6 adet altın küre, 6 adet Bafta (ingiliz film ve televizyon sanatları akademisi) ve 5 tane de Oskar ödülü kazanan 1975 yapımı film. jack nicholson'ın performansıyla büyülediği film, benim gibi mutlu sonlara alışık izleyicileri hayal kırıklığına uğratmış olsa da son birkaç yılın en başarılı ve etkileyici yapımlarından birisidir.
deli rolünü oynayan hemen hemen tüm oyuncuların muhteşem bir performans sergiledikleri film. hatta cidden bir ara acaba bazıları gerçekten mi hasta diye düşündüm. sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak gösterilir bu film ama çok büyük bir beklenti içine girip izlediğimden olsa gerek beni beklediğim kadar etkileyemedi.
gelmiş geçmiş en iyi filmler içerisinde her daim listeyi zorlayacak bir başyapıttır. filmde deli rolü yapan bir mahkumun tımarhaneye gelmesi, tımarhanedekilerle diyalogları ve kaçma planları anlatılmaktadır. geniş kadrosu ve özgün konusuyla hiç eskimeyecek defalarca izlenebilecek bir filmdir.
sirf danny de vito'nun performansi yüzünden bile tekrar tekrar izlenilebilecek bir film. ilk izleyisimde adamin her sahnesinde kramplar girdiydi karnima gülmekten!
Billy nin hatuna döşedikten sonra basılma sahnesi çok komiktir. anadan doğma koridorda koşması artı üstüne bir de düşmesi koıparan son nokta olmuştur.
jack nicholson ın performans ı müthiştir. izlenmeğe değer.
filmin gennel olarak garip bir havası var kimi zaman ağlatır, kimi zaman güldürür, kimi zaman o insanların haline acır kimi zaman aralarında olmak istersiniz. garip bir senaryo, muhteşem oyunculuk sonucu ortaya çıkan bir başayapıt kısacası.
muhteşem bir film, başyapıt. baştan sona etkileyici sahnelerle ve hazin sonuyla insanı derinden yaralayan bu film, mutlaka izlenilmelidir. jack nicholson 'ın oyunculuğuna zaten denilecek pek birşey yok; tek kelimeyle muhteşem. ama bence bu filmi diğerlerinden ayıran en önemli özelliği, bütün oyuncularınının da üst düzey bir performans sergilemesidir. özellikle hemşire ratched ve billy 'nin performansı unutulmazdır.
(bkz: bir dağ kadar kocaman hissediyorum)
ağzı çok iyi laf yapan isyankar bir mahkum ile * hastanedeki herkesi sağır ve dilsiz olduğuna inandıran kankası kızılderili şefi Bromden'in * hikayesi. piç rollerin dünyada bir numarası Jack Nicholson'a en çok yakışan, üzerine cuk diye oturan karakterin 1975'te en iyi oyuncu oscarını dog day afternoon'daki gösterdiği müthiş performansa rağmen al pacino'nun elinden almasının nedeni belki de buydu.
bol bol güldüren kimi zaman da hüzünlendiren çok hoş bir film.
--spoiler--
martini'yi görür görmez gülmeye başlıyor insan, şefi görünce heyecanlanıyor, McMurphy'yi gördükçe ve hatırladıkça ne kadar akıllı bir deli olduğunu düşünüyor. bir an olsun sıkmayan hiç bitmesin istenen bir film bitince ne olduğunu anlayamıyor insan. Billy'nin kekelemeyi bırakıp sonra hemşire Ratched yüzünden tekrar başladığı sahne ise çok etkileyiciydi.
--spoiler--
filmi daha iyi özümsemek ve iki farklı açıdan görebilmek için iki farklı ruh haleti içinde izlenmesi gerektiğini düşünüyorum; birincisi gülmek için neşesi yerindeyken izlemeli, diğeri de hüzünlü ve sıkıntılı bir anda izlenmeli.
hemşire tarafından beyzbol maçının tvden izlenmemesi kararına varıldıktan sonra mcmurphy ve diğer hastaların maç sanki varmış gibi televizyon izlemeleri sırasında ağlamakla gülmek arasında bırakan aşmış film.
--spoiler--
filmdeki terapi sahnelerinden birisinde nicholson'un sakallarının uzayıp kısaması beni ayar etmiştir. o ne biçim devamlılıktır anlamadım gitti. oyunculardan ise beni en çok frederiksson rolunu oynayan vincent schivanelli ile billy bibbit rolunu oynayan brah* etkilemiştir. film otorite ilişkileri üzerine kurulmuştur. demokrasiden de dem vurulmuyor değildir; mesela oylama sahneleri, ayrıca chesswick'in sigara krizine girip şefi, nicholson'u ve chesswick'i başka bir bölüme aldıklarında onların oturması için başka bir adamın kaldırılması falan da dikkatimi çekmedi değil. sonuç olarak birkaç gün geçsin film bümyeye otursun başka akademik konularla harmanlasın bünyede değişiklik olursa burda da olur.
--spoiler--
tek cümleyle "ne iyiydi ne de kötü" yorumu yapılabilir bu film için. imdb'de şu an, tüm zamanların en iyi filmleri listesinde * 7. sırada bulunmaktadır. bence fazla uzundu, heyecansızdı, sonu da güzel değildi. jack nicholson ise harikaydı, ona lafım yok.
* edit: bu entry filmi izleyenler içindir, izleyecekler okumasın.*
son sahnesinde şef karakterinin mcmurphy* karakterini neden * tam olarak çözemediğim filmdir. "herhalde şef mcmurphy'nin asla eskisi gibi olamayacağını düşünüp ruhunu özgür bırakmak istedi." şeklinde bir teorim mevcuttur.
su aralar orijinalini okumakta oldugum ve fena saran Ken Kesey eseridir. Ken Kesey bu kitabi yazarken lsd kullandigini aciklamistir. herhalde timothy leary ile de iyi arkadas olmasina sasirmamak gerek. kitabi da filmi de son derece basarilidir.*
her nekadar filmi dünyanın gelmiş geçmiş en iyilerinden olsada uyarlandığı romanın yanında burun farkıyla kaybeder. ken keseyin yapıtı gerçekten de sizi daha içine alır(belki kitap olmasından kaynaklanıyordur, kitap>sinema olayı). orda hastanede oranın halkından biri sanarsınız kendinizi. o teknede sizde varsınızdır, mcmurphy siyah cama bakıp maçı canlandırırken sizde sevinirsiniz içten içten. okusun diye arkadaşlarınıza verdiğinizde kısa süre sonra kafanıza fırlatırlar "olum bana böyle piskopat kitaplar verme bir daha" diye. en önemlisi daha önce kitap okumayı sevmemişseniz, size o güzel dünyanın anahtarını verir bu kitap. bitirdiğiniz anda edebiyatçı olmayı düşlersiniz, evet efenim benim ilk severek okuduğum kitaptır, o yüzden yeri çok özeldir.**
gayet başarılı bir jack nicholson filmi. hem yarar hem de üzer... hastanedeki hemşire, çoğu izleyici bakışlarıyla sinir etmeyi başarmıştır. denny devito ve christopher llyod'un da oyunculukları takdire şayandır.
jack nicholson'un oyunculuk dersi verdiği başyapıtıdır. hikayesi sıkıcı olmakla birlikte, bağlayıcıdır da.tuhaf bir film, sırf oyunculuk için izlenmeli.