hayvanları tedavi ve otlatma yerleri mevcuttur. Yeşil Mera (şu anda Şam'ın şehir stadı olarak kullanılan saha), çalışma gücünü yitirdiğinden sahiplerinin yem ve bakımını kaybeden aciz hayvanların otlanması için zamanında vakfedilmiş bir yerdi. Bu hayvanlar ölünceye kadar orada otlanırdı. Şam Vakıfları arasında, kedilerin yiyip uyuyacağı ve gezineceği yerler de vardı. Öyle ki, her gün yiyeceklerini bulmakta hiçbir güçlük çekmeyen yüzlerce kedi, buranın demirbaşı mesabesinde (durumunda) idi.
Kuşların Müslümanların hayatında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Sadece bülbül gibi sesi güzel ötücü kuşlar değil, başta güvercin olmak üzere leylek, kumru, ve kırlangıç gibi diğer kuşlara karşı da büyük sevgi beslemişlerdir. Bu sevgi, çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır: Kuş haklarını koruma, onlara yiyecek temini için vakıf kurma, tedavileri için hastane yapma, bazı türlerini evcilleştirme ve kafeste saklama veya tam tersi olarak kafeslerden kurtarma gibi. Sevgilerinden dolayı kuşları kafeslerden kurtarmalar çok olduğu gibi, kafeste kuş besleyenler de çoktu.
Ünlü Fransız şair Lamartine şu gözlemlerini kaydetmektedir:
Müslümanlar canlı ve cansız mahlukatın hepsiyle iyi geçinirler: Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, velhasıl Allah'ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başı boş bırakılan veyahut eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin (türlerinin) hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler. Bütün sokaklarda mahalle köpekleri için muayyen (belirli) aralıklarla su kovaları sıralanır; bazı Müslümanlar, ömürleri boyunca besledikleri güvercinler için, ölürken vakıflar kurarak, kendilerinden sonra da (bu hayvanlara) yem serpilmesini sağlarlar.
Görüldüğü gibi, islam dini çevrenin bir bütün olarak evrenin korunmasına çok önem vermektedir. Zira çevre ve içindeki tüm canlılar Allah tarafından yaratılmıştır. Korunması ve geliştirilmesi bizlere emanet edilmiştir. Bu nedenle çevreyi korumak sadece insanî değil, aynı zamanda dinî bir görevdir. Hatta herkesten çok inanan insanların çevreye sahip çıkması gerekir. Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir insanın çevreye duyarsız olması anlaşılabilir. Ancak inanan bir insanın duyarsız olması anlaşılamaz ve kabul edilemez. Yunus Emre'nin ''Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü'' deyişindeki derinlik ve enginlik açıktır.
inançlı ve duyarlı her Müslüman birey, sadece insanlara değil, bütün mahlukata yaptıklarından sorumlu olduğunu ve bunlardan dolayı bir gün hesaba çekileceğini hiçbir zaman unutamaz. Kuran'ın şu ayeti bu konuda tüm Müslümanları uyarmaktadır: ''Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.''[45]
bir örnek teşkil etmesi hasebiyle;
meyve ağaçlarını karıncalar sarmıştır, kanuni sultan süleyman da ne yapılması gerektiğini devrin şeyhülislamından sorar:
dırahtı sarmışsa eğer karınca,
zarar var mı karıncayı kırınca,
öyle padişaha böyle şeyhulislam gerekir ve o da yine bir şiirle cevap verir;
yarın hakkın divanına varınca
süleyman'dan alır hakkın karınca.
--spoiler--
Osmanlı arşivlerinde yer alan 1856 tarihli belge, yüzyıllar boyu yük hayvanlarına haftada bir gün izin verildiğini ve hayvanların o gün binek olarak da kullanılmadıklarını ortayı koydu.
Eminönü Belediyesince, Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. ilber Ortaylı, tarihçi Prof. Dr. Vahdettin Engin ve Yrd. Doç. Dr. Erhan Afyoncu'ya hazırlatılan "Payitaht-ı Zemin Eminönü Bir Dünya Başkenti" adlı eser, Osmanlı'nın hayvan haklarına bakışını örnek bir uygulamayla gözler önüne serdi.
Kitapta, "Hayvanların tatili" başlığı altında yer alan bilgilere göre, Osmanlı toplumunda hayvanlara iyi davranılması konusunda hassasiyet gösterildi.
Padişah 3. Murad, 1587'de "yük beygirlerine taşıyabileceklerinden fazla yük yüklenmemesi konusunda" ferman çıkardı. Fermanda, sahiplerinden, hayvanlarını iyi beslemeleri istenirken, hayvanlara tahammül edebilecekleri ağırlıktan fazlasını yüklemek de yasaklandı.
3. Murad'ın fermanından 300 yıl sonra 1856'da benzer konunun tekrar dile getirilmiş olması, bu anlayışın yüzyıllar boyu devam ettiğini gösterdi.
Osmanlı arşivlerinde yer alan 2 Ekim 1856 tarihli belgede, yük taşıyan hayvanlara iyi davranılması için öteden beri uygulanan kurallar hayvan sahiplerine yeniden hatırlatıldı.
"Belgede neler var?"
Söz konusu belgede şöyle deniliyor:
"Saadetli efendim hazretleri, beyana gerek olmadığı üzere, beygir hamallarının cuma günleri tatil eylemeleri ve beygir sahiplerinin beygirlerin boş olduğu halde üzerine binmemek üzere semerleri üzerine demir çubuklar mıhlattırmaları eski adettendir.
Fakat bir müddetten beri bu usule riayet edilmeyerek cuma günleri tatil edilmemekte ve sahipleri beygirleri yüklü olmadığı halde üzerlerine binerek birtakım çoluk çocuğa çiğnettirmektedirler. Bu hal layıksız bir şeydir ve asla caiz değildir. Bundan böyle bunların cuma günleri tatil ederek semerleri üzerine dahi çivi mıhlattırmaları kati olarak sağlanmalıdır.
Ayrıca bu hususta beygir hamalları ile bu tür iş yapan diğer ekmek, sebze taşıyan esnafın kethüdalarına gerekli tebligatın yapılması ve esnafın devamlı kontrol altında bulundurulmasının şehremaneti yetkililerine dahi ifade kılınmasının tarafınıza bildirilmesi Meclis-i Vala'dan ifade edilmiş olmakla o yolda gereğinin yapılması hususunda aaakire yazıldı."
Ancak 1856'da bu kuralın uygulanması konusunda bazı sıkıntılar yaşandı. Yük beygirleri ile ekmek, sebze, kömür gibi nakliyat yapan esnafın, cuma günleri de beygirlerini binek amaçlı kullandıkları tespit edildi. Bunun üzerine harekete geçen şehremaneti (zabıta), esnaf birlikleri başkanlarını "yük hayvanlarının haftanın 6 günü çalışacağı, bir gün dinleneceği" konusunda uyardı.
Dinlenme gününde hayvanlara binilmemesi kuralının ihlal edilmemesi için görevli memurlar esnafı sürekli kontrol altında bulundurdu.
Yazarların değerlendirmesi
Kitabı hazırlayanların bilgileri yorumladığı bölümde ise şu görüşlere yer verildi:
"Aslında çok basit gibi görünen bu hadisenin üzerinde biraz düşünüldüğünde, çok önemli mesajlar içerdiği görülmektedir. Hayvanlara gösterilen günümüzde dahi örnek alınacak bir davranış biçimi olduğunu kabul etmek gerekir. Söz konusu icraat ve hayvanlara gösterilen duyarlılık, benzerine kolay rastlanmayacak bir uygulama olarak Türk tarihi açısından olduğu kadar dünya tarihi açısından da büyük önem taşımaktadır."
--spoiler--