Bir; hint temelli din diye bir şey yoktur. Bütün dinlerin ilki islâm, sonuncusu da islâmdır, surdan gelme burdan kalma laflarinin sebebi budur.
Lan valla çok aptalsınız.
iki; 'kendini gerceklestirmek' maslow'un ihtiyaclar hiyerarşisi diye bilim dunyasina kazandırdığı, çok yetkin bir kavram - bir ispat konusunun başlıklarından biridir.illa gavur icadı olsun yoksa kabul etmem diyenler, orucun şahsi psikolojik faydası için buraya bakabilir.
Üç; oruç vücudu temizler, tüm gün değil günün bir bölümü oruçlu kalınır, anatomiye de gayet uygundur, siz ilk insanların bırak üç öğünü iki öğün yediğini filan mı zannediyorsunuz? Antropoloji diye bir bilim var, orda ilk insanların nasıl beslendiklerine, öğün diye bir şey olmadığını anlatan yazilara bakiverin bir zahmet, cahilliginizle baskalarini manipüle etmeye kalkmayın.
Allah a kulluk etmenin verdiği hazzı hicbir şeyden almadım, benim gibi hissedenler için gelsin. Geriye dönük hesab yaptığımda yanıma kâr kalanın ibadet ettiğim anlar olduğunu görüyorum, aynı yolda olmadıkça anlayamazsınız. A bu da dört.
bu konuda yorum yapmaya çalışan insanların tamamına yakını, küçük bir genellemeyle de tamamı, konu hakkında hiçbir uzmanlığa sahip olmayan insanlardır. bu tartışma nerede geçerse hep aynı muhabbet döner. Yoshinori Ohsumi'nin nobel ödülü aldığı çalışması, islamcı kardeşlerimiz tarafından dayanak olarak kullanılır. hâlbuki adamın araştırmasındaki orucun islami şartlarda tutulan oruçla bir olmadığını anlamak için hiçbir özel niteliğe ihtiyacınız yoktur. gösterilen diğer kaynaklar da clickbaitçi haber sitelerinin ve yalan bilginin yayılma merkezi olan aptal saptal sosyal medya platformlarından başka bir şey değildir.
bunun haricindeki oruç tutmanın psikolojik etkileri de farklı bir bilimsel araştırmanın konusu olabilir veya olmuştur. bu noktadaki iddiaların gücü elbette ki oruç tutanların fizyoloji konusundaki argümanlarının gücünden fazladır. fakat dürüst olmak gerekirse geçmişte tutmuş olduğum orucun bana psikolojik açıdan herhangi bir fayda sağladığını gözlemlemedim. muhtemelen çoğu kişi de bütün gün enayi gibi aç kalmasıyla allah korkusunun bileşiminden ötürü böyle plasebo benzeri yanılgıya düşüyorlar.
özetle, oruç tutup tutmamak kişinin kendi kararı olsa da müslüman kardeşlerimiz, bilgi sahibi olmadıkları alanda konuşmaktan çekinmiyorlar. kimi zaman allah'ın bilime aykırı şeyleri söylediğini kabul etseler de ara sıra söylenen şeyleri hatalı argümanlarla bilime uydurmaya çalışıyorlar. yapmayın.
sürekli zenginlik insanı gevşetir, sürekli alkış ruhsuzlaştırır; sadece bir kesinti katar bomboş sürüp giden hayatın ritmine yeni bir heyecan ve yaratıcı bir esneklik. sadece bir mutsuzluk sağlar dünya gerçeğini derinden ve uzaktan görebilmeyi. acı bir ders, fakat her ramazan bir ders ve bir öğrenmedir: zayıf kişiye iradesini yeniden bir araya getirmeyi, tereddüt eden kişiye kararlı olmayı, sert olana daha sert olmayı öğretir. gerçekten güçlü bir insan için oruç, bir değer kaybı değil, aksine gücünün her zaman daha da artmasıdır.
sadece bir meditasyon değil, oruç tutmanın felsefesine, açılan kapının anahtarı diyebiliriz. bu anahtarı çevirip karşınıza çıkan yolu gördükten sonra artık yolun üzerindeki dikenler, dertler, acılar sizi eskisi kadar üzmeyecek, hayata farklı bir bakış açısıyla bakabileceksiniz.
Yoktur, kendinizi kandırabilirsiniz ama gece 3 te uykulu halde vücuda 2000 kalori almak metobilazmaya şok yaşatmaktan, vücuda zarar vermekten başka bir işe yaramaz.
nefsi terbiye etmek derler ama bu bildiğin hint kökenli dinlerin temel felsefesinden çalıntıdır. mesela budistler arzuları acının kaynağı görür ve bu yüzden arzularına insan set koymalıdır. kendini dünyevi arzulardan soyutlayıp nirvanaya ulaşmalıdır. işte aynı felsefe bu oruçta da var, insan kendini yemeden ayrı tutup bir nevi arzularını dindirmeyi öğreniyor. ancak müslümanlarda şöyle bir sıkıntı var ezan okununca türlü türlü yemekler yeyip tıka basa doyuyorlar. patlayacak kadar hemde. bu değil yani orucun felsefesi.
ayrıca fakirleri sabah zenginleri akşam mı anlıyorsun bu ne ayak?
Şeâir: Alâmet; islâmın alâmeti olan şeyler, manalarına geliyor. Bilmediğimiz bir batı ülkesine gittiğimizde, orada birinden gördüğümüz islamı direkt anımsatan hareketler islam şeairi oluyor. Namaz, oruç gibi. Mesela en büyük islam şeairlerinden birisi Namaz dır. Dünyanın neresinde olursa olsun namaz kılan birini görürsek, o bize sadece islamı anımsatır. Bunun gibi ezan, minare, besmele, (Birinci Sözde de islam nişanı olarak geçer.) selam da islamın büyük şeairlerindendir, Yani şeair-i islamiyenin azamlarındandır. Ve bu şeairler tebliğ vazifesi görmesi hasebiyle de dikkat çekicidir.
Mesela Ramazan ayında bir ordu misali Oruç tutan tüm Müslümanlar bu tebliğ vazifesine büyük katkıda bulunuyorlar. Adeta bir ay boyunca tüm dünyanın ilgi odağı oluyorlar. Üstad Hazretleri Risale-i Nurlarda "Bizler hakaik-i islamiyenin kemalatını efalimizle izhar etsek, sair dinlerin etbaları, fevc fevc kıtalarla islamiyete dehalet edeceklerdir." sözüyle bizlere lisan-ı hal diliyle yaptığımız, fiilen işlediğimiz islami güzelliklerin, ne kadar mühim sonuçları olabileceğini gِösteriyor. Ve bu fiiller islamın büyük şeairlerinden de olursa; (ORUÇ GiBi) neticenin bu cümledeki gibi olması kaçınılmaz oluyor. Müslümanların bu şeairleri uygulaması sonucunda islama girenlerin sayısının hiçte az olmadığını görüyoruz. Çünkü aşağıdaki ifadelerden de anlıyacağımız gibi her bir şeair başlı başına bir hocalık, muallimlik vazifesi görüyor, tebliğ rolünü üstleniyor. Şeairleri hal diliyle gösteren Müslüman kardeşlerimiz de bu rolü üstlenmede büyük katkı sağlıyorlar.
Şimdi Lemeattaki şu ifadelere bir göz atalım.
"Bir zâtı gördüm ki yeis ile müptelâ, bedbinlikle hasta idi.
Dedi: Ulemâ azaldı, kemiyet keyfiyeti. Korkarız, dinimiz sönecek de bir zaman.
Dedim: Nasıl kâinat söndürülmezse, iman-ı islâmî de sönemez.
Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismarlar hükmünde her an Olan
islâmî şeâir, dinî minarat, ilâhî maâbid, şer’î maâlim itfâ olmazsa, islâmiyet parlayacak an be an.
Herbir mâbed bir muallim olmuş,tab’ıyla tabâyie ders verir.
Her maâlim dahi birer üstad olmuştur;onun lisan-ı hâli eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan."
Herbir şeâir bir hoca-i dânâdır; ruh-u islâmı daim enzâra ders veriyor."
işte, Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri,
hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine,
hem insanın hayat-ı içtimaiyesine,
hem hayat-ı şahsiyesine,
hem nefsin terbiyesine,
hem niam-ı ilâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.
Cenâb-ı Hakkın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde hâlk ettiği
ve bütün envâ-ı nimeti o sofrada (“Umulmadık yerlerden.”Talâk Sûresi, 65:3)
bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i Rububiyetini
ve Rahmâniyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor.
insanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde,
o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor.
Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hükmüne geçer.
Sultan-ı Ezelinin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın "Buyurunuz" emrini bekliyorlar gibi
bir tavr-ı ubudiyetkârâne göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli Rahmâniyete karşı,
vüs'atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar.
Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?
Allah'ın cc. bizlere yapmamızı emrettiği ibadetlerin hiçbirisi yoktur ki onlarda birçok hikmet olmasın. Her ibadette Rabbimiz sayısız hikmetler gözetmiştir. Tutmuş olduğumuz Ramazan Orucu'nunda sayısız hikmetleri elbette var. Bu hikmetlerden Allahın Rububiyeti noktasındaki hikmeti üzerinde duralım inşallah.
RUBUBiYET : Cenâb- Hakkn her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altnda bulundurması vasfı.
Cenab-ı Hak şu gördüğümüz yeryüzünü öyle bir tarzda yaratmıştır ki; bir cihetle tüm varlklarn istifade edebileceği geniş ve büyük bir sofra hükmüne getirmiş. Öyle bir sofra ki; bütün canlı türleri o azim sofradan istifade ediyor ve her nevin, her tür canlının o sofradan kendine uygun rızıkları bulması mümkün. Mesela Allah bir kuşu yaratırken onun terbiyesi, idaresi için gereken en uygun rızkı da yaratmayı ihmal etmemiş. Arıyı yaratmış, çiçeği de yaratmış. ineği yaratmış, otsuz bırakmamış. Her canlının ne ihtiyacı varsa, onu yaratırken onun ihtiyacı olan şeyleri de beraberinde halketmiş. Hepimizin havaya ihtiyac var ve yaşadığımız dünyada da hava var. Suya ihtiyacımız var, dünyada su da var. Yani şu koca yeryüzü hepimizin idaresi ve terbiyesine gereken rızıklarla dolup taşıyor. Cenab-ı Mevlam bu rızkıları tam ihtiyacımıza uygun şekilde ve zaman da yaratıyor. Karpuza en çok ihtiyaç hissettiğimiz mevsim yaz ve onu yaz mevsiminde yaratıyor. Kış ortasında yaratmyor. Bu suretle bizlere Rububiyetindeki mükemmelliğini, bilerek, görerek, hikmetle herşeyi yaptığını, Rahmaniyetini, Rahimiyetini, merhametini, şefkatini, rızıklandırıcılığını gِösteriyor.
Evet Allah'ın nimetleri hep gِözümüzün önünde, sebeplere taksim edilmeyecek kadar da aşikar aslında. Çünkü ihtiyaçla, ihtiyaç sahibi arasında bir uygunluk var. ihtiyaç sahibini bilen aynı zamanda ihtiyacının ne olduğunu da biliyor, gِörüyor. Bunu müşahede edebiliyoruz. Yukarıdaki örnekler sadece bir kaçı. Peki bu yeryüzü sofrasnın en müşerref misafirleri olan insanlar, bu nimetlerin ne kadar farkındayız. Bütün mahlukat kendine uygun hamd-ü senasını Rabbine dile getirirken, insanların bundan çoğunlukla uzak kaldklarını gِörüyoruz. Hatta bu sofranın daha da kymetli misafirleri olan Müslümanların dahi, bu nimetlerden gaflet içinde olduğunu gِörüyoruz.
Mesela inek süt veriyor, sütü ineğin iyi beslenmesinden biliyoruz. Arı bal yapıyor, bu sene çiçek çoktu diyoruz. Birisi bize sevdiğimiz bir yiyecek ya da bir hediye verse, ona minnet ediyoruz, onu tek sebep olarak gِörüyoruz o nimetin bize ulaşmasında. Halbuki o sebepler ancak araç olabilirler. O sebeplerin arkasnda işleyen bir el vardır. Sebepleri tanzim eden Biri vardr. Bir Müsebbib vardır. Bizler zahire gِre hükmettiğimizdendir ki; bize en son hangi elle gelmişse bir nimet, nimeti ondan biliyoruz, gaflete düşüyoruz. Birinci Sِözde de geçtiği gibi; "Bir padişahın kymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belahet ise; öyle de, zahiri mün'imleri medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakiki'yi unutmak, ondan bin derece daha belahattir"
Evet bizler bu veciz ifade de olduğu gibi, kıymettar hediye kimden gelmişse tabiri caizse onun ayağını öpüyoruz. Asıl hediyeyi göndereni aklımıza bile getirmiyoruz.
işte Ramazan-ı Şerifteki Oruç bizleri bu gafletten uyandırıyor. Gün içerisinde midemizin yemeğe, suya artan ihtiyacı, Rabbimizin nimetlerini hatırlamamıza ve onların kymetlerini idrak etmemize vesile oluyor. Allah'ın Rububiyetinin faaliyetlerini ihtar ediyor bize orucumuz. iftar vaktinde tüm Müslümanlar bir ses bekliyor, bir işaret bekliyor aynı orduya has bir nizam içinde. Tüm ordu külli itaatini sunuyor Padişahına, umumi ve azim bir ubudiyet içerisine giriyoruz. Tüm islam alemi bir sofra etrafnda toplanmış, Rabbinin emrini bekliyor hissini yaşatıyor insana. iftara yakın o dakikalarda sofranın başında beklemek Sünnettir. Biz o sünneti yaşarken aynı zamanda o nimetlerin nereden geldiğini anlama frsatını bulmuş oluyoruz. Nimetlerin gerçek anlamda farkına varma fırsatı buluyoruz.
Düşünelim; Senede bir defa Ramazan ayı olmasa, ne zaman oturup o nimetleri bize vereni düşünüp hamdini yaparız, ya da bunu ne kadar yaparız ? Ne kadar tefekkür ederiz o nimetleri vereni ? "Acaba bِöyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lâyık mıdırlar?"
Bir bbc programında bilim adamlarının belirli zaman aralıklarıyla aç kalmanın vücudu toparladigini ve şeker vs gibi değerleri stabilize ettiğini söylediler. Bunun üstüne programın sunucusu 4 günlük oruca girdi(islami olarak değil) ve vücuduna yararlı olduğunu kanıtladılar.