diyelim ki hayata bir kadın olarak gelme hatası işlediniz. ve diyelim ki türkiye'nin van ilinde gözlerinizi açtınız. şark kültürünün tabiatı gereği çekirdek ailenin dışında, büyük aile ile bir arada yaşadınız. gel zaman git zaman, geçen sürenin getirdikleri ile serpildiniz, güzelleştiniz. ve asıl en büyük hata zaten tam da burada başladı sizin için.
diyelim ki gözlerinizi bir ahırın içinde açtınız. ondan öncesi olan son yarım günlük yaşantınızı hatırlamak dahi istemiyorsunuz. ama gerçekten ve geçmişten kaçınılmıyor, bunu biliyorsunuz. yapılan yanlışın haklı ve mağdur olan tarafında olup, haksız tarafında size başrol veriliyor, şüphesiz bunu kanıksamak durumundasınız; zira siz bir kadınsınız. şark kültürlerinin el verdiği tarzda bir kadın. hem önce insan değil, önce kadın; ama kadın gibi kadın değil, erkeğin sol kaburgasından yaratılan kadın. yani tarihinizin cumhuriyet döneminde dünya çapında neredeyse ilk seçilme hakkı tanınan kadın değil, erkeğine hizmet için var olan kadın.
***
artık şehirden yorulmuşsunuz. var olduğunuz ve kazandıklarınız sizin için sadece isminizin başına getirilmiş kuru ve anlamsız bir vasıftan öte değil. Ve ölümden soluk soluğa kaçmaktasınız... oysa bunun zarafetine ve elde etmenin habis hislerine yıllar önce ve yıllar içinde kapılmış, gerçek olan manevi değerleri hep ötelemiştiniz. yaşlılığın ve vücudunuzu sarmaya başlayan hastalığında etkisi ile neleri iteklediğinizin farkına varıyorsunuz geçen onca yılların sonunda. geç kalınmış olunabilir mi diye içsel muhakeme etmeden yapamıyorsunuz. artık siz özgürlüğünüzü ve gerçekten insan olduğunuzu hatırlamanın özgüven ve müşfikliğini, hümanistliğini özlüyorsunuz. işte bunun için her bir şeyi ardınızda bırakıp, elinizden ne geliyorsa kendiniz için, onu yapmaya koyuluyorsunuz. en önemlisi de bunu samimice, artık kendinize yalanlar söylemeyerek yapmaya koyuluyorsunuz.
***
ahırın içinde hayatınızın kararının alınmasını bekliyorsunuz. ve yenge dediğiniz kadının elindeki sicim ipi görüyorsunuz. artık lekenmiş birisi olduğunuz için kendi cezanızı kendi ellerinizle o narin boynunuzu ipe geçirip, bedeninizi asarak vermenizi hükmediyorlar. yapamıyorsunuz ve birlikte büyüdüğünüz amca oğlunuz cemal'i asker dönüşü karşınızda buluyorsunuz. köyünüzü, yaşantınızı, alışkanlıklarınızı, kızlığınızı ve hak etmediğiniz şekilde kazandığınız/yaşadığınız kadınlığınızı burada bırakıp, amca oğlunuzun ardı sıra peşinden gidiyorsunuz. içten içe kavrıyorsunuz neler olacağını ama insan için var olan, pandora'nın kutusunda tek iyi niyetli olan o umut denilen şey sarpa sarmalıyor ya sizi, en çok da ona tutunuyorsunuz. öyle ya, başka neyiniz var ki? gerçi bibiniz, yani büyük anneniz size yardım elini uzatmak istiyor ama ona ne diyebilir, ne anlatabilirsiniz ki? hem anlatacaklarınız doğru olur mu? kadın kısmına ketum olmayı öğretmediler mi size? kadın kısmının sözünün dinlenmediğini? hıı?..
ardına takıldığınız cemal ağabeyiniz yol sırasında sizi öldürmek istiyor ama yapamıyor işte. verilen hükmün kuralları onun insan yüreğine ağır geliyor; askerde, vatanı bölmek isteyen ayrık otlarını tek tek katletmesine rağmen... demek ki bazıları için insan öldürmenin kıstasları bambaşka olabiliyor diyorsunuz içten içe. fakat hayatta ne kadar kalacaksınız, kalsanız neler sizi bekliyor, bunları bilmiyorsunuz. işlemediğiniz suçun günah kısmı size mal edilmiş vaziyette, hayatın tamamen bilinmezliğine çaresizce akıp gidiyorsunuz anbean, günbegün...
***
çok mutlusunuz. yalan olan, maskelenmiş olan, gardların korunması için yapılan binlerce türlü riyakârlıklardan uzaktasınız ve bakir doğa, özgür ruhu koruyan denizle harmanlanmış, yarını düşünmeden anınızı yaşamaya çalışıyor, en yakın dostunuzun bir zamanlar yapmaya çalıştığını, belki de onun kaldığı yerden devam ettirmeyi istiyorsunuz. aslında muvaffakda kalıyorsunuz. öyle ki, yaptığınızın samimiyetine istinaden tanrı sizi mükâfatlandırıyor ve iki güzel insanla karşılaşıyorsunuz. onları öyle seviyorsunuz ki, yalansızlıkları sizi hayran bırakıyor. tabii en çok da meryem kız. o tertemizdir. onda hem zeka vardır, hem akıl, hem derinlik, hem saflığın en yalın hali. hem fedakarlık vardır, hem çalışkanlık, hem onca tabunun esaretine rağmen öğrenme güdüsü, keşfetme merakı... tek farkı okumuş ya da bilmiş insanların lugatına ve dağarcığına sahip olmaması. olsun varsın, konuşmadan da anlaşabilmenin, derinliğin en içten yakıcılığını ve doyuruculuğunu hissedebilmenin güzelliğini sunmuş bu insana hayran olmaya, bir kadın olmayı baştan aşağı taşımasına engel değildir ya bu!
***
yolculuk süresince cemal aşık olur meryem kıza. ama bu aşk kıskançlığı tetikler ve aslında hak etmedi mimlenme de ona bu insancıl kusurla o kadar sert döner ki, meryem'in içinde kopan fırtınayı görmesi kabil olmaz. ve pek tabii şark kültürü ile yoğrulmuş erkeklik egosu buna da kat kat eklenti olur. onu anlaması, sessizliğindeki o yoğun konuşmayı ve aslında içindeki anlatılanları anlamaz, izin vermez.
ölümden kaçışınız sırasında sığındığınız teknenin sahibi olan adam sizin sessizliğinizin en güzel tercümanı olur. onunla hayatı bir başka şekilde ve akıllıca keşfedersiniz. ve aslında onun sayesinde hayatınız kurtulur. kadınlığınızı onun yanında utanarak da olsa anlarsınız, anlam verirsiniz. bugüne kadar kimse size armağan vermemiştir mesela; kimse size asıl yerinizin mutfak değil, hayatın her alanı olduğunu söylememiş ve ileriye giderek göstermemiştir; açıktan açığa size ilgi duyan adamın kıskançlığından dem vurmamıştır, ayıp şeyler diye belletilmiştir çünkü sizin gibi şark kökenli bir kadına. ama karşınızdaki adam bunu söylüyordur apaçık, o size yeni kapılar açıyordur...
ve derken, bir şekilde, biletiniz kesildiği için hayatınızı elinizden almaya and içen insancıklar sizi bulur ve öldürmek için uygun yere sürüklerler. işte ne olursa bu anda olur. günlerce ağzınızdan alınmak yahut çalınmak istenen, sizin namusunuzu lekeleyen kişinin adını, bu can pazarı ortamında yaşadığınız travmatik şoklarla istem dışı ağzınızdan çıkarıverirsiniz o ismi!
- amca, ne olur yapma !
özbeöz amcanız sizi kirletmiştir diyelim ki. ve yine diyelim ki, ölüm emrinizi de töreler ama en çok da bu insancık vermiştir, bu sorundan kurtulmak namına. size aşık olan adamın babası yaptığı kötülükle kalmaz, filmin sonunda cezası kızın babasınca kesilir, öldürülür.
***
zülfü livaneli'nin 'mutluluk'adlı kitabının abdullah oğuz yönetmenliğince sinemaya uyarlanmış olan bir insan, bir kadın, bir ensest ilişki kurbanının hikayesini izliyorsunuz. alt metinde aşk, şöhretin bedeli ve aslında onun kofluğu verilmekte.
***
çok kadın ölüyor bu gezegende, en çok onlar eziliyor, en çok onlar rekabet ortamına itiliyor, en çok onlar anlaşılmıyor, eziliyor ve on çok onlar fedakarlıklarının bedelini ağırca ödüyor. kimi eserler en güzeli ile bunu dile, göze, usa getiriyorlar; belki ince mesajlar aklı ile yaşayan canlıyı ötekileştirmeden yaşayabilir/yaşanabilir/yaşatılabilir umudu ile.
tabii bir de sivil toplum örgütleri ve haklın kendi sağduyusu ile çalışmaları var ve var olmalı. bunlar ilerlemeli ve beli hizmetlerin ve ihtirasların güdümüne girmeden inandığı şeyin mücadelesini vermeli.
çağdaş eğitim vakfı, istanbul valiliği ve hürriyet gazetesinin desteği ile başlatılan " aile içi şiddete son" kampanyası da bunlardan bir tanesi. ab'nin yardım fonunu ile kurulan 0212 656 96 96 numaralı acil yardım hattı, çaresiz kadınlara bir anlamda yardımcı oluyor. 7 gün ve 24 saat hizmet veren bu destek hattı psikolojik, tıbbı ve hukuki destek veriyor, şiddet gören kadını en yakın karakola yönlendirmekle kalmıyor, ilgi karakola da ayrıca haber veriyor.
toplum olarak tabularımızın yıkılması, kadına öncelik verilmesi ve yolunun açılması için, onların anlaşılabilmesi için, önce kadın değil de insan olarak bakılabilmesi için bilincin açılması namına sivil toplum kuruluşlarına, ilçe hatta mahalle örgütlenmelerine kuvvetle ihtiyaç olmaktadır.
kadınlar hem sömürü aracı olmaktan kurtulmalı, hakların eşit ve yapıcı olması için başta kadınlarla birlikte erkeklerin de bilgilendirilmesi, eğitilmesi gerekmektedir. bunun için de birey olarak üzerimize düşen ne ise, imtinaetmeden yapmamız gerekmektedir. doğudaki kadınlar ensest ilişki ve töre cinayetlerinin kurbanı olmamalı, onlara gerekli eğitimlerin ve bilincin götürülüp verilmesi, batı kadınlarının da çıkan sesleri çatallaştırılarak ve nihayetinde susturulmaya çalışılarak kesilmemeli.