gereksiz bir eğlencedir kanaatimce.
sadece katliamdır.
aklıma, sahibini hatırlayamadığım şu söz dizilerini getirmiştir:
--spoiler--
12 yaşındayken, babamla ava çıktık ve bir kuşu vurduk. Kuş orada yatıyordu ve o sırada aklıma bir şeyler çarptı. Neden bu sabah uyandığımda benim kadar mutlu olan bu yaratığı öldürmeye eğlence diyoruz?
--spoiler--
karnınız tokken yapılan av; zevk için canlı öldürmektir. bunun günahını birkez daha düşünün. günahı düşünmeyen biriyseniz vicdan azabı çekeceğinizi düşünün. bir vicdanınız da yok ise bi siktirin gidin dünyadan. sayenizde güzel olan hiçbir şey kalmadı.
balık değil ki bu, oltadan parçalanmış dudağını özenle çıkartıp, tekrar suya bırakasın. Kuştur, vurursun son kanat çırpışı olur, süzülerek düşer ve ürkek yürek çarpmaz bir daha.
yav arkadaşım,ne yiyosunuz siz? sadece ot mu? onlarda masum. tavuk mu? oda masum. inek yada kuzu eti mi? eğer acı çekerek öldürmekten bahsedeceksek hepsi acı çekerek ölüyor ben biliyorum. ne bu entel ayakları anlamadım. hiç bişey yemeyelim mi? ekmek yiyoruz. oda buğday başaklarını biçer döver acımasızca kırıyor. bu muhabbet bu noktaya kadar uzar değerli çevreci kanarya severler derneği üyelerim...
şık bir hareket değildir. etleri bazı yemekler için daha uygun diye masum kuzucukları da analarının yanından alıp katledip sonra zevkle, neşeyle yeyip birbirimize ikram ediyoruz.
zor meseleler...
bunaltıcı yaz günlerinden biriydi. bağ evinde, sınırlarından bıktığım havuzun kenarında oturmuş saniyelerdir beklediğim, sınırları oturduğum yerden malum olmayan gökyüzünden serpişen yağmurun ilk damlalarıyla ıslanmaya başlamıştım. damlalar derime nüfus ettikçe kaşlarımın kenarından ve burnumun yamacından yerçekimine doğru süzüldükçe yabancı hissettiğim dünya doğasına o kadar da yabancı olmuyor, gökle yerin arasında varlıklara karışıyor, eşlik ettiğim bu tabiat raksıyla dinginleşiyor, ilahi ritmi duyuyor gibi oluyordum.
su gölcükleri arasında bir karıncayı farkettim. telaşlı, ürkmüş bir karınca... yolunu kaybetmiş bir sağa bir sola koşuyor, kah hapsolduğu bir su damlacığının gergin yüzeyinden çırpınarak kurtuluyor kah arka ayakları üzerine kalkarak etrafına bakıp bir rota tayin etmeye çalışıyordu. dakikalarca aynı metrekarenin içinde adımlamadık yer bırakmadan panik yaşayan bu karıncacık sonunda sanki felç oldu, öylece yan devrildi. neden parmaklarımla direk kafasını ezmiştim?
kafasının çeperlerini tırmalayan sesleri sonsuza dek susturup onu sükunete, huzura, çizginin öbür tarafına itmek istedim.
evet, kafasındaki sesleri susturmuştum. yağmur ise gözlerimi de ıslatmaya başlamıştı.