daha geçenlerde izlediğim filmdir. geç olsun güç olmasın diyerek türkçe adını garipsediğimi de belli edeyim. guguk kuşu ne alaka amına koyayım. filme emek verenler duysa kahırlarından ölürler. yanlış bilmiyorsam "one flies east, one flies west, and one flies over the cuckoo's nest" şu tarz bir tekerleme var belli ki burdan esinlenilmiş. cuckoo's nest dediği de mcmurphy'nin girdiği akıl hastanesi olacak. akıl hastahanesinden biri geçti gibi bir adı var yani türkçe olarak söylersek. guguk kuşu ne amına koyayım.
Dvd'sini kapağında sırf jack nicholson'ı gördüğüm için aldığım, filmi izledikten sonra da neden bu kapağı daha önce görmedim diye üzüldüğüm filmdir. bir tımarhane filmi nasıl bu kadar duygusal olabilir diye insana derin düşünceler zerk eder.
acayip bir film. jack nicholson'ın oyunculuğuna hayran kalmamak elde değil. ayrıca filmde jack nicholson un oynadığı karakterin dünya görüşü batman daki joker ile birebir uyuşuyor. hatta filmin bir sahnesinde jack nicholson'un, o uyuz doktor hatunun camına ha ha hha! bile yazdığı görülüyor. belki de jack nicholson'un yıllar sonra joker rolünü oynamasında bu filmin önemli bir rolü vardır.
--spoiler--
ayrıca bana üniversite de hazırlık okuduğum yılları hatırlatıyor bu film. ''u'' şeklinde sıralar ve o uyuz doktora çok benzeyen(her yönüyle) bir ingilizce hocası... ben öldürmek değil de o hocayı iyi bir dövmek isterdim. ama gerçek hayatta jack nicholson gibi olmak yemiyor tabi. yemedi de! gerçi jack nicholson da öldürememişti.
--spoiler--
Oyuncu Rol:
Jack Nicholson -Randle Patrick McMurphy
Louise Fletcher- Hemşire Mildred Ratched
William Redfield -Harding
Michael Berryman -Ellis
Peter Brocco -Colonel Matterson
Dean R. Brooks -Dr. John Spivey
Alonzo Brown- Miller
Scatman Crothers -Orderly Turkle
Mwako Cumbuka -Hizmetli Warren
Danny DeVito- Martini
William Duell -Jim Sefelt
Josip Elic -Bancini
Lan Fendors -Hemşire Itsu
Nathan George -Hizmetli Washington
Ken Kenny -Beans Garfield
Mel Lambert -Harbormaster
Sydney Lassick -Charlie Cheswick
Kay Lee- Gece hemşiresi
Christopher Lloyd -Taber
Dwight Marfield -Ellsworth
Ted Markland -Hap Arlich
Louisa Moritz -Rose
Philip Roth -Woolsey
Will Sampson -Şef Bromden
Mimi Sarkisian -Hemşire Pilbow
Vincent Schiavelli- Frederickson
Mews Small -Candy
Delos V. Smith Jr.- Scanlon
Tin Welch -Ruckley
Brad Dourif -Billy Bibbit.
baştan sona içine çeken jack nicholson ve danny de vito'nun nefis oyunculuklarının süslediği, olağanüstü güzellikte finale sahip (finali anlamayan öküzler finaline kötü demişler) gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri, tamamen başyapıt. ayrıca filmde en çok deliye benzeyen oyuncu kuşkusuz back to the future'daki deli doktorumuzdu.
eğer yeni izlenmişse,insanın kendi kendine bu filmi neden bu kadar geç izledim diye sormasını sağlayan filmdir.35 sene olmuş tamı tamına. jack nicholson oyunculuğun kitabını bu filmde yazmıştır.
engin günaydın'ın ifadelerini kimden aldığını idrak ettiğim filmdir. bilhassa jack nicholson'ın kızılderili şef'le geçen muhabbetinde verdiği tepkilerde.
jack nicholson'ın döktürdüğünü bir kere daha belirtmeye gerek yok sanırım.
10/10
kirk douglas, 1960' ların başında kitabın film hakkını bizzat satın almış; rolü oynamak için yanıp tutuşuyormuş. Ancak şartları bir türlü oluşturamamış, stüdyoları ikna edememiş ve rol için yaşlandığını düşünüp, 1970' lerde oğlu Michael Douglas' a devretmiş.
O sıralar ''Akıl hastanesinde geçen bir film mi? Sağol canım, alyayaım'' durumundaki stüdyo patronlarından iş çıkmamış fakat ortaya sürpriz bir isim çıkmış.
Bağrından pek çok haysiyetli grup çıkarmış olan Fantasy Records' un, efsane plak şirketinin sahibi Saul Zaentz adım atmış ve film çekilebilmiş. Yoksa bir klasik çöpe gidecekmiş iyi mi?
"insanlar toplumun kurallarına göre mi yaşamalı yoksa gönlüne göre mi yaşamalı?" sorusunun cevabını arayan ve yargılayan bir başyapıt.
bir insanlık dramının ve kişisel özgürlük mücadelelerininin anlatıldığı romanda; ister deli olun ister olmayın kitabı bitirdiğinizde(ya da filmini izlediğinizde) kendi iç benliğinizden dışarı doğru bakıp "gerçekten yaşıyor muyuz?", veya "yaşıyoruz ama özgür müyüz?" sorularını soracaksınız kendinize. bunları sorduktan sonra başkalarının sizin etrafınıza ördüğü ağlarla daha çok mücadele edeceksiniz.
sinema filmi nedir sorusunun kusursuz cevabı. ne ilginçtir ki; tamamlanması on yıllar sürmemiş veya yapımı için yarım milyar dolar harcanmamıştır. ki zaten oyunculuktaki emek, paha biçilmez düzeydedir.
ve sinema böyle bir şeydir işte. kimileri milyarlarca dolar harcar ancak yaptığı sadece günü kurtarmaktır. her şeyi satabilirler hatta görselliği bile ki yapıyorlar da. lakin asla o ruhu satamazlar. daha doğrusu seyirci istese de alamaz. zira yoktur. aslında onlar bir nevi sinemanın şişme bebekleridir. onların kaynağı seyircinin zihni değil, adrenalin hormonudur. o hormonu ne kadar yüksek tutarlarsa, o kadar katlanılabilir hale gelirler. bu sinema değil, sadece mastürbasyondur.
ancak jack nicholson' ın filmdeki o piç sırıtışı, işte bu seyircinin beyaz perde orgazmıdır. işte bu yoktan var etmedir. uzanıp dokunmak istersiniz. evet bunu sadece seyirci ister, bazılarının yaptığı gibi film değil.
sağlam insanın bile hasta edilebileceğini bir kez daha izlediğimiz bir film. changeling'de de görmüştük buna benzer bir hikaye ama orda hak eden, hakettiği cezayı alıyordu. burda ise olan mahkuma oluyor ne yazık ki.
o hemşirenin ölmesini istemek canilik olmazdı elbette, billy'nin ölümüne sebep olan ondan başkası değildi nitekim. birde kalkmış "şimdi günlük yaptığımız şeyleri yapıcaz" falan gibi laflar ediyor. hayır bir değil iki kez ölmeliydi o hemşire.
güldürürken sinirlendiriyor, sinirlenirken hüzünlenebiliyorsun öyle garip ruh hallerine büründürüyor ama tek kelimeyle müthiş bir film. mutlaka izlenmeli. *
shawshank redemption'da tim robbins'in canlandırdığı karakterin (andy dufresne) hapishanede yaptığını, bu filmde nicholson'un canlandırdığı karakter (r.p.mcmurphy) yapar. her iki öyküde de yöneticilere ve mahkumlara/hastalara verilen mesaj, hiç kimsenin insan olduğunun unutulmaması gerektiği, herkese insanca davranmanın önem ve zorunluluğudur. karşıt kutupları oluşturan baş hemşire ratched'la mcmurphy arasındaki film boyu süren gerilim, yazarın gerçekçi bakış açısının bir gereği olarak katı bir düzen ve disiplinin özgürlüğe, yaratılmış bir karanlığın, aydınlığa ve insan doğasına karşı zaferi ile noktalır.
oyunculukların müthiş olduğu, mizah-dram karşıtlığını harika yansıtan ve jack nicholson abimizin mimikleriyle adamın amına koyduğu über film.
--spoiler--
billy'nin tüm film boyunca kekelemediği tek sahne vardır ki o da, geceyi bir kadınla geçirdikten sonradır fakat bu, sinir bozucu hemşiremizin 'anne' lafını söylemesiyle sonra erer.
--spoiler--
eleştiri diyorsak bu film en babasını yapmış, sonrasında izlenen birçok filmi eksik bırakmıştır.
film boyu haline güldüğüm billy boy'un ölümü çok derin anlamlar taşıyordu aslında. (bkz: bu sefer güldürmedi) hoşuna giden bir kadınla birlikte olan, eğlenen, korkularını yenen kekeme billy boy, hemşirenin bu konu hakkındaki sorularını gayet akıcı bir dille yanıtlamıştı. ardından hemşirenin "bunu annenin bilmesi hiç hoş olmaz billy" demesiyle de billy boy korkularına geri döndü ve tekrar kekelemeye başladı. sonucu da biliyoruz.