ortalama bir film kültürüne sahip birisi olarak söyleyebilirim ki izlediğim filmler arasında en iyilerden biriydi. müthiş sıcacık bir hikaye, etkileyici sahneler.. jack Nicholson bağıra bağıra ilan etmiş 20. yüzyılın en iyi oyuncusu olduğunu. çok farklı duyguları çok içten yaşayacaksınız. izlemeyerek kendinize haksızlık yapmayın, yada izlemeyerek hayatınızda bir lüks yaratın.
--spoiler gibi birşey--
şef'in basketbol öğrenme sahneleri, çalışanlara karşı oynanan maçta gülerek koşmasi ve potadan topu çıkarması, mac'in lavoboyu kaldırmak için iddiaya girmesi, teknenin kaçırıldıği sahne ve tabii ki muazzam final sahnesi. hayatım boyunca unutamayacağım bir şölendi. ağlayacam şimdi
hemşirenin zorla kapattığı tv yi bakıp j. nicholson un maç anlattığı sahne zirve sahnelerdendir. kuralcı hemşireyi tokatlamak gelir içinizden akıllıyı delirtir
tavsiye ve klasik filmdir. aslında deliler zararsızdır, onlar hassas ve gerçek hayattan korkan bireylerdir.
hemşire karakterinin canavar olarak tasvir edilmesi (kadınlardan korkulur) mahkum olan birinin (aslında herkes gibi umutları olan masumane biri) tımarhane ortamında umutları tetiklemesi gibi harika bezenmiş öğelerle doludur.
kim deli? kim akıllı? etrafınızda size zevkine zarar vermeye çalışan ve yalan söyleyen insanları gördükçe filme saygım arttı. deliyim deyip sistem çarklarına kurban olan ergenlerin alnından öperim ve bu filmi izlemesini tavsiye ederim.
çünkü deve kuşları gibi korkak yaşamaktansa, pişmanları oynayıp keşke demektense filmde verilen mesaj gibi hayatta pişman olmamak için her zaman karşınızdaki düşmanınızda olsa en azından "denemek" lazımdır.
bu gibi insanlar plan ve program olmadan yaşayamaz gerçek canavarlar onlardır. denemeye korkan istediğini başaran delilerden korkarlar çünkü özendikleri hayata sahiplerdir zaten. onlar size sahip olmak ve köle yapmak isterler düzen böyle işler.
film bu noktada çomak sokuyor sisteme ve robot gibi işleyen insanlara o küçük adamın "dev olması" dev gibi adamın aslında kendisini "küçük hissetmesi". gerçekten mükemmel gösterildi eksik ve hatasını bilen insanların kendisini karşınızda minnacık hissetmesi, yüzünüze karşı konuşamaması, telefonlarınıza çıkmaması filan günlük hayatta olan şeyler zaten.
eğer "denemeye" korkarak yaşarsan, hayatın boyunca kimseye boşuna mazaret uydurmamalısın çünkü hatasıda senindir. zayıf ve denemekten korkan, başkalarına suç atan aslında kendilerine yalan söyleyen insanlar duvarlarını kırmadığı sürece filmdeki gibi rutine bağlar ve üzmez veya şaşırtamaz sizi. kısacası bu tipler yalancı ve maske taktıkları için pişmanlıklarıyla yaşamak zorundadır.
1975 Abd yapımı (bkz: Milos Forman) imzasını taşıyan ve imdb sıralamasını(10.sırada) sonuna kadar hakeden film.Jack Nicholson'ın oyunculuğuna diyecek yok ancak diğer karakterleri oynayan Danny DeVito(Martini),Christopher Lloyd(Taber) ve Brad Dourif(Billy Bibbit)in performanslarına dikkat etmek gerek.
Ken Kesey tarafından yazılmış bir romandır dili kurgusu muhteşemdir ilk 5-10 sayfası sıksa bile daha sonra kendinizi alamayacağınız, Milos Forman tarafından filmi çekilmiş Jack Nicholson'ın başrolünü oynadığı dört oskar ödüllü olağan üstü bir hikaye/romandır. kitabı okuduktan sonra filim çok azda olsa yalın gelebilir ama filimde oyunculuklar ve olay örgüsü çok iyi canlandırılmıştır, bu kadar.
Danny DeVito'nun performansını çok ama çok beğendiğim ve sevimli bir karakter yarattığını düşündüğüm film. jack nicholson'un performansına zaten diyecek bir şey yok.
sinemayla baya alakalı bir arkadaşımın tavsiye ettiği ama hala izlemediğim 1975 yapımı başrolünde jack nicholson olan film. ayrıca şu anda imdb listesinde 9. sıradadır.
filmdeki en iyi ve en inandırıcı karakter martini'dir bence. görünüşünün sevimli olmasının yanında insanı zıvanadan çıkartabilecek bir inada sahiptir. gerçi oynayan için karakterin pek zor olduğu düşünmüyorum, filmin başından sonuna kadar gülümsüyor çünkü. ama karakteri oynayan oyuncu cuk diye oturmuş bu karaktere.
psikoloji mezunu bir arkadaşımın "mutlaka izleyin" diye bize cd'sini verdiği, çok anlamlar çıkaracaksınız dediği, kırmayıp hadi bakalım ne anlam çıkaracaz diyerekten izlediğimiz, ve sonucunda bi bok anlamadığımız film.
hayır bunun yeni versiyonu yok mu, yani bugünkü teknoloji kullanılarak çekilmiş hali falan,film ben doğmadan evvel çekilmiş, tamam o zamanın imkanları ile güzel birşey yapmışlar ama bu zamanda izlenmesi çok sıkıcı, tek düze psikopat bir hemşire ile akıl hastaları arasındaki diyaloglar, bir de o son sahne tam allahlık.
açıkcası ben bir anlam çıkaramadım, heeaaa belki yeni versiyonu çekilir, biraz daha içine birşeyler katılırsa anlamlı bir film olabilir, ama bu hali ile afedersiniz bir .oka benzemiyor.
izmit büyükşehir belediyesi şehir tiyatroları'nın bu yıl sahnelediği oyun. barış falay ve engin benli baş roldedir. ama oyunda en iyi performansı tekin ezgütekin adlı genç bir oyuncu sergilemektedir. gerçek hayatta da o şekilde takılsa süper olur kanısındayım.
ismi bile çift anlamlı karakterine işaret eden, hem kendi hemde alt metinleri güçlü film. kitabını okumadım. ama filmde jack nicholson' dan resmen oyunculuk dersi veriliyor. güzel kurgu, güzel hikaye, tel örgü metaforu falan filan işte... enfes vallahi...
not:cuckoo guguk kuşu anlamına geldiği gibi argoda deli, kafayı sıyırmış gibi anlamlara da geliyormuş. king lear da bile geçiyor yahu.
Jack nicholson'ın harikalar yarattığı, olağanüstü film. Son dönemde oynadığı 3-5 dandik filmden yola çıkarak "jack nicholson da oyuncu mu yeaa" diyenlere cevap olarak izlettirilmesi gereken filmlerden biri. Bir diğeri için : the shining
