Bilge kağan, tonyukuk ve kultigin adına dikilmiş yazitlardır.
Yazılar yukarıdan aşağı doğru yazılmış haldedir.
2.Göktürk(kutluk) devletine ait olan bu yazıt Dönemin siyasal, sosyal olaylarıni içermektedir.
Moğolistan sınırları içerisinde yer alır.
Danimarkalı thomsen dili çözerken çok zorlandığını söylemiştir
Hadi dili çözmeye uğraşırken bölgeye yakın toplumların dillerini kullandınız yani soğdca,moğolca,tibetçe ve çince kullansın eyvallah da viking,süryani ve ibrani dillerini kullanmak neyin kafası ne içtiniz amk.
Hunlar ve Göktürkler yani islamiyet öncesinde türkler göçebe bir yaşam sürerler bunun için de yazılı bir eser bırakmaları zordur,bıraktılarsa bile kaybolmuştur
Bunda utanılacak birşey yoktur biz göçebe yaşamışız savaşta usta olmuşuz,onlar yazıda usta olmuş bilim konusunda ilerlemiş
En azından çin,roma,bizans,arap da olsa bu kaynaklardan öğrendiğimiz tarihimiz var bu yazıta laf edene sorarım sizin neyiniz var?
türklerin bilinen ilk yazılı belgeleridir.
Alfabenin sogd alfabesinden esinlenildiği söylenir fakat bazı harfler direkt hayattaki canlılarla, kavramlarla ve şekillerle ilintilidir.
anıtlar da zaten çinliler sayesinde olmuştur o dönem kültigin ölünce çin imparatorunun tavsiyesi üzerine dikilmiştir *
burada türklerin yazılı kültürde eksik olduğu doğrudur. Bundan utanılacak bir şey de yok bence.
Çünkü yaşam şartları yazılı kültürü destekler konumda değildir.
bu yazıtlardan neredeyse 600 sene evvel yunanlı astronomlar dünya'nın ay'a olan uzaklığını o çağın imkansızlıklarına rağmen oldukça doğruya yakın halde tahmin etmişler ve teleskobun olmadığı o asırda yine bazı görülebilen gezegen ve gök cisimleri hakkında keşifler yapmışlardır. mısırlılara değinmiyorum bile..
''Biz Türkler, hileci, desiseci, fitneci bir millet değiliz. insanları yalanlarla dolanlarla aldatıp kandırmayız. Verdiğimiz sözden asla dönmeyiz. Hileyi ancak savaş meydanlarında doğru buluruz. Eğer savaş da, hilesiz yapılabilecek bir iş olsaydı, savaşta da hileyi doğru bulmazdık...''
Orhun Yazıtları.
kül tigin âbidesi güney yüzü:
tengri teg tengride bolmış türk bilge kagan bu ödke olurtum. sabımın tüketi eşidgil. ulayu ini yigünüm oglanım beriki oguşum budunum biriye şadpıt begler yırıya tarkat begler otuz tatar... şeklinde başlayıp devam eder.
(tercüme)
tanrı gibi gökte olmuş türk bilge kaganı bu zamanda oturdum. sözümü tamamıyle işit. bilhassa küçük kardeş yegenim oglum bütün soyum milletim güneydeki şadpıt beyleri otuz tatar...
ne yazık ki kültürümüzün temellerini oluşturan en önemli eserlerden biri olan bu kitâbeleri biz türkler degil de yabancı uyruklu insanlar incelemiştir. bana göre bu olay büyük türk tarihinin yüz karasıdır!..
bu gece (27 eylül 2014) yayınlanacak olan tarihin arka odası programında canlı görüntüleri yayınlanacak olan, ulu atalarımızın yazdığı türklüğün temel taşı kitabelerdir.
8. yüzyılda, 732-735 yılları arası, dikilmiş, türk tarihinin ilk yazılı belgesi olarak bilinir. ancak ilk yazılı belgemiz çoyren'dir (687-692). bu da neden böyle yanlış öğretilir anlamıyorum.
*çoyren, altı satırlık bir metin olmakla beraber dönemin kağanına yazılmış bir mektup niteliğindedir. köl tigin ve bilge kağan yazıtlarını yarnitsev, tonyukuk yazıtlarını klamentz bulmuştur. bu yazıtların üç tarafı göktürkçe bir tarafı çincedir. köktürkçe sağdan sola ve aşağıdan yukarıya yazılır, bu da önemli bir ayrıntıdır. yani yazıtları kafamızı sağa yatırarak aşağıdan yukarıya doğru sağdan sola okumamız gerek. bu yazıtların en üstünde ve ortada türk devletlerinin simgesi haline gelen dağ keçisi sembolü vardır. iki yanda ise çocuk emziren kurt motifleri bulunur. kimilerine göre bunlar ejderhadır. bilge kağan ve köl tigin tuğrul ve çağrı beyler gibi eşi benzeri görülmemiş kardeşlerdir. köl tigin orduların komutanı olarak görev yaparken bilge kağan devleti başarılı bir şekilde idare etmiştir. köl tigin yazıtını bilge kağan çok sevdiği kardeşinin ölümü üzerine diktirmiştir, bilge kağan yazıtını diktiren ise oğlu tengri kağandır. vezir tonyukuk ise bu anıtlarda kendisinden ve yaptığı işlerden hiç bahsedilmemesi üzerine kendi adına iki adet anıt diktirmiştir.köktürk alfabesi tamamen türklerin düşünce sisteminden çıkmıştır, öyle ki bugün gördüğünüz ok şekli köktürkçede 'ok' veya 'ko' hecelerini karşılamaktaydı. aynı şekilde oku attığınız yay şekli de 'yay' ve 'ay' hecesini. imla kaidelerine değinecek olursak orhun türkçesinde ilk hecede 'a' ve 'e' ünlüleri yazılmazdı. kelimeler arasında kullanılan iki nokta ise türklerin kullandığı ilk noktalama işaretleriydi. kelimelerde vokal ahengi(ünlü uyumu) bozulmuyor ise takip eden ünlüler yazılmazdı ancak son hecedeki ünlü daima gösterilirdi. örneğin araba yazarken ilk hecedeki 'a' yazılmaz, sonrasında vokal ahengi de bozulmadığı için sonraki 'a' yine yazılmazdı fakat tabi ki son hecedeki 'a' elbet gösterilirdi. yani köktürkçe işaretlerle 'rba' yazılır 'araba' okunurdu. bu yüzden bugün köktürkçe okuması çok zordur.
not: araba kelimesi ise tamamen türkçedir. türkçede or, tor, çor sözleri tek bir noktada birleşerek yüksek anlamını karşılamaktadır. türkler de zamanında obalarını(çadırlarını) tekerlekler üzerine yerleştirerek göç işini kolaylaştırmış, bu obalar yerden yüksek olduğu için bunlara 'or oba' denmiş ve bu iki kelime zamanla fonetik değişikliklere uğrayarak bugün 'araba' şeklini almıştır. *o yüzden otomobil yerine araba demeyi tercih ederim.
neyse, dilimize laf eden, ingilizceyi ağırlıklı olarak kullanan, popüler olmaya çalışıp ingiliz dilini üstün tutan kişilere verilebilecek en iyi cevap bu anıtlardır bence. öyle ki bu anıtlar dikildiğinde ortada ingilizce, almanca ve fransızca gibi diller yoktu. ingiliz-alman-fransız dil ayrımı 846 yılında gerçekleşmiştir. yani bu diller öncesinde bir bütündü. bakın bu diller ortaya çıkmadan önce bizim mükemmel edebi nitelikte anıtlarımız dikilmiş ve köktürkçe yazılan bu anıtlarda ayet gibi sözler de bulunmakta.
örneğin: 'üze kök tengri asra yagız yer kılıntukda ekin ara kisioglı törümis.' diyor ki 'üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığında ikisinin arasında insanoğlu türemiş.' bir başkası 'öd tengri yasar kisioglı koop ölgeli törümis' diyor ki 'zamanı tanrı yaşar(yapar) insanoğlu hep ölümlü(ölmek için) yaratılmış. birinde de kağanımız bilge kağan diyor ki 'törük bodun üçün küntüz olurmadım keçe udımadım' 'türk milleti için gündüz oturmadım, gece uyumadım'
bu anıtlarla ilgili yazılacak yazılar bitmez, sizlere tavsiyem köktürkçe işaretlerini öğrenmeniz ve bu metinleri okumanızdır.
7. yüzyılda dikilen taşlardır. içerisinde bol miktarda edebiyat barındırır. Bu da göstermektedir ki Türklerin bu tarihten çok daha evvelinde bir alfabeleri ve edebiyatları vardır. Ha göçebe olmaları sözlü edebiyatlarını geliştirmiştir o ayrı..
turklerin yazili ilk eseri olmadigi kanitlanmasina ragmen ...gokturk alfabesi ile yazilmis daha eski yazitlar bulundu.. meb ve osym nin hala turklerin ilk yazili eseri olarak kabul ettigi mogolistan sinirlari icinde bulunan 3 sutun...
--spoiler-- bugüne kadar ders kitaplarımız Orhun Anıtları ile başlatılmıştır. Oysa Orhun Anıtları Türk Tarihi'nin önsözü değil, Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Ama yıllarca bize önsöz gibi takdim edilmiştir.
--spoiler--
--spoiler--
"Niye kaçıyoruz? Çok diye niye korkuyoruz? Azız diye niye kendimizi hor görelim? 'Hücum edelim' dedim. Hücum ettik...Savaştık. Bizdeni iki ucu, yarısı kadar fazla idi. Tanrı lûtfettiği için, çok diye korkmadık, savaştık. Tarduş şadına kadar kovalayıp dağıttık."
(Bilge Tonyukuk - 2. Taş, Batı Yüzü - 3-4-5-6)
--spoiler--
--spoiler--
Orhun Türklerinin Aslı (Herkes Mutlaka Okumalı)
Asırlar boyu "Türk kelimesi farklı anlamlar taşımıştır. "Türk, kelimesi etnolojik, etnopolitik ve siyasî bir anlam taşıyordu. Farklı kaynaklarda etnolojik anlam taşıyan "Türk kavramı, bir çok etnik toplumun isimlerini yansıtmaktadır. Bundan dolayı etnolojik anlam taşıyan "Türk kelimesi ilim adamları tarafından farklı yorumlanmaktadır. Bu makalede "Türk kavramının, etnoloji ve semantik anlamı, etnolojinin temeli olan halk ve onun asıl sorunu, mantık bağlantısı çerçevesinde incelenmiştir.
Türkler Orta Asya devletlerinin, Birinci ve ikinci Göktürk Kağanlıklarının kurucuları olarak Orhon Türkleri adıyla tanınmıştır. Orhon Türkleriyle akraba olan, dilleri ve asılları bir olan boylar (halkları), Oğuzlar veya Türkler olarak adlandırılmaktadır.
"Türk Etnonimi
Etimoloji: "Türk sözü etimolojik açıdan çok önceleri Türkleri tanımlayan bir kavramdı ve onlar bu kavramı komşularından almışlardı. Yalnız Türklerin çevresinde onlara akraba olan, Oğuzlar, Kırgızlar, Türgişler ve diğer kabileler "Türk etnolojisinin sorununun kaynağı sözkonusu olduğunda ikilem aktüelliğini kaybeder. Bu kavram bugün ön-Türkçe diye bilinen, eski dillere aittir. Bu dilleri ve çağdaş Türk lehçelerini akraba diller olarak tanımlayabiliriz. Bu unsur, bizlere "Türk sözünün manasını tespit etmeye yardımcı olur. Bu manayı herhangi bir çağdaş Türk dilinin, örneğin Özbek dilinin kelime hazinesinden yararlanarak öğrenebiliriz.
Birinci sessiz "K, ikinci durumda ("Türk) sözünde, yalnız "K olarak okunmuyor, "ük ve "kü hece birleşmesi olarak ifade edilmektedir. Özbek dilcileri Abdurahmanov ve A. Rustamov, "Türk kavramının okunuş şeklini bu harflere göre düzenlemişlerdir. Sözün sonunda "0 olunca "Türk, ® harfiyle bitince Türük olarak okunmaktaydı.
Yalnız burada önemli neden "Türk kavramının okunuş, şekil seçimi değil, bu kavramın eski yazıtlarda imla farklılıklarını ortaya çıkarabilmektir.
Herhalde Orhon abidelerinde yazılan "Türk kavramının ikili yazı tarzı şu nedenlere bağlıdır:
1) Yazıtlarda, edebi yazı şeklinin haricinde, bir de "Türk kavramının (sözünün) günlük konuşma şekli gösterilmektedir;
2) Yazıtlarda iki yakın akraba lehçe verilmiştir, bundan dolayı Türk kavramının (sözü) yazılış şekli farklıdır.
Peki, bunların hangi versiyonu gerçeğe yakındır? Bu sorunun cevabını sadece yazıtların kendisi verebilir. Köl-tigini anlatan, muhafaza edilmiş yazıtların bir kısmında, Türk kavramına, genel olarak 31 kere rastlanır. Tüm durumlarda kelimeler 0 ile bitmektedir.
Bilindiği gibi, Büyük yazıt ismini taşıyan bu abidenin ilk otuz satırı Bilge Kağan yazıtlarında tekrarlanmaktadır. Bu abidenin üzerindeki yazıtlardan bu parçayı çıkarırsak, Bilge Kağan yazıtlarında Türk kavramı sonu (0) biterek 17 kere tekrarlanmaktadır.
Bir halkın adlandırılmasını oluşturan Tonyukuk yazıtında anahtar kelimenin ikili yazı şekli nasıl izah edilebilirdi? Bu soruya böyle bir açıklama getiriyorlardı; taş üzerinde oyma usulüyle yazan yazar, Tonyukukun kendisinin diktesi altında bu yazıları yazmıştır. Yazıları iki Şahıs yazmıştır.
Yazıtları yazanlardan biri Türklere akraba olan bir kabileden gelmekteydi ve bundan dolayı Türk kelimesini bulunduğu ortamın ifadesiyle yazıyordu.
Profesyonel yazarlar tarafından yazılmış olan metinlerde düzeltme yapılmıyordu. Bundan dolayı Tonyukuk abidesinde bir etnik kökenli kelimenin iki lehçeli yazı şekli meydana çıkmıştır. Bu unsur, Türk kelimesinin iki şeklinin meydana gelme sebeplerini ortaya çıkarmaktadır. Aynı zaman sonu 0 (®) bu kelimenin doğru olan okunuş şeklini tespit etmeğe yardımcı oluyordu. Gördüğümüz gibi Köl-tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında, Türk kelimesi yalnız sonu 0 harfli olarak gösterilmektedir. Bu yazıların yazarı, Türk olan Yollug Tigin olmuştur. Buna dayanarak Türk kelimesinin, sonu 0 ile biten imla versiyonunu, kuşkusuz Türk kelimesi olarak tanımlayabiliriz.
Çoy yazıtı il-teriş Kağanın yaşadığı dönemde yazılmıştır. il-teriş Kağan, ikinci Türk Kağanlığının kurucusu idi, bu yazıtta Tonyukuk siyasi misyonla, Kağanlığına yeni bağımlı olan Oğuzlara gönderilmiştir. Bu tesadüf değildi. Oğuz kabileleri Türklerle mukayesede çok sayılı yalnız birliği olmayan ordu oluşturmaktaydılar.
Oğuzlar, Tang imparatorluğuna karşı yapılan savaşta Kağanlığın önemli bölümünü oluşturmaktaydı.
Oğuzların kabilelerinden biri olan Uygurlar ikinci Türk kağanlığı döneminde devlette yüksek görevlerde yer alıyorlardı. Bunu ispatlayan ise, Ongin abideleri olmuştur.
Işbar yazıtının yazarı, Eletmiş yabgunun oğlu kendi babasının hayatını anlatarak, bunları söylüyordu: "Oğuzlar, Türklerin hakimiyetine geçtiği zaman, O (babası) kuzeyde il-teriş Kağanını destekleyerek, aktif faaliyetlerde bulunmuş ve bundan dolayı "şad rütbesini almıştır.
Zamanla, Türk Kağanların sarayında, Eletmiş "yabgu görevine yükseldi. Mahmud Kaşgariye ve diğer araştırmacılara göre, "yabgu görevi, eski Türk devletlerinin önemli rütbelerinden biri olmuştur. Bu rütbe kağan ve veliaht rütbesindeki teginlerden sonra gelen bir rütbedir.
Yabgu rütbesini taşıyan şahıs, çağdaş terminolojiye göre Türk devlet yönetiminde icracı görevini taşıyordu, yalnız tahta çıkma hakkı yoktur.
Eletmiş ve onun yakınlarının kağanlık için yaptıkları çalışmalar büyüktür. Bundan dolayı onlar hak ettikleri rütbelere ve görevlere layık görülmüşlerdir ve devlete vergi vermemişlerdir. Onlar, yönetici sülalelerin güvenini kazanmışlardı. Eletmişin büyük oğlu Tamgan-Çor yabgu, babasının görevine getirilerek kağanlığın yüksek derecelerine yükselmiştir. Yalnız Göktürk sülalesinin Oğuz ve Uygurlara uyguladığı fedakarlıklar, siyasi anlam taşımaktaydı.
Bu tanımlama Oğuz ve özellikle Uygurların Göktürk Kağanlığı yönetiminde rolünü hiçbir şekilde etkilemiyordu. Bundan dolayı da ikinci Göktürk Kağanlığının yönetiminde Uygur-Oğuz çevresinden bahsedebiliriz.
Tonyukukun yanında bulunan Uygur yazarı hakkındaki bilgiler rivayet değil, gerçektir. Tonyukuk kariyerinin başlarında, kağan tarafından Oğuz işleri temsilcisi olarak görevlendirilmiştir. Tonyukuk, aynı zamanda müteakip üç kağanın danışmanı olarak da çalışmıştır.
Tüm bu araştırmalarımızın sonucunu belirtelim; "Türk kelimesinin imla etimolojisini netleştirelim.
Bundan dolayı, Türk örneğini okuduğumuz (seslendirdiğimiz) zaman, sadece Türük ve Türkü kelimeleri arasında bir seçim yapmamız gerekir. Bu kelimelerin birinci örneği Uygur-Oğuzlara daha yakın, bundan dolayı kelime Uygur-Oğuz örneği olarak, sesli harfleri sessiz harflerin aralarına eklenerek incelenebilirdi. Yalnız, bugün edebi olan Türk kelimesi, Özbek konuşma dilinde, zayıf sesli harfle Türük olarak söylenmektedir.
Yalnız bu örneklere farklı açıdan da bakmak mümkün: Uygur-Oğuz örneğinin ikinci sesli harfinin düşüşü sonucu Türük kelimesi meydana gelmiştir. Türük kelimesine karşılık olarak Uygur-Oğuz kelimesi Türk fonetik yakın okunuş şeklinin iki yolu tespit olunmuştur: Önce, Türk kelimesinin okunuşunu hakiki Türk olarak belirlemek, Türkü kelimesini fonetik anlamına ve Uygur-Oğuz örneğinden uzak oluşundan dolayı dilden uzaklaştırmak gereklidir.
Bu basit ve kolay gözüken çözüm yolu yanıltıcı da olabilir, bundan dolayı kuşkulara son vererek gerçek kaynaklar aramamız lazım. Bu kaynaklar, Türk kelimesinin Türk dilinin gerçek fonetik okunuş örneğini ispatlamalıdır. Çin kaynaklarında Türkler Tutszüe olarak adlandırılırlardı. Moğol dili Cücenlerin dilinde bu kelime-Türküz olarak geçiyordu.
Cücenlerin yönetim etkisi, ikinci Göktürk Kağanlığından beri Türk dilinde derin izler bırakmayı başarmıştır. Bunlara bir çok kelimeyi dahil etmek mümkündür. Moğol dilinin çoğu sayı alametini belirten kelimeler örneğin Tarkat-Tarhanlar, Tegit-kağan oğulları, Eret-askerler bundan dolayı bu kelimelerin sonunda kullanılan t harfi ile Avar Türküt rekonstruksiyonu Türkü kelimesinden farklıdır.
Türkü kelimesi örneği morfoloji planı açısından Eski Türk dilinin gramer sistemine yakındır. Bundan dolayı, halktan oluşturdukları (topladıkları) büyük aileyi, Türkler, Türkü olarak adlandırıyorlardı.
Semantik
Türk kelimesinin morfoloji bakımından son şekli, iki morfemden oluşuyordu: Tür kökünden ve kü ekinden. Eski Türk dilinde isim temelinde soyut semantik kelimeler oluşuyordu.
Mısırda, XIII. asırda yapılan Kıpçak-Arap sözlüğüne göre Tür kelimesi çeşit (tip) anlamını taşımaktaydı.
Bugün de bu kelime çağdaş Özbek dilinde kendi anlamını muhafaza etmektedir.
Özbek dilinde bulunan tür, boy kelimeleri, bu dilin kelime hazinesinde eşit anlam taşıyan Arap, Fars-Tacik dilinden geçmiş hil, hav kelimeleriyle birlikte kullanılıyor.
Türkü sözünün türemiş versiyonu, tek veya karışık yeni bileşimlere yol açmaktadır.
(* Türkü) kelimesi karışık bileşim ve farklı asıllı Türk boy ve kabile birleşimleri gösteriyordu.
Türklerin Aslı
"Türk kelimesinin anlamı Türklerin aslını belirlediğinden dolayı L.M. Gumilevin hipotezini (tahminini) göz önüne almak gerekir.
Çin kaynağına göre birinci Göktürk Kağanlığını oluşturanlar Aşina sülalesinin mensup olduğu kabileden gelmektedir. Bu yorum 1950li yıllardan sonra kendisine birçok taraftar bulmuştur. Gerçekten, "a-Çin isimlerinde kullanılan ek harftir, bu ek asillik belirtisini ifade ediyordu. "Şino kelimesi Eski Moğol (Sien-pi) dilinde "Kurt demektir. "Aşina kelimesi ise-"Asil kurt manasını taşıyor.
Yazarın hipotezine göre, Aşına ismi altında birleşen "beş yüz aile, farklı asıllarına bakmayarak, kendi aralarında Moğolca konuşuyorlardı. Yalnız, Çinden Altaya göç eden beşyüz Moğol ailesi Türklerin içine düşünce, VI. Asrın ortasında tümden Türkleşmek mecburiyetinde kalmışlardır. Onların konuştukları Moğol dilinden artık hiçbir alâmet kalmamış, sadece hatıra olarak rütbe isimleri muhafaza edilmiştir.
L.M. Gumilevin hipotezi hakkında ne demek gerekir? Diğer hipotezler gibi onun da zayıf tarafları vardır. Örneğin, Moğol rütbelerin isimleriyle onları sadece Moğol dilinde konuşan Moğolların taşıdığı kanısı yanlış olur. Bu rütbeleri Türkler Cücenlerden de alabilirlerdi. Eskiden bu tarz benimsemelere de çok sık rastlanmaktaydı. Bu konuda emin olmak için, herhangi bir çağdaş dilin etimoloji sözlüğüne bakmak yeterli olacaktır.
L.M. Gumilevın "Ahillesova pyata adlı hipotezinin son bölümünde, araştırmacı Aşina sülalesinin Moğol isimlerinin onun Moğol aslının ispatı, göstergesi olduğu söylenir. Yalnız bu L.M. Gumilevin hipotezinin önemli kısmını oluşturan bu fikrin delilli ispata ihtiyacı vardır! Etnosun ismi veya isimlendirilmesi yabancı kökenli olabilir. Buna dahil örnekler gösterelim. XIX. asır Fergana kaynakları,
92 tane Özbek kabilesini, Kereit kabilesi olarak adlandırırlar. Boy ve kabile birlikleri değişerek yaşadığı halde göçebe boyların isimleri sabittir.
Yazılı kaynaklardan gördüğümüz gibi, bazı kabilelerin tarihini izlemek için büyük zaman süreci gerekir. Kereit kabilesi, XIX. asırda büyük bir kısmı Türkçe konuşan Batı Türkistan halkı arasına karışmıştır.
Yedi asır önce Kereit kabilesi, Kidank Lao imparatorluğunun devletleri arasında önemli yer alıyordu. Kereitler, Çürçenlere karşı savaşta, Çin imparatorluğunun hakimiyetinden kurtulup kendi özgürlüklerine kavuşmuşlardır.
Timuçin Van Hanın Kereit sarayında yetişmiştir. Timuçin ilerde Cengiz Han ismi altında kurduğu imparatorluğuna Kereitler tarafından zarar geleceğini düşünerek, onları dağıtmıştır.
Kereitlerin isimlerinden bir sonuç çıkarmak mümkündür, onlar Batı Türkistanda yaşayan Moğol kabileleriydiler, zamanla Türkleşmişlerdir. Yalnız bu düşünce bazı kaynaklara göre yanlıştır. Çin kaynakları, X. asırda Büyük Çin seddinin doğusunda, Huanhe bölgesinde yaşayan Şato-Türkleri hakkında bilgi veriyordu.
Ünlü Moğol tarihi araştırmacısı L. Viktorovaya göre: Şato Türklerinin yönetici neslini Çin yazarları çok iyi biliyorlardı. Çin dilinden çevirirken, bu yönetici neslin adı voron olarak isimlendirildi. Bu kabilenin Moğol versiyonu Hereittir. Bundan dolayı, herhalde Şato Türkleri Kuzey Huanhe bölgesinde yerleşen Türk kabile birliklerinin, kurucuları olmuşlardır. Bu birliğe Moğollar, yönetici kabilenin ismini vermişlerdir. Hereit. Daha sonraları Hereit adı Türk kabilelerinin genel ismi olarak belirlenmiştir.
Nayman Moğol ismini, diğer Türk kabileleri de taşıyordu.
Cengiz dünya devletinin kuruluşu uğruna bu kabilelerle de savaşmıştır. Nayman, Moğolca sekiz demektir. XIX. asırda söz konusu kabilenin içinde bir çok küçük boy vardı, bunlar segizur olarak adlandırılırdı ve gerçek manada sekiz kabile oluştururdu. Bundan dolayı XI-XII. asırlarda segizur kabile grubu önemli organizasyon merkezi olarak etrafında farklı Türk kabileleri toplanmaktaydı. Bu Türk kabileleri, zamanla Kitan ve Moğollar tarafından kendi topraklarından Batı Moğolistana doğru sürdürülmüştür.
Nayman Moğol ismini taşıyan kabile, kısaca Türk dilinde segizur demektir. Bundan dolayı, bu adlandırma, taşıyıcının etnik kimliğini, etnik olan herhangi bir dil kapsamında incelenmesi her zaman halledici unsur olmayabilirdi. Asıl sorunumuza dönelim, Türklerin aslını araştıralım.
ikinci Kabile
Böylece Türk anlamı, halkın karışık asıldan geldiğini belirtmektedir. Yalnız bir halkın karışık asıldan gelmesi, iki ve fazla halkların karışıklığından yeni etnik toplum oluşturmuyordu. Örneğin, Özbek milletinin içine dahil olan Şurama (qurama) olarak adlandırılan etnik grubun adından onun karışık aslını çıkarmak mümkündür. Bu grup, Taşkent bölgesinin Ahangaran nehri civarlarında yerleşmiştir. Eskilerde farklı Türk kabilelerine dahil olan bu grup beş boydan oluşmaktadır. Bu boylar coğrafya şartlarından dolayı birleşmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Yeni oluşumlardan biri de (önceleri farklı Türk kabilelerine dahil olan, boy birleşimlerinden) Şuralaş (quralash) kabilesi olmuştur. Bu kabile 92 Özbek kabilesi içinde anılmaktaydı.
XI. asır öncesi, yabaşu (yabaqu) etnik boyu anılmaktadır. Bu ismin manasını çıkarmak zor değildir: yabaşu keçe ismiydi ve aynı zamanda dolaşmış saç manasını taşıyordu.
Eski Türk halkının ismi geniş yerleşim alanları, onun birkaç kabilenin karışımı sonucu bir etnik toplum oluşturduğunu ispatlıyordu.
Yukarıda söylediklerimizi toparlayarak Şurama, Şuralaş ve bunlara benzer isimlerin, karışık boy ve kabile birliklerin adları olduklarını söyleyebiliriz. Eski dönemin klasik kabilelerinden farklı olan bu birlikleri ikinci kabileler olarak adlandırmak mümkündür.
Türk etnik ismi de manası itibariyle Şurama ve Şuralaş grubuna dahildir. Birkaç boydan oluşan, önceleri diğer etnik akraba kabilelerine dahil olan Orhon Türkleri, ikinci kabile olarak tanınmışlardır.
ikinci kabile birliklerinin oluşu,birinci kabilelerin dağılması veya o kabilelerin iç birliğinin zayıflaması sonucu meydana gelmiştir. Bu tarz kriz anlamı taşıyan olaylara, göçebe kabilelerin hayatında rastlanabilirdi, örneğin, onların yeni topraklara göç etmesi esnasında çıkabilirdi.
Kabileler toplu muhaceret zamanında, sık-sık birbirinden ayrı gruplar şeklinde farklı bölgelere dağılmak zorunda kalıyorlardı. Kabilelerle boyları ayrı ayrı yerlere yerleştiriliyorlardı.
Daha sonra, göçebe toplumların değişik durumlara, adaptasyon reaksiyonu ortaya çıkıyordu, o zaman yeni boy ve kabile grupları oluşuyordu. Bu işlem, farklı boylardan oluşan ve ortak topraklarda yaşayan birlikler oluştururdu. Bu tür süreç Moğol işgalinden kurtulmuş Batı Türkistanda açık ve net olarak yaşanmaktaydı.
Türklerin tarihi meydana çıktığı andan kargaşalı günlerle belirlenmiştir.
Hun devletinin dağılması, Orta Asyanın içine kadar baskın yapan Çin ordusu ve Hunların, Siyen-pilerle uzayan savaşları da başarısızlıkları, Hun birliğine dahil olan Türk göçebe kabilelerin toplu muhaceretini oluştururdu.
Bu kabilelerin bir haylisi kendi topraklarını kaybederek, Altay ve Batı Türkistana göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu kabilelerin yeniden kurulması için uzun süreli siyasi sabit bir ortam gerekirdi. Bu arada Orta Asyanın doğusuna yerleşen Türk asıllı Altay, Orhun ve Selenga kabilelerinin durumu pek de iyi değildir.
Hunları yenmeyi başaran Siyen-pilerin devleti de kısa bir süre içinde dağılmıştır.
Siyen-piler devletinin dağılmasından sonra onun yerinde Cücen Kağanlığı oluşmuştur.
IV-V. asırlarda ortaya çıkan olaylar, Doğu Asya halkının yeni göçlerine sebep olmuştur. Bu bölgenin Türkçe konuşan halklarının durumlarını pekiştirmeleri uzun zaman almıştır. Hun devletinin dağılması ve Birinci Göktürk Kağanlığının kurulması, Hunların uzak sülalesinden gelen Türklerin Orta Asyada kendi egemenliğini yeniden kazanma süreci dört asır boyu sürmüştür.
IV-V. asırda Doğu Asyada, etnik süreci etkileyen siyasi durumu göz önüne alarak bir sonuca varılabilirdi. Dünyada Türk adıyla tanınan ikinci kabile, geçici olarak Cücenler tarafından yönetilen, barış ve istikrar ortamında V. asırda meydana çıkmıştır.
Türk Kabilesinin Terkibi
Yazılı kaynaklara dayalı olarak, bizler yeni kabileyi oluşturan iki boyun ismini söyleyebiliriz. Bunlar, bir zamanlar Türk Kağanlığının yönetici boyu olarak bilinmekte olan Aşina ve Aşite boylarıdır.
S. G. Klaştornıy, bu boylar arasındaki ilişkileri inceleyerek böyle bir kanaate varmıştır: Aşina ve Aşide boyları önceleri birlikte düalist (ikicilik) yani yalnız bir kabile içinde evlenme sistemini (endogomi) oluşturuyorlardı... Ancak bir kabile içinde evlenme sistemi çok eskilerde kalmıştır, yeni halkın artık bir kabilesi vardır!
Bunlardan dolayı S. G. Klaştornıynin gözlemleri, Türklerin ikinci kabileden geldiklerini kanıtlamaktadır.
Ne yazık ki, bizler bu kabileyle birlikte hangi boyların yer aldığını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Örneğin, Dulo (Dulu) boyu, bu boy Birinci Göktürk Kağanlığı döneminde, yönetici Aşina boyuyla hakimiyeti uğruna savaşmıştır. Yalnız bu örnekler hiçbir kaynağa dayanmayan, uydurmalardır. Bundan dolayı da diğer kaynağı olan sorunları inceleyelim.
Türk Halkı -Türkü Bodun- ve Onun Terkibi
Orhon yazıtları, o dönemin siyasi durumlarını ve VIII. asırda Orta Asyanın doğusunda etnik toplumlar hakkında bilgiler veriyordu. Yazıtlardan, Eski Moğol Otuz-Tatar, Kidan, Tatab kabilelerinden oluşan etnik toplumlar hakkında bilgiler alabiliriz.
Oğuz, Türgiş, Kırgız etnik siyasi birlikler hakkında net bilgiler var. Bu yazıtlarda ve Türkler hakkında ayrı halklar gibi-bodun isimlendirilerek bahsedilirdi.
Eski Moğol ve Türk etnik topluluklar, yakın kabile akrabalığı olan birkaç boy birleşimi sonucunda oluşmuştur. Bunu onların taşıdığı isimler ispatlıyor. Her isimde mutlaka bir sayı işareti var, Otuz, tokuz (dokuz) ve diğer örnekler gibi Çin kaynaklarına göre, Kidanlar sekiz kabileye bölünmüşledir. O zaman Türkü bodun-Türk halkının terkibi nasıldır?
Köl-tigin anısına yapılan yazıtta Bilge Kağan anlatıyor: O, devlet tahtına çıktığı zaman morali bozuk ve üzgündü. Halk aç ve sefalet içinde kıvranırdı. Bu sefalet onları azgınlaştırmıştı. Köl-tigin, Türk halkını bu sefaletten kurtarmak için gece gündüz çalıştı.
O, kendi hayatını iki Şadla birlikte acımadan feda etti ve sonuçta başarıya kavuştu. Bu parçada dikkati çeken iki isimsiz şad oldu. Şadın manası, Türk kabilelerde devlet kuruluşundan önceki dönemine intikal ediyordu. Şad, kabilenin yüksek kumandanı anlamını taşıyordu.
Kağanlık döneminde, bu isim devlet görevi olarak belirlenirdi ve Kağanın kendisi tarafından verilirdi.
Clauson bu görevi, vali, başkumandan gibi çağdaş görevlerle kıyaslar. Bu kıyaslama çok da doğru değildir, başkumandan görevini sü başı şad sorumluluğunu taşıyabilirdi yalnız son görevin ayrıcalığını teşkil etmiyordu.
Clauson araştırmasında bir orduda iki başkumandan olamazdı.
Bilge Kağan yönetimi döneminde, Türklerin iki şad-komutanı vardır.
Büyük beyliklere bağlı küçük beylikler ordusu sefer zamanı kendi yöneticileri komutasında toplanıyorlardı ve kağan tarafından belirlenen başkumandana tabi oluyorlardı. Bilge Kağan döneminde iki şad, komutan görevini taşıyorlardı. Onların komutanlığında Türk ordusu bölünürdü. Ordu, boy ve kabile özelliklerine göre organize ediliyordu.
Bundan dolayı, her iki şad herhalde bir kabileden oluşan askerleri yönetmekteydi. Türk kabilesi şad yönetimine dahil değildir. Bundan dolayı, bizler böyle bir kanaate gelmiş oluyoruz, Türk halkının terkibinde, etnik Türk grubu haricinde iki kabile daha bulunmaktaydı.
Orhun yazıtlarının incelenmesi bu kabilelerin isimlerini belirtmeye yardımcı oluyordu. Kültekin anısına yapılan abide de, Bilge Kağanın özgürlük savaşının ilk günleri hakkında hikâye anlatıyor. Bu savaşın başında il-teriş Kağan bulunuyordu.
isyancıların büyük gücünü anlatan, Bilge Kağan şöyle söyler: Tanrı onlara güç vermiştir, bundan dolayı da babamın (Kağanın) ordusu bir kurdu, onun düşmanları ise koyunu anımsatıyorlardı. O, orduyu toplayıp, onları ayakları üzerine sağlam basmayı öğretip, Doğu ve Batı yönüne doğru gönderiyordu. Toplam yediyüz kişi topladı. Bu yediyüz kişiden, o bir halk oluşturdu ve bu halkı kendi yöneterek onlara atalarımızdan bizlere kalan kuralları ve adet ananelerimizi uyguladı.
Bu sözlerin arkasından, Tölös ve Tarduş kabilelerinin isimleri anılır. O zaman bir soru ortaya çıkıyor. Yukarıda adı geçen kabilelerin, Göktürklerin yeni oluşumuyla bağlantısı nedir?
Tonyukukun yazılarını inceleyelim:
... Yeryüzünde birleşmiş Türk halkı arasında hiçbir tane tam boy kalmamıştır. Sadece dağlarda yaşayan ve ayrılmış boylar toplanmışlardı. Onlar yediyüz kişiden oluşuyorlardı. iki kısmı atlı, bir kısmi ise piyade idiler.
Söz konusu parçadan bir sonuç çıkıyordu. Yediyüz asker Türk boyunun kalıntılarını oluşturuyorlardı, bunlar Türk adını taşıyan kabilelerdir.
Tonyukuk, Türklere karşı düşmanca niyetlenen komşuları hakkında bilgi veriyordu. O, şöyle der: Çinin doğu ve güneyinde yerleşen Kitanlardan, Batıda Sirlerden ve Kuzeyde Oğuzlardan korunmak için bizim iki bin üç bin askerimiz vardır.
Türklerde, ordu sayısının artması, il-teriş-Kağanın ordusuna Tölös ve Tarduş kabilelerinin dahil olmasına bağlıdır. Herhalde, zarara uğramış Köl-tigin abidesinde izah edilen bu konu olmuştur. Bu olay, Tonyukukun Kağana verdiği soruda da geçiyordu: Kimler daha bize dahil olabilir?
Tölös ve Tarduş kabilelerinin kendi istekleriyle Aşin kabilesiyle birleşmesi, Yeni Göktürk Kağanlığının oluşmasına neden oldu.
Kelime: O, zaman il-teriş Yabgu ve Şad görevlerini belirtti.
Bilindiği gibi 687 yılında Ötüken savaşından sonra Dokuz-Oğuz kabileleri tarafından işgal edilmiştir.
Oğuzlara karşı yürüyüşe Tonyukuk önderlik ediyordu. Kağanın bizzat birkaç bin Türk askerinin yanında bulunması, Tonyukuk kumandanlığında olan ordu Tölös ve Tarduş kabilelerinden oluşmaktaydı.
Tonyukuk demektedir. Biz iki bin kişi idik, iki orduyduk.
Belirttiğimiz gibi göçebenin askerî gücü boy ve kabile unsurlarına göre kuruluyordu. Buradan belli oluyor ki, Tonyukukun iki ordusu, iki kabile ordusundan oluşuyordu.
Göktürk Kağanlığının siyasi hayatı, dış düşmanlarla ve bağlı beyliklerin ayrılmasından çıkan savaşlardan oluşuyordu.
Orhun yazıtlarında, Türklerin yaptıkları binlerce yürüyüş ve savaşlardan bahsediliyor. Yalnız bu yazılarda Türklerin, Tölös ve Tarduş kabileleriyle herhangi bir çarpışmasından bahsediliyor.
En ilginç alanda, tespitlere göre adı geçen kabileler Türk halkının içine dahildir.
Sonuç olarak, Tölös ve Tarduş kabilelerinin Türkü boduna dahil olmasını Bilge Kağanın abidesi bir parça ispatlıyor:
... Türklerin önceki beyleri. sonra Tarduş beyleri ve sonuçta Köli-çor başçılığında Şadapıt beylerinin önünde Tölös beyleri yer almaktaydı...
Tarduş kabilesinin, ikinci Göktürk Kağanlığının siyasi sisteminde önemli yeri vardır.
Bilge Kağan, Türk geleneğine göre, babası Kapağan Kağanın kardeşinin, kendi amcasının vârisi oluyor ve Tarduş halkının Şadı olarak bilinmekteydi.
Diğer örnek ise, Tonyukuk belirttiği haberde, Türgişlerin hücumuna hazırlanarak Kağan sü başı, baş kumandan görevine Tarduş Şadı inal Kağanı tayin etmiştir.
Sözü geçen şahsın "Kağan rütbesini taşıması, bizlere onun (Şadın) bir yönetici soydan gelmesini ve taht varisi olduğunu ispatlıyor.
Orhun abidelerinde Türk halkı adıyla geçen, boy ve kabile birimlerine dahil olanlar, bunlardır:
-"ikinci kabile "Türkler, bir zamanlar Aşina ve Aşite boyunun birleşmesinden oluşmuşlardı.
-Tölös ve Tarduş kabilesi, bu halkın büyük kısmını oluşturuyordu.
Araştırma içinde ilginç tarihi paraleller ortaya çıkıyor. Orhun yazılarının incelenmesi sonucu, bizler bir kanaate varmış olduk. ikinci Göktürk Kağanlığı bir devlet olarak, Tölös ve Tarduş kabilelerinin il-teriş-Kağanla birleşmesi sonucu meydana gelmiş. Bu olay tam olarak, Birinci Kağanlığın siyasi tarihinin başlangıcını tekrarlıyordu. Tiele (Orhun abidelerine göre Tölös ve Tarduş kabilelerinin, Türk hükümdarı Bumin Kağanın yönetiminde birleşmesi, bu olayların benzerliğinin göstergesi olmuştur.
Tölös ve Tarduş kabileleri "komşu kabile olarak sadece iki Türk Kağanlıklarının tarihi sayfalarında yer almakla yetinmemişlerdi. Çin Suy sülalesinin (581-618), kaynaklarına göre, Tiele (Töles) kabileleri Hangay dağlık bölgesinde yerleşmişlerdi ve Tarduşların yakınında yaşıyorlardı. ilginç olan şu ki, Güney Hangay bölgesinde yaşayan Aşide kabilesinin daha geç kaynaklarda adı geçiyordu. Adı geçen tarih VIII. asır, "Tang kaynağıdır.
Yukarıda söz konusu olan deliller, "Türkü kabilesinin, Tölös ve Tarduş kabileleriyle sıkı bağları olduğunu söylüyorlardı. Bu bağlantıların karakteri "türkü bodun ilişkileri çerçevesinde ve göçebe halkın etnik şuur bilinci özelliklerinin kapsamında incelenmelidir.
Erken ilkellik çağında kabileler özgür etnik birimler oluştururdu. Etnik bilinç, belli olan bir kabilenin mensubiyet şuuru gibi oluşuyordu.
Oluşumun sonunda, ilkelliğin şekillenmesi döneminde, belli "akraba olan kabilelerin grupların kendi topluluğu hakkında belli bir düşünce tarzı ortaya çıkıyordu.
Objektif olarak, bu oluşumlar kabileler arası etnik topluluklarda belli olmaktadır. Bu topluluklar genetik açıdan, akraba olanlarla kabile toplamını oluşturuyordu. Bu tarz toplulukların kaynaşması çağdaş milletin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Boy ve kabile toplum organizasyonu göçebe ekonomisine uygun geliyordu ve bundan dolayı Türk kavimleri yerleşik hayat tarzına geçerek aynı hayat tarzını tercih etmişlerdi. Bu unsur milletin etnik-siyasi toplum haline gelmesini engelliyordu. Sübjektif bakımdan kabile şuuru, etnik-siyasi şuurdan daha güçlüydü.
Oğuz, Kırgız ve diğer Türkler, dil Göktürklerden ayrılıyor ve onları yabancılar kabilesi olarak görüyorlardı. Göktürklerin yönetimi altında yaşayan bu kabileler, sürekli onların yönetimine karşı isyanlar çıkarıyorlardı.
Tam ters bir durumu Türklerle birleşen Tölös ve Tarduş kabileleri sergiliyorlardı. Bu kabileler il- teriş Kağanın yönetimi altında birleşmişlerdi ve kendi yöneticilerini destekliyorlardı. Bu olay, onların Türkleri kendilerine yakın öz olarak bulmasından kaynaklanıyordu.
Diğer bir sözle, Türkleri ve söz konusu olan kabileleri sadece siyasi amaçlar birleştirmiyordu, onların arasında önemli genetik bağlar vardır.
Üç birleşim arasında genetik bağlantı ve Türkü bodunun anlamı böyleydi: Aşina ve Aşite Türkleri ikinci kabileye dahil olmalarından önce, Tölös ve Tarduş kabilelerine dahil olmuştur.
Çin kaynaklarına göre yukarıda belirtilen Tarduş ve Aşide kabilesinin yaşadığı arazi benzerlikleri bizleri bir sonuca götürdü. Aşite kabilesi Tarduş aslına dahil olmuştur. Bundan dolayı, Aşite ilk önceleri Tölös kabilesine dahildir.
Boylar ve Türkü bodun kabileleri arasında olan genetik bağların Türklerin siyasi tarihinde büyük rolü vardır.
ikinci Türkü kabilesinin oluşu, daha önceleri söylediğimiz gibi V. asıra intikal ediyor.
Kronolojik süreci netleştirmek için, farklı yazarların bildirileri bu konuda yardımcı oluyordu: 439 yılında son Hun hanı Mugan Çinliler tarafından darmadağın edilmiştir. (Kuzey Çin) Altaya göç ediyorlardı. 490 yılı Tiele kabileleri Avarlardan uzaklaşmışlardı, kendi memleketleri Huanheyi terketmişlerdi ve Altaya doğru göçetmişlerdi. Huanhe bölgesi (Nanşan dağları) civarında yerleşmişlerdi. Kuzeye doğru göç eden, benzer arazilerde yaşayan Aşina ve Tiele boyları bizim versiyonu ispatlıyordu. Aşina Tiele boyunun kabilesidir. Yalnız şimdi bizler için işin kronoloji boyutu önem taşımaktadır.
439 yılda Aşina boyu, Altay bölgesine yerleşiyor ve ona dahil olan tüm kabilelerle ilişkisini bitiriyordu. Bu yıllarda, Aşina boyu Aşite boyundan gelen Tarduş kabilesiyle komşuluk ilişkilerini sıkılaştırıyordu.
Bu ilişkilerin gelişmesi, yeni oluşumlara neden oldu, bu oluşum Türkü kendi komşularından almıştır. Bu birliklerin yönetici rolü, Aşin boyuna aittir. Bu tahminin bir delili vardır. Birinci Göktürk Kağanlığının yönetici nesli, Aşina boyundan oluşmuştur.
iki boyun simbiyozu (ortak yaşamı), ilk önce ikili sistem şeklinde gelişiyordu. 1940 yılına kadar Altayda kalan Tiele kabilesinin boyları muhaceret etmekteydiler. Olayların gidişatı gösteriyor ki, Aşina boyunun desteklenmesi, baba yurdu olan Tölös kabilesinde onların önemli bir yere lâyık görülmesiydi.
Tarduşların birleşmesi kolaylaşmıştır. Çünkü "Türklerin ikinci yarısını Tarduş boyundan gelen Aşide oluşturuyordu. Bundan dolayı Tölös ve Tarduş kabilesinin her ikisi birbirinden ayrı olarak üzerlerinde hissediyor ve kendilerini "anasından babasından yüz çevirmiş evlat olarak görmekteydiler.
Yalnız sonuçta "kansız olarak Tölös ve Tarduş kabileleri, "ikinci kabile olan ve bu kabilelerin kendi boyundan oluşan "Türkü devlet birliğine dahil olmuşlardı.
Birinci Türk Kağanlığının kuruluşunda Tölös ve Tarduş kabileleri "Altay Türkleri yönetiminde zorla birleşmemişlerdi. Türk devleti, Türk kabilelerinin siyasi amaçlı birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu siyasi birliğin önemi ise, Avarları savaşta yenilgiye uğratmak ve müstakilliği elde etmektir.
Birinci Göktürk Kağanlığının kuruluşu, Tölös ve Tarduş kabilelerinin oluşturduğu birliği temelinde yeni etnik topluluğun oluşmasına yol açtı.
Diğer taraftan Aşina ve Aşite boylarının "anababa kabileleriyle kurduğu bağlantılar, "ikinci, "Türkü kabilesinin temeli altında kurulan, özgür etnik toplulukların oluşumunu engelledi.
Devletin temelini oluşturan "Türkü birliği, "ikinci kabile belirtilerini kaybederek, normal yönetici elit haline geliyordu.
Ananeye göre, Aşina ve Aşite boylarından gelen varlıklı kesim, diğer ("Tarduş ve "Tölös beylerinden) farklı olarak, "Türk beyleri olarak adlandırılırdı.
Bu karşılaştırma, Aşina ve Aşide boylarının, Göktürk Kağanlığının siyasi sisteminde ne kadar önemli (yüksek düzeyli) yeri olduğunu gösteriyordu. Böylece, Birinci Türk devletinin oluşundan sonra, "Türkü olarak adlandırılan "ikinci kabile bir boy ve kabile birliği gibi kayboluyordu. Tölös ve Tarduş kabileleri esasında birleşerek, sadece kendi ismini bir etnik topluluk Orhun yazıtlarında "Türkü bodun ("Türk halkıyla) adlandırılırdı.
"Türkü bodunun bir etnik topluluk oluşu Birinci Göktürk Kağanlığının düşüşü sonucu durdurulmuştur.
Kaynaklarda Tiele (Tölös) ve Tarduş kabileleri ayrı olarak belirtiliyordu, yalnız tüm söylenenlere göre bu kabileler kendi aralarında görevlerini değiştiriyorlardı.
Büyük Tang dönemi araştırmacısı Prof. E. H. Şefer yazıyor: "iki Türk devletine karşı davranış göz önündedir: 642 yılında Tölös Türkleri, imparatorluktan nikah anlaşması isteğinde bulunmuş ve bundan dolayı saraya üç bin at göndermiştir. Yalnız uzun tartışmalar sonucu, Tang sarayı, onları tahkir eden bu anlaşmayı reddetmiştir. Bir sonraki yılda bu anlaşmayı Tang sarayı Türk Sirtarduşlarla yapmışlardı. Türkler saraya imparator oğluyla birlikte beş bin at, deve, keçi ve boğa getirmişlerdir.
Herhalde, Tölös Türklerin ve Sir-Tarduşların (Tarduş birleşmelerin), Tang sarayına getirdikleri hediyelerden dolayı anlaşma sağlanmamıştır. Burada görüldüğü gibi Çinlilerin bu iki kabileye farklı bakış açısı ortaya çıkıyordu.
Birinci Göktürk Kağanlığının özellikle 630 yılında onun Doğu bölgesinin dağılması, Tölös Türkleri için siyasi moral açısından büyük kayıplara neden oldu. Onların meşhur Aşina boyu Avrasya çöllerine dağılmıştır.
Türklerin bir kısmı, Aşina Sımo önderliğinde Tang imparatorluğuna teba olmuş ve Doğu Ordos bölgesine yerleşmişlerdi.
Hazarların tarihi ve kültürünü araştıran S. A. Pletneva şöyle der: Bir zamanlar Türklerin güçlü Aşina boyunun kalıntıları, Hazarların yönetici neslini oluşturmuşlardı.
Doğal olarak bu durumda, Tarduşlar siyasi arenada ilk sıralara çıkmışlardı. Bu durum ve Çinlilerin iki Türk halkı arasında ihtilaf oluştumu niyeti, Tang sarayını Tarduşlarla evlilik anlaşmasına itmiştir.
Tarduşların Aşite boyu hükümdarlığında güçlenmesi, Göktürk Kağanlığının yeniden kurulmasına neden oldu.
Aşite boyu başçılığında, özgürlük uğruna başlatılan savaş sonucu ikinci Göktürk Kağanlığının siyasi yapısını Tarduş kabilesi oluşturuyordu. Bunun açıklamasını özellikle bir faktör ispatlıyordu, Tarduşların taht varisi bir Şad (yüksek komutan) olmuştur.
Türk devletlerinin sürekliliği olmamasına rağmen, onların meydana gelmesi, varlığı Tölös ve Tarduş kabilelerinin etnik sağlamlaştırmasını oluşturmaktaydı.
Türk halkının Türk bodun mensubiyeti ve onun etnik şuur gelişimi hakkında en doğru bilgiyi Orhun abideleri veriyordu.
ikinci Göktürk Kağanlığının dağılmasından sonra, Tarihi kaynakların sayfalarından Tölös ve Tarduş kabilelerin isimleri de kaybolmuştur.