ömrümün ortasında karanlık bir ormanda uyanırken, kaçan fırsatlar,
pişmanlıklar, uçulmayan göklerin zevki, kanatlarımın izi kalan hava
parçacıkları, hepsi hepsi, sırtımdaki çakıl taşları gibi yerlerini bulan ve
daha yerleşmeye çalışan, boşlukları ve fazlalıkları doldurmak için koşuşan
izler gibi, şu çaydanlığın altındaki is gibi bir dayanıklılığın resmi olan
herşey, topukladığım közler, ayağıma bulaşan küller, işte hepsi hepsi,
bugüne ve düne ve yarına ve bene ait olan herşey, yolcu yolunda gerek,
diyor.
ömrümün ortasında karanlık bir ormanda uyanırken, sorular, niye daha
önce görüşmedik seninle gibi, kavuşmadan başlayan ayrılıklar ve kurak
bir ormanda bir fidanın ilk yapracığı gibi niye umarsız başlar bazen
dostluk, niye son anda bastırır pişmanlık ateşi, küçük çıkarlar için
verdiğimiz büyük ödünlerden dolayı duyduğumuz pişmanlık ateşi, niye
yakar ormanı çaresiz, niye iki elmas gibi avcumda ışıldayan gözlerin,
dokunmaya çekindiğim gözlerin, orman yangınına dayanıklı gözlerin o
kadar uzak, ama niye ışıldayan gözlerin bir soruya dönüşmekte şimdi?
oysa bahçe bir düzyazı gibi, düzenlenmesi hiçbir zaman bitmeyen bir
düzyazı, sözcükleri ölen, toprağını kendi gübreleyen, virgüllerini sakarlıkla
koyan, kendini öğle güneşinde sulayan ve meyvelerini hep kışın veren,
yenmeyen meyvelerini kışın veren bir düzyazı gibi bahçe, kadınların hep
âşık olduğu, kadınların hep âşık olduğu ama erkeklerin pişmanlık duyduğu
ve yalnız kaldığı bir düzyazı gibi bahçe kendini kazarak ve yazarak avutur.
bu uyanma saati sırtımda sertliği çakılların, çalsın davulunu akıl, üflesin
flütünü ve vursun zillerini sağduyu, kırsın kalemini düşüncesizlik ve oturtup
kardeşi üzgüyü yanına, yaksın ateşini aşkın: öpün onuru alnından,
taçyaprağından ve yazgı, sürüye sürüye sakalını, defolup gitsin yoldan
temizleyerek kösnüsünü asfaltın.
ömrümün ortasında karanlık bir ormanda uyanırken, tanrım ne çok ışık
var yürünecek, fidan var dikilecek, ölüm var görülecek.