cep telefonunuzda bide sahte arama varsa telefonu ayarlayıp 10 dakka sonra ortamdayken aramasını sağlarsınız ben geliyorum deyip az ilerde:
-efendim
-iyi senden ne haber
-hayır benim haberim yok
-faceme gir bak istersen
-tamam öptüm hadi görüşürüz.
Yeni bir ortama girdiğinde hepimizin yaptığı şey herkes birbirini tanır sohbetler gülüşmeler ama siz bir türlü katılamazsınız onlara fark ettirmeden bakarsınız içten içe o gruba girmeye çalışırsınız ama bir türlü cesaret edemezsiniz ordaki yalnızlığınız dikkat çekmeye başladığında ise hemen telefona sarılırsınız ben sap değilim izlenimi vermek için.
yalandan bbm e bakmalar mesajları tekrar tekrar okumalar (sanki yeni gelmiş gibi) hatta ve hatta okuyup da gülümseler vs. vs.
hepimiz yapmşızdır bunu illa ki delikanlı olun ibneler.
sürekli yaptığım şeydir. semesem de telem de yoktur kendi kendime temayı değiştirir, müziklere göz gezdiririm. ama hiçbiri yalnızlığımı saklamaya yetmez ne yazık ki.
bir masaya oturursun, herkes espri yapmak, ilgi çekmek için kasmakta, kimse senin söylediklerine kulak asmamaktadır. telefonla uğraşmak da bir tepkidir bu saygısızlığa, yalnızlığı saklamakla alakası yoktur.
bu şahıslardan biri de bizzat benim.. evet... (bkz: ben bizzat yalnızım)
okuldan içeri girerim...
olmadı... cümleyi düzeltelim...
okuldan içeri girmek zorunda kalırım.
bir kızla göz göze gelirim genellikle... elinde sigarası ile çıkış kapısına yönelmiştir.. belli ki dumanaltı olmuş kapı önü güruhuna eşlik edecektir... işte göz göze geldiğim, gencecik bedenin, taze dilberin dudağında iğrenç kırmızılıkta bir ruj... ve bir de şey... far mı diyorlar şu gözlerine sıçtıkları boya badanaya... her neyse işte... gözlerinde de ağır tonlarda bir rezalet...
sonrasında bir anadolu delikanlısı ile karşılaşırım... genelde sessizdir böyleleri... ve muhakkak surette sıkkındır... sıkkınlığında anlamsızlığı ve ümitsizliği gizlidir... gözlerimi ayırmam ondan mesela... çünkü kafası zaten öne düşmüştür... alnı ak... ama başı dik değildir çoğu anadolu çocuğu gibi...
onu da ardımda bırakıp sınıfa doğru yol almaya devam ederim... kulaklarım yavaş yavaş cırtlak,patlak kızlı erkekli böğürme seslerini algılamaya başlar... bu algı başlar başlamaz da ellerim gayri ihtiyari bir şekilde ceplerime gider... telefonumla ilk temas bu şekilde gerçekleşir... sınıfa doğru ilerledikçe ve böğürtüler tiz kahkaha ve aptal cümle yığınlarıyla harmanlanıp kulaklarıma kulaklarıma daha bir yüklendikçe ellerimin telefonuma daha bir sıkı kenetlendiğini, telefonu dışarıya çıkarmak için daha bir tetikte beklediğini belli belirsiz fark ederim...
ve sesler, tuhaf suretlere dönüştükçe, o suretlerin her birinden riya, her birinden şehvet serpili kıvrak mimikler aktıkça, beklenen anın geldiğine ikna olurum... telefonumu, tek mermi sürülmüş eski bir mavzer edası ile ortaya çıkartıp da avuç içinde bakışlarımın döküldüğü açının içine oturtunca, bir parça rahatladığımı hissederim...
dudaklarımın ucuna da, mırıltımsı bir melodi yerleştirdiğim vakit, nasıl da basit bir çarkın içinde ezildiğimi fark edişlere bırakırım kendimi... bu yükün ağırlığı altında, kendimi binbir vesvese ve binbir sabır telkinleri ile sessiz bir savaşın tek faili ve mefulu olarak güçlükle masama atarım...
ve rektöre kul, dekana köle olan ve özgürlüğü olmadığı, dili ve kalemi terbiye edildiği halde, kendisine bilim adamı demekte beis görmeyen adamın teki çıkar kürsüye... borusunu öttürür, ''geleceği piç'' biz şahıslar karşısında... ister istemez telefona sarılıp,
--spoiler--
''evet ben bizzat yalnızım ey koca dağ'' diye içerden haykırırım... yar içerden...
--spoiler--
dersin bitimine yakın, ilk fırsatta, hızlı adım vitesine takıp da o fakülteyi ardımda bıraktığım vakit, telefonum azad, yüreğim yorgun olur...
önce menüye girilir ajandadan tarihe bakılır, '' bakayım doğum günüm hangi güne denk geliyo lan '' diyip ufak bir araştırma yapılır, saçma sapan menüde dolaşılır, baktın olmuyo kankana ''napıyon la yoraaaam'' tarzı bir mesaj atılır. sonra grup arkadaşlarının '' vay yavrum adamın elinden telefon düşmüyor az da bizle ilgilen lan '' ikazıyla zafere ulaşmış bir şekilde telefon bırakılır. yaşanmıştır, yaşanacaktır.
ergen zamanların getirdiği hazin durum.aynı şekilde kalabalık bir grubun önünden geçerken artan stresle telefonla uğraşıyor gibi yaparak yaşadığımız dram.
(bkz: hayali seyirci kitlesinin pek bi geniş olması)