'10.30 daki otobüse yetişemeyeceksin, acele et ve çık o yataktan hemen!'
Gözümü açtığımda 10:05 ti. Oysa saatimi 09.00 a kurduğumdan emindim. Ne ara alarmı kapatıp tekrar uykuya daldığımı hatırlamıyorum. Hava oldukça sıcaktı ve uyudukça uyuyası geliyordu insanın. Kalkmak zorundaydım ama. Uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla buluşabilmem için 3 saat öncesinden çıkmam gerekiyordu yola. Zira aynı şehrin onlar bir ucundaydı, ben bir ucunda. Homurdanarak kalktım yataktan. Alelacele giyindim üstümü, saçlarımı tepeme toplayıp birkaç tel tokayla tutturdum. Aceleyle oradan oraya koştururken bir yandan da iç sesimle münakaşa halindeydim. Çocukluğumdan beri sevmezdim saçlarımla uğraşmayı. Zaten bir tutamlardı, yorulduğuma değmez diye düşünürdüm hep. 15 sene önce ne kadar tembelsem hala aynıyım hiç değişemedim dedim kendi kendime. Ve asıldım kapı koluna. 'Geç kalmaaam' diye bağırarak çarptım sokağa açılan kapıyı, balkondan 'ama bir şey yemedin' diye bağırırlarken ben çoktan köşeyi dönmüş otobüs durağına doğru hızlı adımlarla ilerliyordum. Çantamdan selpak mendilimi çıkarmak için oyalandığım birkaç saniye içerisinde kaçırdım 10.30 otobüsünü. Bir güzel kalayladım şoförü sonra. Ulan her zaman oyalanırsınız, 15 saniye sonra kalksan o duraktan kim küserdi be? Ayıptı ama yaptıkları. Yaz sıcağında 38 derece ateşle yollarda sürünüp karşıya geçecektim ya herkes akan burnuma inat olsun diye zamanında yapıyordu her şeyi. Yine çok uğraşıyorsun benimle bu ara dedim, gözlerimi kamaştıran güneşten kaçırarak, yukarıya doğru. Kulaklığımı takıp son ses açtım mp3 çalarımı. Ve tam yarım saat boyunca bekledim diğer otobüsün gelmesini. Durağa insanlar doluşmaya başladı, beyaz elbiseli, bronz tenli, rayban gözlükleriyle bir kız oturdu yanıma, 11 otobüsü geçti mi dedi. Benimle birlikte durakta bekleyen diğer 10 kişiyi göstererek: 'evet geçti. hepimiz gidişini izlemek için doluştuk durağa, takıntılarımız var bizim, otobüsleri uğurlarız buraya gelip' demek geldi içimden, diyemedim. Hayır, cevabını verebildim o an sadece, kısa, o kadar. uzun bir cümle kursam anlamayacakmış gibi geldi. Zaten uzun cümleler kurabilecek kadar iyi hissetmiyordum kendimi. Ve sanırım o incecik, bülbül sesli soruya, bir travesti hörüldemesiyle cevap vermek çok da işime gelmedi.
Çok şükür geldin, aptal otobüs, çok sıkıldım burada oturmaktan diyerek atladım içeriye. akbilim yoktu. paramı verip gözlerimle etrafı kesmeye koyuldum, tam arka tarafa adım atacak oldum, biri kalkıp yanındaki boş koltuğa oturmam için yer verdi, eh dedim içimden yine, sağol. ben yüzümü cama yapıştırırken hareket etti otobüs. Bir yandan yarı işitme kaybına uğramış kulaklarıma kulaklığı tıkmaya çalışırken ki asla yerleştiremem onları kulağımdaki kıkırdağın arasına, bir yandan da sümüklü mendilimle cebelleşiyordum. Ne çok küfrediyorum ben yine bu ara diye geçirdim yine içimden. Hay içine sıçıyım dedim sonra, ödlek seni. Anca kendi sesini duyarsın işte böyle yaptıkça. Kendimle alıp veremediğim neydi çözemiyordum bir türlü. Lise de hazırlıktayken başlamıştım kendimle kavga etmeye ve inatla sürdürüyordum bu kavgayı. Bir ara kafamı bana yer veren kişiye doğru çevirdim. Elindeki kalınca kitabın 40 lı sayfalarındaydı, yeni başlamış olmalıydı, merakla birkaç satır okuyayım derken iki sayfayı bitirdik aynı anda. Çaktırmadan başkasının gazetesini, dergisini, kitabını okumak zevkli bir şeydi ve ben çok eğleniyordum ters giden koltukta insanları, arabaları, binaları geride yüzleri bana dönük bırakırken. Yüzünü merak ediyordum dostoyevski - cinler okuyan gencin. Yüzümü çevirdim, 'afedersiniz, metrobüs durağında inicem ama nerde bilmiyorum, gelince söyler misiniz?' Bakakaldım o an yüzüne. Gözlerinin içinde bir ışık, yüzüme yansıdı. O an o saniye durabilirdi her şey. Dünya dönmeyi bırakabilir, otobüs ilerlemekten vazgeçebilir, o bana cevap vermeyebilirdi. Razıydım her şeye. Birkaç saniyelik şoku atlattıktan sonra atabildim yüzümdeki anlamsız ifadeyi. Kelimeleri inceltince sesimde incelecek sanmıştım bir an, yanılmışım, içi mukus dolu burnum ve tıkalı genzimle çıkarmış olduğum sese ben bile şaşırdım, gülümsemeye çalışarak cevabını beklemeye koyuldum. Bana baktı, gülümsedi: 'bende o durakta inicem' dedi. Teşekkür edip çevirdim tekrar kafamı cama, ulan dedim, hastalanacak zamanı buldun, sese bak, soru sor bir de utanmadan. Böğürseydin yüzüne, sana yolculuğun bitene kadar konuşmak falan yasak, kes çeneni otur.
Sesli düşünsem deli olduğumu düşünürdü kesin. Keşke bir soru daha uydurabilsem de yine gülümseyerek baksa bana diye içimden geçirirken metrobüse binecekler burada insin diye bağırdı otobüs şoförü. Hah dedim, bir sen eksiktin amca. Gelin hepiniz üstüme.